|
|
Okulda rahatsızlanan öğrenciye nasıl yaklaşılmalı?
Çocuklar, büyürken sık sık hastalanırlar. Çocuğun rahatsızlığı anlaşıldığı anda tüm çevresinde bir huzursuzluk ve telâş başlar. Oysa geçici olan bu durum, çocuğu daha fazla telâşlandırmaktan başka bir işe yaramaz. Çocukların nezle gibi bazı rahatsızlıkları evde fark edilemeyebilir. Bu durumda okula gelen öğrenci, sınıfın yoğunluğu, gürültüsü içerisinde kendini daha kötü hisseder.
Öğretmen, hasta olan öğrenciyi kolaylıkla fark edebilir. Öğrenci, bitkindir, burun akıntısı, hapşırma, öksürük gibi belirtiler gösterir ve ateşi vardır. Bulaşıcı hastalıklar, özellikle okul gibi kalabalık ortamlarda öksürük, hapşırma, tokalaşma, havaya yayılan mikroplar, tuvaletler, mikroplu yiyecek ve içeceklerle bulaşır. Bulaşıcı hastalıklara okul öncesi dönemde daha sık rastlanmaktadır.
Öğrencinin ateşi varsa bazı noktalara dikkat etmek gerekir. Ateş, vücudun o hastalıkla ilgili savaşının dışa vurumudur. Normal vücut sıcaklığı 38 °C’ın altındadır. Eğer ki vücut sıcaklığı 41-42 °C’ın üzerinde ise sıkıntı oluşturabilir. Ateşliyken öğrenci kalorifer yanında oturuyorsa oradan kaldırılmalıdır. Sınıf çok sıcaksa camı açarak sınıf ısısının düşmesi sağlanabilir. Çünkü sıcak, öğrencinin ateşini yükseltir. Çocuk ateşlendikçe vücudundan ter atar ki bu da su kaybı demektir. Bunu telâfi etmek için öğrenciye, ayran, meyve suyu, su gibi içecekler verilebilir. Öğrenci varsa okulun revirine götürülmelidir.
Nezleye sebep olan yüzden fazla virüs vardır. Bu sebeple çocuklar sık sık bu rahatsızlığı geçirirler. Bu rahatsızlığı geçiren öğrenciye sevgiyle yaklaşılmalı ve çocuğun paniklemesi engellenmelidir. Öksürüğü engellemek için de lolipop, boğaz pastilleri işe yarayabilir. Öğrenci, kendini çok rahatsız hissediyorsa, ailesine haber vermekte yarar vardır.
Bulaşıcı hastalıklar okulda çok kolay yayılırlar. Bunlardan ciddî olanlar, fark edilir fark edilmez, öğrenci derhal bir hastahaneye götürülmeli ve ailesi bilgilendirilmelidir. Hastalıklardan korunmanın en iyi yolu; çocukların temizlik alışkanlığı kazanmasının ve dengeli beslenmesinin öğretilmesidir.
|
Mustafa OĞUZ
14.11.2006
|
|
Edilgin (sessizce) dinleme
Karşısındakinin konuşmasına imkân tanıma. Edilgin dinleme kişiye: "Duygularını duymak istiyorum. Duygularını kabul ediyorum. Benimle paylaşmak istediğin konuda vereceğin karara güveniyorum. Bu senin sorunun, sorumlu sensin” gibi güçlü mesajları verir. Kabul ettiğini gösteren tepkiler: Sessizlik iletişimi engellemekle birlikte çocuğa kabul edilmediği izlenimini de verebilir. Ona sessizce dinlerken yanlış anlamalara sebep olmamak için gerçekten tüm dikkatimizi verdiğimizi göstermeliyiz. Bunu yapmak içinse karşımızdakine sözlü ve sözsüz mesajlar iletmeliyiz. “Hı hı, evet, seni anlıyorum...” gibi sözlü mesajlarla; baş sallama, jestler ve mimiklerle, beden duruşu gibi sözsüz mesajlarla karşımızdakine gerçekten onu dinlediğimiz hissini vermemiz gerekir. Konuşmaya açık dâvet: Çocuklar sorun ve duygularını dile getirmekte güçlük çekerler. Konuşmak için yüreklendirilmek isterler. Şu örnek cümlelerle konuşmaya dâvet sağlanabilir:
O konuda konuşmak ister misin? Bu olay karşısında neler hissettin? Bana örnek verir misin? Bu konuda neler düşünüyorsun?”
Etkin dinleme:
Etkin dinlemede kişinin söylediklerinin gerçek anlamlarının kavranması gerekir. Etkin dinleme çocukların duygu boşalımına yardım eder. Çocukların duygularını keşfetmelerine yardımcı olur. Etkin dinleme çocukların olumsuz duygulardan korkmamalarına yardım eder, ana-baba-çocuk arasında sıcak bir dostluk geliştirir. Duyulduğunu ve anlaşıldığını bilmek öylesine hoş bir duygudur ki, konuşan dinleyene karşı bir yakınlık duyar. Çocuklar sevgiye tepki verirler. Kişi empati kurup doğru olarak dinleyince karşısındakini anlar. Bir anlamda kişi kendisini karşısındaki kişinin yerine koyar. Empati kurmayı öğrenen anne ve babalar çocuklarına daha fazla anlayış gösterirler.
Etkin dinleme için:
Çocuğun söylediğini duymak istemelisiniz. Bu onun için zaman ayırmak anlamına gelir. Zamanınız yoksa bunu çocuğunuza söylemelisiniz. O andaki soruna yardımcı olmayı gerçekten istemelisiniz. İstemezseniz isteyinceye kadar bekleyin. Duyguları ne olursa olsun, sizin duygularınızdan ne denli farklı olursa olsun onun duygularını gerçekten kabul etmelisiniz. Çocuğun duygularını tanıdığına, onlarla baş edebileceğine ve sorunlarına çözüm bulma yeteneğine tam olarak güvenmelisiniz. Bu güveni çocuğunuz sorunları kendi başına çözdüğünü gördükçe kazanacaksınız. Duyguların sürekli değil, geçici olduğunu anlamalısınız. Duygular geçicidir. Çocuğunuzu diğerlerinden farklı ayrı bir birey olarak algılamalısınız. Bu “ayrılık” çocuğun kendi duygularının olmasına, nesneleri kendisine göre algılamasına “izin” vermenize destek olur. Ayrılığı, yalnızca hissetseniz bile çocuğa yardımcı olabilirsiniz.
Çocuğun sorunları olduğunda onun yanında olmalı, ancak karışmamalısınız. Etkin dinlemenin en uygun zamanı çocuğun sorunu olduğunu gösterdiği andır. Ana-babalar çocuklarının duygularını dile getireceklerini hissedecekleri için çoğunlukla bu anı kolaylıkla yakalayacaklardır. Tüm çocukların öğretmenleri, arkadaşları, ana-babalarıyla, kardeşleri hatta kendileri ile ilgili problemleri olabilir. Bu sorunlar onların stres yaşamalarına sebep olabilir. Bu tür sorunların çözümü için yardım alan çocuklar daha kendine güvenli ve daha güçlü olurlar. Yardım almayanlarsa duygusal açıdan sorunlar yaşarlar. Etkin dinlemenin uygun zamanını bilmek için ana-babaların “Bir sorunum var” türünden tümceleri duymaya açık olmaları, ancak önce çok önemli olan “SORUN KİMİN?” ilkesini bilmelidirler.
|
Zahit HARMANLI
14.11.2006
|
|
Toplumun mimarı: Öğretmenler
İnsan, toplu halde yaşayan bir varlıktır. Birlikte yaşadığı insanlarla devamlı yardımlaşma içindedir. Herbir insanın toplum içinde ayrı görevi vardır “Görev alanı insan olan” öğretmenin ise, bu iş bölümünde yeri ve önemi oldukça büyüktür.
İnsan, canlı ve cansız varlıklar içinde, işlenmeye en elverişli olanıdır. Çünkü insan dünyaya “taallümle tekemmül etmek” için gönderilmiştir. Yani, eğitim alarak mükemmel hale gelmeye müsait halde yaratılmıştır. Bunun için insanın eğitimine daha fazla önem verilmelidir. İnsanı ihmal edilen bir milletin, hem maddî, hem manevî, hayatı ihmal edilmiş olur. Bir milletin en önemli yatırımı, eğitime yaptığı yatırımdır. Kalkınmanın ve ayakta durabilmenin başka yolu yoktur.
Fırıncı unu, terzi kumaşı, ayakkabıcı deriyi işleyerek faydalı hale getirir. Doktor hastalarla, mühendis inşaat sahipleriyle uğraşır. Öğretmen ise kâinatın en şerefli varlığı olan insanla uğraşır. Ona şekil ve ruh vermeye çalışır. Her yönüyle onu hayata hazırlar. Öğretmen sadece “okuma-yazma öğreten bir memur” değildir. O, geniş bir kültür ve engin bir insan sevgisi, sabır, fedakârlık ve cesaret isteyen, kısacası, “insanı insan etme san’atı”dır. Sağlıklı bir eğitim için modern bina ve laboratuvarlar, ders araç ve gereçlerine ihtiyaç vardır. Ama öğretmen olmadığı zaman bunların hiçbir değeri yoktur. Eğitimin esas temeli öğretmendir. Eğitim öğretim meselelerine eğilirken öğretmenden başlanmalıdır.
“İdealist öğretmen” tipinin yaygınlaştırılabilmesi için, öğretmenlik mesleğinin sosyal itibarının artırılması, en az geçmişteki kadar önem verilmesi gerekir.
Öğretmen yetiştirme konusunda geçmişteki tecrübelerden azamî derecede istifade ederek daha modern ve ihtiyaçlara cevap verecek modeller geliştirilmelidir. Toplumdaki en zeki, ÖSS’ de en başarılı gençleri bu mesleğe yönlendirip, daha uzun süre eğitim vererek idealist öğretmenler yetiştirmeliyiz. Öğretmen ve öğrenci kalitesinin yükselmesi, öğretmenin toplumdaki itibarını da artırır.
Öğretmenlik, milleti bütünüyle kucaklayan bir meslektir. Hepimiz öğretmenin eseriyiz. O, hem terbiyeci hem de “örnek insan”dır. Büyüğü saymayı, küçüğü sevmeyi ondan öğrendik. Yurdun, milletin, bayrağın mukaddesliğini bize o öğretti. İnsanca yaşamanın kurallarını, hayatta lâzım olacak bilgileri bize o aktardı. O, hep verdi fakat hiç almadı. Çünkü o bu mesleğin fedakârlık üzerine kurulduğunu biliyordu.
Kısacası, eğitimin temeli olan öğretmen, toplumun her an muhtaç olduğu manevî doktorudur. Milletleri varlığı ile nura, yokluğu ile karanlığa götürüren mukaddes varlıktır.
Hepinizin “Öğretmenler Günü” kutlu olsun idealist öğretmenlerim…
|
Necmi ÜNLÜ
14.11.2006
|
|
Siyasal determinizm!
AKP, inkâr etse de, yakın tarihin dine dayalı siyasal anlayışlarından aldığı miras üzerinde iktidarda bulunuyor. Meşrûtiyetle birlikte yaşanan iktidar kavgalarında iki önemli karşıtın, milletin haklarını savunan demokratlar, hürriyetçiler ile halktan kopuk komitacıların mücadelesi vardı. Cumhuriyetten sonra bu mücadele şekil değiştirip devam etti. Tek parti döneminde devlete köklerini salan CHP, çok partili seçimlerle birlikte önce DP, sonra AP ve daha sonra da DYP ile mücadele etti.
Türkiye’de asıl mücadele Halkçılarla Demokratlar arasındadır. Aradaki farklı zihniyetleri temsil eden partiler Halkçıların anlayışını, derine inen güçlerini daha da güçlendirmeye yaradı. MSP ile MHP ismiyle bayraklaşan anlayışlar aynı yönde hizmet etti halkçılara. Bu anlayışlar derin güçlerin güçlenmesine sebep olan hareketleriyle CHP’nin oldukça işine yaradı.
Bunları bugün AKP için de yazıyorum. Çünkü gizli kesimlerin estirdiği baskıların temel sebebi söz konusu gelenekten gelen iktidar anlayışlarıdır. Ne zaman Erbakan iktidara gelse zinde güçler için gün doğmuş, derin güç baskıları için fırsatlar ortaya çıkmıştır. Çünkü onlar da biliyor ki, bu adamlar hata yapacaklardır. Onlar da sopayı gösterip istediklerini yaptıracaklardır. Hata yapılması da gerekmez; gerekirse provokasyonlarla da iş görülürdü. Derviş Vahdeti, Şeyh Said, Menemen, Ticanî, yakın tarihteki diğer İslâmî-siyasî eylemler ya da isyanlar kimin işine yaradı?
Yakın tarihin hiçbir döneminde, gerek Erbakan’ın başında olduğu iktidarlar ve gerekse şimdiki AKP iktidarı dönemi, CHP zihniyetinin devlete hakim olmasına, milletin mağdur edilmesine dolaylı da olsa hizmetten başka bir işe yaramamıştır. AKP’nin iktidara geldiği o günden bugüne kadar başta basın olmak üzere, her dananın altında bir buzağı aranmasını örnek olarak görmek mümkün. Başta derin güçlere hizmet veren basın olmak üzere, demokrasinin her türden hasımları AKP’nin hata yapmasını beklerken, AKP de hata yapmayacağım derken, malûm güçlerin ekmeğini kızartıp üzerine bir de yağ sürmek gibi bir hata içine düşebiliyor. Nitekim 2000 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimindeki Erbakancı milletvekillerinin tutumu en son yaşadığımız örneklerden biriydi.
Kısacası, adı AKP olsun RP olsun fark etmiyor; herkes birbirini iyi tanıyor. Milletin bin bir ümitle iktidara taşıdığı insanların tam tersi icraatlar yapması milleti demokrasinin vazgeçilmezi olan siyasetten ve siyasetçiden ürkütüyor. Görüldüğü gibi, demokrat zihniyetleri temsil eden partilerin iktidarı dışında, her türlü sonuçtan kârlı çıkan tek kesim var; gizli ancak zinde, derin ancak formda olan güçler.
|
B. Sait ÇİFTÇİ
14.11.2006
|
|
İnsanın hayata karşı ödevi yaşamaktır
Eğitilmiş insanların umutları, bilgisizlerin zenginliğinden daha değerlidir (Demokritos). Ne kadar çok çalışırsan o kadar çok mutlu olursun (Charles Dickens). Her konuda gerçeğe ve akla uygun olarak hareket etmeyi ileri süren kişi için bağımsızlık hayattan daha değerlidir (Edmond Goblot). İnsanlar için mutluluk umudu ancak doğrulukta vardır (Euripides). Gerçek, bir taş kadar sert, bir gül kadar yumuşaktır (Gandhi). Okumak geçen yüzyılların en namuslu adamlarıyla yapılan bir sohbettir (Descartes). Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol (Mevlânâ Celâleddin-i Rumi). ‘Gül’ de ne demek? Adı başka olsaydı bu kadar güzel kokmayacak mıydı sanki? (William Shakespeare). Hiç durmadan öğrene öğrene yaşlanıyorum (Solone).
|
14.11.2006
|
|
Nesi var?
Eczacı eczahaneyi acemi çırağına emanet eder ve kısa bir süre için dışarı çıkar. Çıkarken de müşteriyle iyi ilgilenmesini iyice tembih eder ve onlara hastalıklarıyla ilgilendiğini göstermeleri için bazı cümleler öğretir. Bir süre sonra eczahaneye bir müşteri gelir: ‘Bana bir sinek ilâcı verir misiniz’ der. Acemi çırak cevap verir: ‘Tabiî efendim, geçmiş olsun sineğinizin nesi var?
|
14.11.2006
|
|
Siyah duvar!
Aynı kalp rahatsızlığıyla aynı kaderi paylasan iki yaşlı adam aynı odayı da paylaşıyorlardı. Tek fark biri cam kenarında diğeri ise duvar dibinde yatıyordu. Cam kenarındaki yaşlı adam her gün camdan bakarak arkadaşına dışarısını anlatırdı. “Bugün deniz sakin, yine de hafif rüzgâr var sanırım çünkü uzaktaki teknenin yelkenleri rüzgârla doluyor. Park bu sabah sakin, iki salıncak dolu iki salıncak bos, dünkü sevgililer yine geldi, aynı yere oturup konuşmaya başladılar, el ele tutuştular, ne kadar da yakışıyorlar birbirlerine. Erguvan ağaçları ne kadar güzel açmış her yer mor bir renk almış, erik ağaçları da beyaz çiçekleriyle onlara eşlik ediyor. Denizin üzerindeki martılar bugünkü yemeklerini arıyorlar, ne güzel de dalıyorlar suya.” Günler böyle geçip gidiyordu ta ki cam kenarındaki yaşlı adam kalp krizi geçirene kadar, iste o anda duvar kenarındaki adam düğmeye bassa kurtaracaktı arkadaşını ama şeytana uydu, bunca zamandır sadece dinleyebiliyordu, artık görebilirdi de, işte bunun için düğmeye basmadı ve hemşireyi çağırmadı. Aynı kaderi paylaştığı kişiyi ölüme gönderdi, ama o bunun haklı bir savunma olduğunu düşünüyordu. Ertesi gün hastabakıcılar ölen yaşlı adamın yerine kendisini koymaya gelmişlerdi. Hemen yatağının yerini değiştirdiler, işte o günlerdir bakmak istediği manzarayı nihayet görecekti. Başını kaldırdı ve pencereden baktı.
“Simsiyah bir duvar”
|
14.11.2006
|
|
Öğretmen ya da stajyer öğretmen olmak
Yeni okuluma tayinim çıkar çıkmaz, hemen toparlanıp Ankara’ya geldim. Okulumu ve öğrencileri tanımak için hemen okula koştum. Sınıfa girmeden önce kapının önünde biraz bekleyerek içeriden çok ses gelip gelmediğini anlamaya çalıştım. Hiç ses yoktu. Sınıfa girerken, tüm öğrenciler kitaplarından başını kaldırıp bana baktılar. Yüzümde içten ama tedirgin bir gülümsemeyle sınıfı selâmladım. Beni görünce pek sevinmişe benzemiyorlardı. Daha çok şaşkınlık vardı. Masama oturur oturmaz sınıfta bir uğultu başladı. Bir süre konuşmadan onları izlemeye karar verdim. Arka sırada oturan bir öğrenci yanındaki arkadaşına: ‘Her halde stajyer öğretmen’ dedi. Yanındaki arkadaşı da bu kanıya nereden vardığını sordu. Öğrenci arkadaşına sitem edercesine baktı: ‘Baksana, sınıfa gülerek girdi. Hem de çok genç. Öğretmenler bize ‘arkadaşlar’ demez ve sinirli olurlar. Bu öğretmen çok iyi birine benziyor.’ Arkadaşı tekrar bana baktı ve içten içe arkadaşına hak verdiğini belli etti. Kendimi tanıttıktan sonra, bir gülümsemenin bile çocuklar üzerinde ne kadar büyük etkiye sahip olduğunu gördüm. Artık her gün sınıfa yüzümde gülümsemeyle giriyor ve onların geleceğin başarılı gençleri olacağını biliyorum.
|
14.11.2006
|
|
|
|