Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 11 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Ölüm

Tam hayatın en güzel yerinde, tam her şey yolunda giderken, tam da kariyerinin doruğunda, bir el tutup alır bu hayatın kollarından. Hiç beklenmeyen bir anda; ya gülücüklerin ortasında ya da üzüntünün yaşandığı bir anda; hangi vaziyette olunursa olunsun geldi işte. Gözleri son kez baktı etrafına, soluk son nefesini aldı ama veremedi. Bambaşka bir âleme gitmek için gözler kapandı. Yarınlar için kurulan hayallerin bağrında. İşte bu bir sonun hiç beklenmeyen bir ânı. Ne sevdiklerin, ne de hayata döndürmek için doktorların çabası hiçbir şeye yaramadı. Gittin işte. Sımsıkı sarıldığın dünya hayatının aslında boş olduğunu gördün. Ve içinde ne pişmanlıklar yaşadın. Keşkeler dolandı ruhunda. Yapamadıklarına üzüldün. Belki bir fırsat diye inledin. Ama bu fırsatın bir daha verilemeyeceğini de anladın.

Büyük bir heyecanla evden çıktın. O gün çok önemli bir gün. Belki geceyi bile uykusuz geçirdin. Ama o günün aslında ölüm günün olduğunu bilmeden. Ne bir saniye geriye, ne de bir saniye ileriye gidilemeyeceği o an geldi. Kader hükmünü gösterdi. Ve Azrail’i (as) görmek için zaman yaklaştı ve sen bunlardan habersiz işlerinle meşgulsün. Sağa sola koşturmakta ve bugün bittiğinde yarın neler yapacağını aklından bir bir geçirmektesin. Sanki yarına kavuşacakmış gibi...

Aslında programlar hep ölüme göre ayarlanmaz. O dâvetsiz misafir gibi birden gelir ve misafir gibi geri dönmez. Seni de, beni de, onu da alır gider. Çünkü ecel vakti gelmiştir. Ya anî bir kalp krizi ya karşıdan karşıya geçerken arabanın altında kalma. Ya da başka bir ölüm çeşidiyle. Nasıl olursa olsun gelir. Ve sen yoksun artık. Sevdiklerin sensiz hayata devam eder. Her doğan güneş sensiz doğar ve batar. Mevsimler, rüzgâr sensiz esip geçerler. Sadece anılarda ve fotoğraflarda kalırsın. O anılar zaman aşımına uğrayıp yok olmaya, hatırlanmamaya mahkûm olur.

Ölüm bir nevî dünyadakiler tarafından unutulmak değil midir? Sende bir zamanlar yakın çevrende ölüp gidenleri unutmadın mı? Sıra bende, sende, onda yani her insanda. Evet “Her nefis ölümü tadıcıdır”, dünyanın padişahı da, kölesi de ölümü yaşadı. Efendi köleden ayrı tutulamazdı. Firavun gibi, Hz. Musa da vefat etti. İkisini birbirinden ayıran tek şey iman noktasında yatmaktadır. Şüphesiz ölümleri de farklı olacaktır.

Ölüm, hayat kadar gerçek. Sonbaharın hazin tablosunun içinde bir bakış; sen, ben, o var bakışlarda. Korku ve recanın ortasında, sımsıkı sarıldığımız umudumuzla beraber. Ey ölüm! Biliyorum ki, varsın. Kim bilir ne zaman geleceksin. İçimde payitahtsın, kuruldun en güzel düşlerimle beraber. Belki sen bir mucizesin. Gülşeninde güller saklayan bir ummansın. Hayatın kasavetinden, yorgunluğundan uzaklaştıransın. Ve belki de en büyük nimetsin insanoğlu için. Ama tam olarak bilemiyoruz seni. Yaşamadan da anlayamayacağız. Sadece bildiğimiz bir şey var ki, sen gelince bu dünya hayatı tamamen bitecek. Bu bir sevinç mi, yoksa üzüntü mü olur bilemeyiz.

Mezar taşları, morglar ve her gün bitip tükenmeyen cenazeler... Hepsi ve daha fazlası ölümü bize hatırlatan gerçekler. Esrarıyla beraber hep var olan kıyamete kadar da hükmü icra olunacak. Her doğan bebeğin ölümle randevusunun saati kurulmuştur. Ya geç, ya erken. Kimi kundakta gider, kimi çocukken, kimi gençken, kimi de ihtiyarlıkta. Hepsinin saati ayrı olsa da, kimi erken, kimi de geç veda edecektir bu misafirhaneye. Allah bu misafirhaneden güzel bir ölümle gitmemizi nasip etsin (Âmin).

Fadime KAYA

11.10.2006


On bir ayın sultanı

Yeryüzünde çınlayan mübarek ezanımız okunuyor. Gönül sayfamdan süzülen ışıkla odamın penceresinden bakıyorum ve dalıyorum…

Hani bir şiir vardır: “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.” Ben de şimdi; “Ramazanı dinliyorum gözlerim kapalı, gönlüm açık.”

Karşımda tüm muhteşemliğiyle duran Rabbimin evi; Maltepe Camii var. Herkes akın akın doluyor camiye. Allah’a yalvarmak, Ona yönelmek için gidiyor ibadet yerine.

Etrafımızda büyük acılar yaşıyor olsak da, şu ayın tek bir güzelliği var. O da; on bir ayın sultanı ‘Ramazan’ olması. Tüm Müslümanların oruç tuttukları, sabrettikleri, namaz kıldıkları, bol bol duâ ettikleri bir ay. Bu ay Rabbime yönelme ayı, bu ay ibadet ayı…

Müslümanlar oruçlarını tutuyorlar. Peki, neydi oruç? Sadece midemizin aç mı kalmasıydı? Tabiî ki hayır! Kişi oruç ile sabretmesini öğrenir, iyilik yapar, sevap işler. Bununla da kalmaz, namaz ile, Kur’ân okumakla, yalan söylememekle bu orucu daha üst seviyeye çıkarır ve bundan feyz alır.

Şimdi herkes oruç tutuyor. Rabbine yöneliyor. Çünkü onlar biliyorlar kâinata neden geldiklerini. Allah’a olan kulluk görevlerini… İstiyorlar ki Rabbim kendilerinden razı olsun, onları kendi yolundan ayırmasın, onları Cennetine alsın…

Allah hepimizin duâlarını kabul etsin. Âmin.

Halime ÖZÇELİK

11.10.2006


Gündemin esiri miyiz?

Hepimiz gündemin esiriyiz. Kendimiz oluşturuyoruz onu, ona su veren, onu kuvvetlendiren, dal budak salmasını sağlayan biziz, ama sonradan oluşturduğumuz canavar bizleri kolları arasına alıyor ve onun esiri oluyoruz. Artık o bizim efendimiz oluyor, bizi o yönlendiriyor. Bir olayın gündeme oturması, gerçekten onun çok önemli olmasıyla mı ilgili? Bir vak'a ehemmiyeti oranında mı gündemleşebiliyor? Çokça konuştuğumuz, vaktimizin çoğunu alan bir olay gerçekten geldiği makama, işgal ettiği yere ve kendisine harcanan zamana lâyık mı? Onu hak ediyor mu?

Bu soruların hepsine evet diyebilseydik, bugün insanlık bambaşka bir yerde olur, bizi rahatsız eden şeylerin çoğu olmaz ve elemin tahtında sürûr sefa sürüyor olurdu.

Kendimizden başlayalım. Günlerce zihnimizi meşgul eden, bizi strese sokan, saatlerce çözümü peşinde koştuğumuz şey, bizde işgal ettiği o yeri hak ediyor mu? Gerçekten birinci öncelikle ele almamız gereken konu, mesele veya şey o mu? Yoksa onun o hak etmediği mevkie gelmesinde başka şeylerin, pek normal olmayan şeylerin etkisi mi oluyor?

Bazen ferdi gündemimizin başköşesine oturan şey, oraya oturması bir yana aslında aklımıza hiç gelmemesi gereken bir sorun veya olay olabiliyor. Ama zaaflarımız ve takıntılarımız o vak'ayı bütün diğer vak'aların önüne geçirterek onu ferdî gündemimiz yapabiliyor.

Bir insan sürekli takıntı ve zaaflarının oluşturduğu mevhumları ferdî gündemi yapıyorsa, o zatın asıl önemli ve çözülmesi gereken meseleleri bir kenarda çözümsüz olarak kalacağından, rahatlıkla o insanın hayatta başarısız olacağını söyleyebiliriz. Aksi de gayet makul olur. Yani kendi ferdî gündemini sağlıklı olarak seçebilen, gündeme oturması gereken şeyleri oraya yerleştirebilen insan, başarılı, sorunsuz, daha az problemli ve hayattan gerçekten zevk alan biri olur.

Fert için söylediğimiz bu şeyleri toplum için de söyleyebiliriz. Bir milletin gündemine oturan şey gerçekten orayı hak ediyorsa, o millet daha az sorunlu, mutlu ve bahtiyar olur. Ama böyle olmayıp, bir milletin gündemi hakkaniyet ölçülerine göre değil de, bazı takıntılara, yanlış fikirlere, art niyetlere ve ince hesaplara göre belirleniyorsa, o milletin sorunlarla boğuştuğunu, aslî meselelerini çözemediğini, fertlerinin birbirleriyle uğraştıklarını söyleyebiliriz.

Bunlardan sonra, ülkemizde son zamanlarda oluşan gündemlere bir göz atılırsa, gündemlerin gündem olmayı pek hak ettikleri söylenemez. Çünkü çoğu gündem incelenirse o gündemlerin gerçek ihtiyaç ve zorunluluk sonucu gündemleşmedikleri, aksine çeşitli ince hesaplar ve art niyetler sonucu meydana geldiklerini görürüz.

Memleketimizdeki başka bir menfi yön ise, çözüme kadar sürekli gündemi oluşturmaları gereken meselelerin son derece zayıf bir gündemleşmeden sonra nisyanın kalın örtüsü altına sürülmeleridir. Bunu böyle yapan da bu haklı gündemleşmenin ya birilerinin çıkarına dokunması, ya bazı güç odaklarını rahatsız etmesi veya yerleşik düzene çomak sokmasıdır.

Gerçek problemlerimizi, sorunlarımızı ve gerçekten çözülmesi gereken meselelerimizi gündemleştirirsek, kısa zamanda daha az problemli ve sorunlu bir memleket haline geliriz. Ama bu da çok zor bir meseledir. Gündem işgalcileri buna fırsat vermemek, kendi zaaf ve çıkarlarına göre bir gündem oluşturmak ve eski düzeni tekrar sürdürmek için ellerindeki bütün nizamî ve gayr-i nizamî silâhlarla kesinlikle üstümüze saldıracaklardır. Kısa zamanda bunun çözümü de yok gibidir. Çünkü bu, güç dengeleriyle ilgilidir. Güç dengeleri ise kolay kolay ve çabuklukla değişmiyor. Uzun zaman, çaba ve cehd gereklidir güç dengelerinin değişimi için.

Peki ne yapılabilir? Farkında olmak önemlidir. Hani demişler ya problemi anlamak onu çözmenin yarısıdır. Bu da öyledir. Bu mesele anlaşılsa, kabul edilse büyük bir adım atılmış olur.

Şu da önemlidir. Gündem dışı çıkışlara yardımcı olunmalı. Gündemin her şey olmadığı ve oturduğu makama her zaman hak ederek gelmediği hatırda tutularak ona aykırı çıkışlar kızgınlıkla karşılanmamalı, o çıkışlara da ifade hakkı verilmelidir. Böyle yapmak gerçeğe ihanet veya yapılmaması gereken bir şeyi yapmış olmak olmaz. Aksine böyle yapmamak, haksız bir işgale yardım etmek olur.

Gündemin tabulaşmasına, bir baskı aracı gibi işlev görmesine ve fikirlerimizi sınırlandırmasına izin vermemeliyiz.

Mehmet ÇINAR

11.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004