|
|
Utanıyorum, ne yapayım?
Mahçup bir insan mısınız? Bir toplulukta, insanların ilgisi sizin üzerinize çevrildiğinde kalbiniz hızlı hızlı çarpmaya başlıyor ya da soluğunuz daralıyor mu? Yeni girdiğiniz bir iş ortamında, ayağa kalkıp kendinizi tanıtmanız istendiğinde, yüzünüz kızarıyor, sesiniz titriyor mu? Bu özelliklerinizi bildiğiniz için, kalabalık önünde konuşmanızı gerektirecek durumlardan uzak duruyor, ancak tüm çabanıza rağmen bos bulunup yakalandığınızda, bir iki lâf edip sıranızı savıncaya kadar kan ter içinde kalıyor musunuz?
Eğer böyleyse, sizde ‘aşırı utangaçlık hastalığı’ var demektir. Toplumdaki her on kişiden birinin kapısını çalan bu hastalığa yakalanmışsanız, büyük bir ihtimalle, kendinizi aşırı utangaçlık krizlerinden koruyacak bazı tedbirler de geliştirmişsinizdir. Henüz bir çözüm yolu bulamadıysanız, başkalarının neler yaptığına, birlikte bir göz atabiliriz.
Aşırı utangaçlıkla bahsetme yolları:
En sık başvurulan yollardan birisi utangaçlık krizine yol açabilecek toplumsal faaliyetleri tümüyle dışlayan bir hayat tarzı geliştirmek. İş ve okul ortamında ön plana çıkmayı ve kendini göstermeyi gerektiren durumlardan uzak durmak, basit ve göze batmayacak işlere yönelmek bu hayat tarzının temel taktikleri arasında sayılabilir Böylece, aşırı utangaçlığınız sürse de, bu sorunla yüzleşmekten kurtulmuş oluyorsunuz.
Ancak, bu yöntem küçümsenmeyecek bireysel kayıplara yol açıyor. Çok sayıda toplumsal faaliyetten uzak durmaya dayalı bir hayat tarzının sonucu, düşük toplumsal ve meslekî başarî ve yalnızlık. Aşırı utangaç kişiler, içinde bulundukları toplumun ortalamasına göre, daha düşük bir eğitim görüyor, daha az para kazanıyorlar.
Aşırı utangaçlığın tedavisi:
Eğer sorun yalnızca topluluk önünde konuşmakla sınırlıysa, genellikle, kişiyi üç dört saatliğine aşırı utangaçlığın bedensel belirtilerinden kurtaran ilâçlar kullanılıyor. Beta blokem adı verilen bu ilâçlar, yaşanan içsel karmaşayı kalp çarpıntısı, soluk soluğa kalma, ses titremesi ve yüz kızarması gibi yollarla dışa vuran sinirsel ileti sistemini bloke ediyor. Beta blokelerin sahne san’atçıları arasında yaygın bir kullanımı olduğu biliniyor. Yine de ilâç kullanmak en son baş vuracağınız yol olmalıdır. İlâçtan önce bazı pratik davranışlarla utangaçlığı yenmeyi denebilirsiniz.
Utangaçlığınızla dalga geçin. Girdiğiniz bir ortamda şaka ile karışık konuşmaya başladıktan sonra bu durumu ifade edin. Emin olun çok rahatlayacaksınız.
Utangaçlığınızın sebebi büyük ihtimalle hata yapmaktan ve eleştirilmekten korkuyor olmanızdır. Bunun için çevrenizde konuşurken hata yapan insanlara bakın. Bunların durumu nasıl idare ettiklerini gözlemleyerek öğrenin.
Her şeye rağmen ilerleme kaydedemiyorsanız mutlaka bir terapistten yardım alın. hayatınızın birden bire aydınlandığını göreceksiniz.
|
Zeynep TURGUTLU
08.11.2006
|
|
İlköğretim çocukları neleri izliyor?
İlköğretim öğrencileri arasında yapılan bir araştırmaya gözümüz ilişti. Siz anne babalarla paylaşmak istedik. Bakın sizin çocuğunuzun zevklerine ne kadar benziyor değil mi?
İlköğretim çağındaki öğrenciler arasında en çok sevilen dizi filmler:
Sihirli Annem (% 12.6),
Yabancı Damat (% 6.4),
Acı Hayat (% 6.2),
Cennet Mahallesi (% 5.9),
Aşk Oyunu (% 5.8)
Avrupa Yakası (% 5.5)’dır. Söz konusu dizi filmlerin sevilme sebebleri ise genel olarak komik ve eğlenceli olmaları ile dizi karakterlerine duyulan hayranlık.
İlköğretim çağındaki öğrenciler arasında en çok sevilen TV kahramanı:
Spider Man-Örümcek Adam (% 7.5),
Buggs Bunny (% 6.0),
Polat Alemdar (% 4.2),
Aşk Oyunu dizisinden Sarp-Kerem Cem (4.1)
Sihirli Annem dizinden Betüş-İnci Türkay (% 2.9)’dır.
Araştırma sonuçlarına göre ilköğretim çağındaki öğrencilerin televizyonda izlemekten en rahatsız olduğu görüntüler:
“açık saçık ve çıplaklık içeren görüntüler” (% 82.7),
“kavga-şiddet görüntüleri” (% 71.1) ile “insanların üzüldüğünü ağladığını gösteren görüntüler” (% 69.3)
Bununla birlikte “Televizyonda gördüğüm acıklı şeylere üzülüyorum” ve “Başka işler yaparken dikkatim dağılıyor”, “onları ben de denemek istiyorum” ifadelerinin öğrenciler tarafından onaylıyor, yani kendileri için bu ifadelerin geçerli olduğunu belirtiyorlar.
Sonuç olarak görüyoruz ki, toplum olarak ne ekiyorsak onu biçiyoruz. Çocuklarımızın gönderdiğimiz mesajları öylece aldıkları ortada. Televizyon yapımcılarını ne kadar ikaz edersek edelim, bu konuda görev anne-babalara düşüyor.
Televizyonda zararlı yayınlar varsa, elinizde de kumanda var.
Sizleri iradeye dâvet ediyorum.
|
Tuğba VERGİLİ
08.11.2006
|
|
Bebeğin farklı kan grubuna sahip olması da sarılık sebebi
Sarılığın doğumdan sonraki ilk 24 saat içinde ortaya çıkması, bebeğin renginin 7 günden sonra koyulaşması ve sarılığın 2 haftadan daha uzun sürmesi tehlikeli görülüyor.
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yapan Prof. Dr. Metin Kılınç, sarılığa, kırmızı kan hücrelerinin yıkımı sonucunda ortaya çıkan ve ‘bilirubin’ denilen sarı renkli bir maddenin kanda aşırı birikmesinin sebep olduğunu söyledi.
Kılınç, yeni doğan bebeklerin, karaciğerleri yeterince olgunlaşmadığı için kanlarında biriken bilirubini hemen uzaklaştıramadıklarını da anlattı:
‘’Kanda aşırı bilirubin birikimi sarılığa neden olur. Sarılık, yeni doğan bebeğin cildinin ve göz aklarının sarıya boyanmasıdır. Sağlıklı ve zamanında doğan bebeklerin yüzde 50’sinden fazlasında sarılık görülür. Bu sarılık genellikle 1-2 hafta içinde kaybolur ve tedavi gerektirmez.
Anne sütünde bulunan bazı maddelerin de sarılığa sebep olabildiğine değinen Kılınç, anne sütüne bağlı sarılığın bir haftadan fazla sürmesi durumunda doktora danışılması gerektiğini ve doktorun belirli bir süre anne sütüne ara verilmesini isteyebileceğini açıkladı.
Bebeğin anne kan grubundan farklı kan grubuna sahip olması durumunda da sarılık görülebileceğini dile getiren Kılınç, bebeğin mutlaka gözetim altında tutulması gerektiğini anlattı:
‘’Bazı bebeklerde sarılık tedavi gerektirmeyebilir ancak zamanında doğan bebeklerde 14 gün, erken doğanlarda 21 günden uzun süren sarılıkların mutlaka araştırılması gerekir.
Sarılık bebeğin doğumundan sonraki ilk 24 saat içinde ortaya çıkmışsa bebeğin rengi 7 günden sonra koyulaşırsa ve sarılık 2 haftadan daha uzun sürmüşse hemen uzman doktora başvurulmalı.’’
Kılınç, vücudun herhangi bir yerindeki enfeksiyonun kana karışması sonucu da sarılık görülebileceğini, bu sebeple sarılık olduğu anlaşılan çocuğun ateşinin yükselmesi halinde vakit kaybetmeden tedavi altına alınması gerektiğini açıkladı.
Ebeveynlerin bebeklerinin cildinde ve göz aklarındaki renk değişikliğine dikkat etmesini isteyen Kılınç, bebeğin sarılığının tabiî ışıkta değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.
Kılınç, sarılığın önce yüzde ardından gövdede fark edildiğini ve ilerledikçe ayaklara doğru yayıldığını, parmağın bebeğin burun ucuna ya da alnına bastırıp çekilmesi durumunda sarı bir renk ortaya çıkıyorsa doktora başvurmak gerektiğini açıkladı.
Kılınç, ‘’tüm yeni doğan bebekler hastahaneden çıkmadan önce mutlaka sarılık yönünden değerlendirilmesi ve riskli olan bebekler gözetim altında tutulmalı. Kandaki bilirubin çok yükselecek olursa bebeğe zarar verebilir, beyinde hasar oluşturabilir. Sarılığın fark edilmesi konusunda ailelere büyük görev düşüyor’’ dedi.
|
Fatma KARAKISA
08.11.2006
|
|
Şiddetin aile içi faturası
Aile içi şiddetin yaşandığı evlerde, aşağıdaki durumlara sık sık rastlanır:
“Çocuklar anne baba arasındaki gerginliğe yol açmakla suçlanırlar;
“Çocuk evin içinde korku duyarak dolaşır;
“Evdeki mutsuzluk sebebi ile çocuğun yeme, içme, bakım ve temizlik ihtiyaçları ihmal edilebilir, okul durumu takip edilmez veya çocuğun uykuları bölünür, ders çalışamaz
“Çocuğun duygusal ihtiyaçları karşılanamaz; üzüntüsü, sevinci, korkusu, endişesi yetişkinler tarafından fark edilmez;
“Çocuğun kavgalar sırasında taraf tutması istenir;
“Çocuğun şiddet gören kişiyi koruması, rahatlaması veya şiddet gösteren kişiyi sakinleştirmesi beklenir;
“Şiddet gösteren ebeveyn sık sık çocuğa kendisinin ne kadar haklı olduğunu anlatmaya çalışır ve çocuğun kafası karışır;
“Çocuk şiddet anında annesini ve kardeşlerini korumaya çalışır;
“Çocuk aşağılamaları, hakaretleri duymak ve dayak, tekme, tokata seyirci olmak veya bunları kendisi yaşamak zorunda kalır.
Aile içi şiddet olan evlerde büyüyen çocuklar güçlü olanın güçsüz olana vurma hakkı olduğunu, şiddet yoluyla istediklerini elde etmenin mümkün olduğunu öğrenir.
Eğer ailenizde şiddet varsa ve çocuğunuz bu tepkilerin bazılarını gösteriyorsa, onunla konuşabilir ve destek verebilirsiniz. Ayrıca okulundaki öğretmenlerinden biri ile veya çevrenizdeki eğitimli bir yakınınızla konuşarak bir psikolojik danışmandan nasıl destek alabileceğinizi danışabilirsiniz.
|
08.11.2006
|
|
Erkeklerden imkânsızı mı istiyoruz?
Günümüzde sosyal hayat ve hayat tarzları giderek değiştiğinden, her şeyin daha güzeli, daha pahalısı, daha ulaşılmazı olduğundan, para kazanıp güçlü durması, toplum içinde statü sahibi olmak için mücadele vermesi gereken erkekler, artık bunların üstesinden gelmekte zorlanıyorlar. Onlar için hayatta belirli bir statü oluşturmak, eskisine oranla daha da güçleşti.
Buna karşılık, bizim, yani kadınların rollerinde de değişimler oldu: Kendi kimliğimizi keşfettik, ideallerimizi belirledik. Daha duygusal, daha doyurucu, bizim güçlü modelimizle baş edebilecek, yardım çağrılarımıza da gerektiğinde cevap verecek erkeklerin arayışına girdik. Dışarıda kendi kimliğini oluşturmaya çalışan erkeğe, evde kadın ve anne rolleri yüklenmeye başladığında, söz konusu erkek ilişki içinde uyum sağlama güçlüğü çekiyor. Bunun sonucunda ise, ortaya tükenmiş erkek modeli çıkıyor.
Uyum sağlamakta zorlanıyorlar
Çocuk sahibi olmak, masada sıcak bir yemek, temiz çamaşırlar, derli toplu bir ev isteyen erkeklerin saltanatı, yeni kuşakla birlikte çöküyor çökmesine de, değişmeye çabalayan erkeklerimiz de tükenip gidiyorlar bu arada. Çünkü biz kadınlar yetinmeyi bilmiyoruz!
Beklentilerimiz ağır
“İlgili bir baba olsun, işinde başarılı olsun, düşünceli bir koca olsun!” Eşlerimizden istediklerimiz, beklentilerimiz, öyle yapılması çok zor şeyler de değil aslında. Ama... Unuttuğumuz bir şey var: Hiçbir erkek; ne babamız, ne ağabeyimiz, ne televizyondaki dizi oyuncusu...
Hiçbir erkek, bizim gibi ayrıntılı ve ince düşünemez. Çünkü bu onların yapılarına ters. Erkekler olaylara daha düz ve mantık çerçevesinde yaklaşır. Dolayısıyla, bizim gibi duygusal düşünmelerini istememiz ve bunu her defasında gündeme getirip, eleştirmemiz, onları yıpratıyor.
İmkânsızı istiyoruz
İnsanların beklentileri asla tükenmez. Tüketim çılgınlığıyla beraber, bizim kuşağımızda hayaller insana erişilebilirmiş gibi geliyor. Nasıl ki erkeklerin kafasında her zaman iş bitirici, hiç yorulmayan “süper kadın” imajı varsa ve bu imaj bizi nasıl “tüketiyorsa”, bizim kafamızdaki hatasız, yardımsever, mükemmel erkek tipi de onları “tüketiyor”! İsteklerimizin bir tanesini bile, gerçekleştiremediğimizi gördüğümüzde hem kendimize, hem de karşımızdakine yükleniveriyoruz.
Erkekler, eşlerinden daha fazla ilgi, daha iyi analık, daha iyi aşçılık beklerken, kadınlar da kocalarından daha çok para, daha fazla sadakat, daha iyi babalık, daha fazla yardımseverlik bekliyorlar. İsteklerin çıtasını her iki cins olarak azamiye indirmeliyiz.
Sorumluluk paylaşma yolları
Aslında kadın veya erkek, evlenecekleri noktada seçimlerine dikkat etmeliler. Yemek pişiren, evin bakımı ile ilgili tüm sorumlulukları üstlenebilecek kapasitede biriyle mi birliktesiniz gerçekten? Öncelikle biz kadınların eşlerimizin hangi konuda değişmeyeceklerini görmemiz ve bu gerçeklerle bir an önce yüzleşmesi gerek. Ardından da değişebileceği, çaba sarf edebileceği alanlara yoğunlaşmalıyız.
|
Şenay ÖZER
08.11.2006
|
|
|
|