Kavramın mucidi olması hasebiyle Huntington’ın ismiyle anılan “medeniyetler çatışması” tezine alternatif olarak ortaya atılan ve BM Genel Sekreterinin Türkiye ile İspanya’ya ihale ettiği “medeniyetler ittifakı” projesi için İstanbul’da yeni bir start verildi.
Gerçi bu konuda işin özüne dair esaslı itiraz ve eleştiriler var. Meselâ, medeniyetler çatışması tabirinin de, buna karşı geliştirilmek istenen medeniyetler ittifakı kavramının da yanlış olduğu yönünde görüşler seslendiriliyor.
Aynı şekilde, dünyada bir dinler çatışmasının söz konusu olmadığı da ifade ediliyor.
Nitekim Annan “Çatışmaların temelinde din değil, siyaset var” diyerek bunu söyledi.
Zaten, mesele derin ve anlaşılması zor entellektüel tartışmalar içinde kaybolmaktan kurtarılıp pratiğe yönelik pragmatik bir zemine taşındığında ulaşılacak sonuç da bu.
Aslında Annan’ın bu sözü yeni ve orijinal bir mesaj içermiyor.
Şimdiye kadar hem onun, hem de başkalarının ağzından defalarca sâdır olmuş, bilinen bir tesbitin yeniden tekrarından ibaret.
Aynı şeyi, İstanbul buluşmasında açıklanan “Akil Adamlar Raporu”ndaki görüş, tesbit ve teklifler için de ifade etmek yanlış olmaz.
Gerek söz konusu raporda, gerekse İstanbul buluşmasında yapılan konuşmalarda yeni herhangi birşey yok. Buna karşılık, raporun “durum tesbiti” bölümünde İslâm dünyasının iç sorunlarını tesbit babında sıralanan maddelerde, BOP bağlamında dile getirilen ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın söylemlerinde de gözlenen birtakım kritik ve kuşku uyandırıcı ifadelere yer verildiği gözleniyor.
Namus cinayetlerinin ve kadına baskı yapılmasının dinin gereği olarak takdim edildiği iddiası gibi. Gerçekte böyle birşey var mı?
Teklifler bölümünde, “aşırılığa karşı” alınacak tedbirlerden birinin, “dinci veya laik” bütün gruplara siyasete katılma imkânının verilmesi olarak ifade edilmesi ise, özellikle dinî gruplara yönelik “siyasallaştırma” tuzağını çağrıştıran bir husus olarak dikkat çekiyor.
Raporun, işsizliğe karşı gençlik istihdam projeleri geliştirilmesi gibi önerileri de şu ortamda realiteyle bağının kurulması zor entellektüel fanteziler olmaktan öteye gidemiyor.
Tabiî, her halükârda bu tür buluşmaların faydadan hâlî olduğu söylenemez. Ancak ulaşılması gereken yüksek idealleri, parlak ve gösterişli sunumlarla, ama içini boşaltarak harcayıp en azından geciktirme gibi çok ciddî riskleri içerdikleri de gözardı edilmemeli.
Bu çerçevede, söz gelişi raporda önemle vurgulanan Filistin meselesinin çözümü için samimî, güçlü ve gerçekçi yeni bir adım atılmadığı takdirde, söylenenler bilinenlerin bıktırıcı ve bezdirici bir tekrarından ibaret kalır.
Aynı şekilde, lâfa gelince Türkiye’nin AB üyeliğinin medeniyetler ittifakını sağlayacak en önemli olay olduğundan dem vururken, fiiliyatta AB için kılını dahi kıpırdatmaz hale gelen bir tavır ne kadar inandırıcı olabilir?
İstanbul, 2002 Şubat’ında AB-İKÖ Ortak Forumuna ev sahipliği yapmıştı. Ama arkası gelmedi ve beş yıl sonra hatırlayan bile yok
Son buluşmanın âkıbeti de öyle olmasın...
16.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|