CHP’nin genel başkanlık koltuğuna Atatürk ve İnönü’den sonra oturan üçüncü isim olmasından hareketle, Ecevit’e “üçüncü adam” sıfatını yakıştıranlar var.
CHP açısından bakıldığında bu sıfat doğru. Önce Atatürk’e “Ebedî şef,” ardından İnönü’ye “Millî şef” diyen zihniyet, Ecevit’i aynı mülâhazayla “üçüncü adam” ilân etti.
Siyasî serencamı ve iktidara geldiği dönemlerdeki icraatları, Ecevit’i CHP çizgisine çok yakışan, o çizginin tipik bir temsilcisi, o zincirin tutarlı bir halkası olarak gösteriyor.
Toplumsal hafızada “jandarma dayağı ve tahsildar tazyikinde somutlaşan devlet baskısı, yokluk, kıtlık, karne” gibi acı hatıralarla iz bırakmış olan CHP imajı, Ecevit ne zaman iktidara gelip başbakan olduysa yeniden canlandı.
1970’li yıllardaki başbakanlıklarını, AP hükümetini hedef alan 12 Mart 1971 müdahalesinin demokrat kitlede meydana getirdiği dağınıklığa borçluydu.
Ve o dönemdeki iki ayrı iktidarında da Türkiye'nin başına ciddî gaileler açtı. Kıbrıs meselesini kördüğüm haline getiren süreç onun iktidarıyla başladı. 12 Eylül’ün bahane olarak kullandığı terör ve kaos ortamı yine onun—aynı zamanda benzin, tüpgaz, yağ kuyruklarıyla anılan—başbakanlığı döneminde oluştu.
Ecevit yıllar sonra gelen iktidar fırsatını da 28 Şubat sayesinde yakaladı. Önce, dönemin partilerinin inanılmaz bir basiretsizlikle altın tepsi içinde sundukları “azınlık hükümeti”nin başbakanı oldu. Sonra Apo’nun paketlenip teslim edilmesiyle estirilen “Kenya fatihi” rüzgârı ile seçimden birinci çıktı.
Ama bunun ülkeye ödettiği bedel çok ağır oldu. Ecevit başkanlığındaki Anasol-M iktidarında hem temel hak ve özgürlükler yoğun baskı altına alındı, hem de cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizi patlak verdi.
27 Mayıs darbesini, İnönü’ye en yakın isimlerden genç bir CHP’li olarak hararetle desteklemiş olan Ecevit, 12 Mart ve 28 Şubat müdahaleleri sayesinde iktidar olmuştu.
Ama kaderin garip bir cilvesi olarak, 12 Eylül’den en çok zarar görenlerden biri de o oldu. Partisi kapatıldı, kendisi askerî tesislerde “ağırlandı,” siyaset yaptırılmayınca gazeteciliğe soyundu, defalarca yargılandı, hapis yattı. Yasaklar halkoyuyla kalktığında ise eski partisiyle tekrar bir araya gelemedi.
Ecevit’in bir başka önemli özelliği, kendi kafasına uyan tarikatlar için sergilediği “sevecen ve hoşgörülü” tavrı, ta 1950’li yıllardan itibaren çok katı bir şekilde karşı çıktığı Nurculuktan esirgemesiydi. Fethullah Hocanın okullarına verdiği desteği ise oralardaki “Atatürk resimleri ve köşeleri”yle açıkladı.
İşin “Nurculuk” boyutu için “Beni ilgilendirmiyor” diyen Ecevit’in, “Deprem ilâhî ikazdır” yorumuna gösterdiği tepkinin sertliği de aynı tutarlı bütünlüğün bir yansımasıydı.
Merve Kavakçı’ya sergilediği o unutulmaz “Bu hanıma haddini bildirin” tepkisi gibi...
Evet, ancak bir kısmını özetleyebildiğimiz özellikleriyle “Üçüncü adam” artık yok. Yaşadıkları ve yaşattıklarıyla tarihe intikal etti.
O şimdi bam başka bir âlemin eşiğinde...
08.11.2006
E-Posta:
[email protected]
|