Bağımsızlık siyasî mânâda elbette mümkün. Ancak etrafımıza baktığımızda mutlak mânâda hiçbir şeyi bağımsız, bağlantısız ve tek başına göremeyiz. Aksine her şey bir bütünün parçasıdır. Ya da her bütün parçalardan oluşur. İnsanlardan müteşekkil bir şehir, bir araya gelen şehirlerden devletler; taşlardan oluşan bir bina ya da câmi; veya inanan ve manevî bir maksadı ideal edinen insanlardan müteşekkil bir cemaat.
İlim adamları bir zamanlar, özelliğini kaybetmeden, bölünemeyen en küçük parça dedikleri atomun alt birimleri hususunda şimdi kararsızlar. Ancak mikro âlemde, inilen derinliklerde her şey bir binanın taşları gibi mimarî bir ahenk içinde omuz omuza vermiş yapı taşlarından ibaret olduğunda tereddüt yok. Bir zamanlar zannedildiği gibi bir elementi meydana getirmek için öyle fevkalâde özellikleri olan seçkin, süper bir atom yok. Birbirlerine karşı imtiyaz istemeyen, üstünlük taslamayan mütevazi atomların bir ahenk içerisinde bir nizam ve intizam dahilinde bir araya gelmesi ve belirli bir yörüngede dönmesiyle, bazen bir arı eliyle benzersiz lâtif bir gıda, bazen de dağları hatta küreleri yerinden oynatacak dayanılmaz bir güç olabiliyor.
Mağaradan başka mimarî eser bilmeyen vahşî bir adam, muazzam Süleymaniye veya Ayasofya camilerini büyük ihtimalle yekpare bir taş ya da kaya olarak düşünecek, taşları bir araya getiren mimarîyi, omuz omuza gelmesiyle hâsıl olan kuvveti, onları bir arada tutan cazibeyi kavramakta zorlanacak. Kendisinden öyle bir bina istense, iki taşı bir araya getiremeyen ya da aralarındaki bağları fark edemeyen zihni, câmi kadar büyük yekpare bir taş aramak gibi bir imkânsıza talip olacaktı.
Câmiyi öyle gören kişi, Tabiat Risâlesinde misâl verildiği gibi, birlikte namaz kılan cemaati nasıl görecek, arada nasıl bir bağ tahayyül edecek?
Atom altı ya da esir gibi lâtif maddeleri bir araya getirerek hava gibi hafif ve yumuşak maddelerden, taşlardan daha sert maddelere kadar sayısız eşyayı halk eden kudret ile, farklı mizaçlara sahip kalpleri de bir araya getirerek birbirlerine ve mazlûma karşı şefkatli ve merhametli, haksıza karşı şiddetli topluluklar yaratan aynı kudrettir. Bu kudretin âlemdeki tezahürünü görüp de, içimizde ona kalplerimizi açmamak ve tâbi olmamak büyük hatadır.
Tâ atom altı parçacıklardan başlayarak devam eden yapı taşı mantığı, gerçekte Âlemlerin Rabbinin, kâinatta câri kıldığı bir sünnetidir, bir âdetidir. Damlalar bir araya gelir denizleri, okyanusları; zerreler bir araya gelir dağları, taşları; hücreler bir araya gelir bitkileri ve hayvanları; taşlar bir araya gelir binaları… Bir araya gelmekte zorlanan tek varlık insandır.
Bu dağınıklıkta, bir araya gelmekle hâsıl olacak neticenin büyüklüğünü idrak edemeyişimizin etkisi büyük olsa gerek. Belki de insanların ekseriyeti, yer ve göğün tahammülünden kaçındıkları emanetin cüzlerinden olan benlik ve enaniyetten dolayı bir araya gelmekte zorlanıyorlar, güya izzet ve şerefleri sıradan kişilerle omuz omuza gelmelerine mâni oluyor. Toplumda kendilerini süper atom gibi özelliklere sahip, süper kahramanlar olarak gören insan sayısı az değildir. Kendisini fevkalâde hususiyetlere sahip gören kişilerin, arada kaynayıp gitmeye her halde gönülleri razı olmuyor.
Aslında arada kaynayıp gitmek, baş başa ya da omuz omuza verememektir. Bağımsız ve uyumsuz bir taş ya dağdadır, ya da bir enkazdadır. Elbette dağdaki yalnız bir taşın da bir çok vazifesi vardır. Ancak bir ustanın elinde işlenmiş olarak Süleymaniye’de vazife almış taşın maddî-manevî makamı, izzeti, şerefi ve ziyaretçisi kıyas kabul etmeyecek kadar yüksektir. Gerçekte omuz omuza veremediği için yıkılarak bir taş yığını ve enkaz haline gelmek; unutulup, kaybolup gitmenin, izzet ve şerefi ayaklar altına almanın en kötüsüdür.
Uhuvvet Risâlesinde nakledilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (asm) şöyle buyurur: “Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir.”
Kubbeli mimaride tonlarca ağırlığın yukarıda duruş şekli dikkat çekicidir. Taşların ağırlıkları onların çökmesine değil, güçlü bir şekilde ayakta durmasına sebep olur. “Seyyiat hasenata; günahlar, sevaplara kalbolur” ifadesinde olduğu gibi dezavantajlar avantaja, eksikler ve kusurlar fırsata dönüşür. En azından taşlar kadar olsak, eksiklerimiz ve kusurlarımız birbirimizi reddetmemize değil, yardımlaşma ve dayanışma ihtiyacının artmasına vesile olacaktır.
28.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|