Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 30 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Dizi Yazı

Yasemin YAŞAR

Batı medeniyeti ve İslâm medeniyetlerinin san'ata yansımaları (1)

Medeniyetler ve felsefeleri

Dinin temelini teşkil eden itikadın san'at gibi hayatın çok önemli bir gerçeğinden ilişkisiz olduğunu düşünmek mümkün değildir. san'at erbabının ilham kaynağı olan tabiat, muhteşem bir san'at abidesidir. Zira hiçbir san'at ürünü kendiliğinden ve rastlantılarla olamaz.

İslâmın, san'atı algılama ve bu kavramı yorumlama biçimi ile; Batı medeniyeti ve bu medeniyeti oluşturan felsefenin san'atı anlama ve yorumlaması arasında farklar vardır. san'atın bu itikadî boyutu, medeniyetlerin düşünce sistemleri hakkında bize ipuçları veren en iyi belgeleri konumundadır.

İnsanlık tarihi incelendiğinde ilk medeniyetin ilk insan ve peygamber olan Hz. Adem’le başladığını görürüz.

Arkeolojik kazılar neticesinde elde edilen verilere göre medeniyetin kaynağı ve başlangıcı mabetler olmuştur.

En iptidaî topluluklardan, yüksek seviyeli toplumlara kadar bütün kurulan medeniyetler hep ruhun bekası ve ebediyet arzusu üzerine kurulmuştur.

Bu bize hangi çağda olursa olsun, hangi mekânda olursa olsun insan fıtratının değişmediğini, hep bekayı isteyen bir ruha sahip olduğunu, bu da bütün insanların ve mahlûkatın bir elden yaratıldığına delildir.

İlk insanın ilkel olmadığı, bilgi ile ve dünyaya yönetebilecek donanımla desteklendiği, tarih süreci içerisinde geçirdiği evrelerden anlaşılmaktadır. Hz. Adem insanlığın ilk atası olurken, aynı zamanda ilk medeniyetinde kurucusu olmuştur. Hz. Adem’den günümüze kadar tarihte gelip geçmiş tüm medeniyetlerde ilâhî ruh ve dokusunun sindiğini iddia etmek yanlış olmaz. Çünkü her peygamber geldiği toplumda sosyal ve kültürel birer önder olduğu gibi san'at ve marifette de birer öncüdürler.

Bu mesele Risâle-i Nurda şöyle ifade edilir: “Yeryüzündeki bilinen kemalat ve medeniyet ve terakki umdeleri, semavî dinler ve peygamberler eliyle gelmiştir.”

Kısaca diyebiliriz ki, tarihin dönüm noktalarında medeniyetlerin öncüleri, vahye mazhar olan peygamberler olmuştur.

İnsanoğlu ilk çağlardan günümüze kadar Doğu’da, Batı’da, Güney’de Kuzey’de onlarca medeniyet kurmuştur.

Geçmiş medeniyetlerin hepsi tarih sahnesinden silinmişlerdir. Kur’ân’dan öğrendiğimize göre ve arkeolojik bulgulara göre geçmiş medeniyetler neredeyse günümüze yakın seviyede büyük uygarlıklar meydana getirmişlerdir. Yeryüzünün birçok yerinde kurulan bu medeniyetlerde büyük bir ihtişam hüküm sürmüş, şehirler, mükemmel saraylar, yüksek sütunlar, güzel bahçelerle süslenmiştir. Nasıl inşa edildiği hâlâ muammasını koruyan Mısır Piramitleri, Kudüs’te hâlâ dimdik duran Hazreti Süleyman tapınağı, Efes’te, Bergama’daki Yunan tapınakları bu medeniyetlerin ne derece geliştiğini gösteren birer örnektir.

Kur’ân-ı Kerim onların güçlü, gelişmiş ve medenî toplumlar olduğunu fakat hayatlarını Allah’ın istediği şekilde tanzim etmediklerini, elçileri yalanlayıp sonunda her canlı gibi öldüklerini Hac Sûresi 45. âyette şöyle anlatır: “Ahalisi zalim olan nice beldeyi biz helâk ettik. Yıkılıp harabe haline gelmiş, kuyuları metruk, köşkleri sahipsiz kalmıştır.” Nuh, Ad, Semud ve Firavun’un kavmi birer örnektir.

İlk çağ medeniyetlerinde hak din izleri

İnsanlık tarihinde hangi medeniyete bakarsak bakalım temelinde mabetlerin, kabirlerin, kurban merasimlerinin olduğu görülür.

M.Ö. 150.000 ile 60.000 arasında yaşamış Buzul Çağı insanları bulgularına göre ölülerini derin çukurlara gömüyor, yanına da yiyecek ile hayatta kullandığı aletleri koyuyorlardı.

Bu çağ insanında dikkat çeken bir başka husus ise, kurban merasimlerinin olmasıdır. Bütün bunlar o dönem insanlarının Allah, ahiret, kurban gibi kavramlara yani semavî olan inançlara hiç de uzak olmadıklarını göstermektedir.

Nitekim hak dinin mesajlarının ilk insandan günümüze kadar hiç değişmediğini görüyoruz. Bu konu Risâle-i Nurda şöyle geçmektedir: “124 bin peygamber ve 124 milyon evliya aynı dâvâya imza basıyorlar, birbirlerini tasdik ediyorlar.

İnsanlık hiçbir dönemde bir peygamberin taht-ı riyasetinden (vahiy) uzak kalmamıştır. En uzak olan medeniyetlerde bile hak din kalıntılarını, esintilerini görmek mümkündür.

MÖ 60.000 ile 10.000 yılları arasına gelindiğinde yine insanların ölülerini itina ile gömdüklerini ve öteki dünyada da malı olsun diye ölülerin yanına ziynet eşyalarını koyduklarını görüyoruz.

Demirin bulunuşu, tunç ve bronz çağları derken, insanoğlunun yavaş yavaş ilâhî mesajdan kopuşu ve bununla beraber bazı kavramları putlaştırmaya başladığını görüyoruz. İnsanlar kendileri için çok önemli gördükleri yağmur, güneş ve bereket tanrıları tasavvurlarına başlamışlardır. Bu da antik Yunan mitolojisinin temel taşlarını oluşturmuştur.

Bu dönem insan tasavvurlarında tanrı, yarı tanrı ve tanrılaşmak isteyen insanlar görmekteyiz. İlâhî mesajdan koptukları dönemlerde kendileri için önemli olanları tanrılaştırmaya yağmur, güneş, inek gibi… veya yarı tanrı gibi gördükleri atalarını putlaştırmaya başlamışlardır. Bu tasavvur Yunan’da daha da ileri giderek efsaneleşmiştir. Yeryüzünde gördükleri, etkilendikleri her şeye tanrı isimleri takmışlardır. Başlarında bulunan hükümdar ve kralları da tanrılaştırmışlardır.

Bütün bunlar insanlardaki ebedî olma duygusunun birer tezahürleri olmuştur.

Ölmüş olan atalarına bağlılık fikri zamanla büyük saygı görmüş ve bunların heykellerini yapmaya başlamışlardır. Atalarının vücutlarını bu heykellere ölü ruhların kolayca gireceğine inanmışlardır. İlk putperestliğin temeli olan bu düşünceye Manizm denilmektedir.

Sonraları Totemizm ortaya çıkmıştır. Bu anlayış ise insanın, hayvan, bitki ve eşya ile akraba olduğu inancıdır. Bu bize şunu hatırlatır, mahlûkiyet cihetiyle hiçbir mahlûkun diğerinden farkı yoktur. Hepsi Allah’ın isimlerine ayna olmaktadır ilâhî görüşünün bozulmuş bir tezahürü olsa gerek... Bu felsefeye göre bazı bitki, hayvan ya da eşyaların insanları koruduğu görüşü hakimdi. Ayrıca bu dönem insanlarında şeytan tasavvurlarının olduğu da görülür. Bu da yine hak din tesirleridir.

— Devamı Yarın —

Yasemin YAŞAR / *San'at tarihçisi

30.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (24.09.2006) - Tarikat-cemaat bağlamında demokrasiye geçiş sancıları (2)

  (23.09.2006) - Tarikat-cemaat bağlamında demokrasiye geçiş sancıları

  (21.09.2006) - Demokrasi kahramanı Menderes (2)

  (20.09.2006) - Demokrasi kahramanı Menderes (1)

  (24.08.2006) - Van seyahat notları (3)

  (23.08.2006) - Van seyahat notları (2)

  (22.08.2006) - Van seyahat notları (1)

  (18.08.2006) - Misafirperver Slovenlerin Türkiye'ye ilgisi büyüktü

  (17.08.2006) - Disiplin var; kaynak israfı, trafik derdi yok

  (16.08.2006) - Slovenya’da Anadolu havasını soludum

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004