Rahmet dininin en büyük şeâirlerinden olan mübarek Ramazan ayını ve de güzel bir bayramı geride bıraktık elhamdülillah. Cenâb-ı Hak tekrarını nasip etsin inşaallahu tealâ. (Âmin)
Ramazan ayı, başlı başına bir rahmetti, bir müjdeydi. Akabindeki bayramı da, Müslüman ve Mü’min olanları daha büyük bir müjde ve rahmete gark etti elhamdülillâh.
Bu yıl oruç tutanların sayısının arttığı ve maneviyâta olan talep ve ihtiyacın bariz bir şekilde öne çıktığı ve gözle görünür hale geldiği önemli bir rahmetli ve meyveli mevsimi, milletçe geride bıraktık.
“Sivil güç” kendisini biraz daha bariz ve ağırlıklı olarak gösterdi.
Belediyeler, zenginler, hamiyet sahipleri kurdukları çadır ve manevî sofralarla ön plana çıktı. Bu hayırlı hareketler yaygın hale gelince “öteki yakadakiler” mecburen susmak zorunda kaldı. Yoksa bunların “oy hesabıyla” veya “irticayı beslemeyle” bağlantılı olduğunu yazmadan duramazlardı. Ama köylere ve en küçük yerleşim merkezlerine kadar inen yardımlaşma, sehavet, cömertlik, izzet, ikram ve iâşeler onları susturmaya yetti. Bu sahada fazla bir sermayeleri kalmadı ve büyük ölçüde de iflâs ettiler.
Kâinatın kalbi hükmündeki Kâbe-i Muazzama’ya ziyarete giden, yüz binlerin, sath-ı arzda, gece gündüz durmadan gözyaşı döküp duâ eden milyonların yalvarış ve yakarışları müjdeli haberlerin en büyük kaynağı ve sebebiydi muhakkak.
Ramazan ayı boyunca dolup taşan mescidler, camiler, vakıflardaki coşku, sevinç, vakar, ciddiyet, tasarruf, ikram, izzet, muhabbet, kardeşlik, samimiyet ise başka bir boyutuydu bu güzelliklerin.
Yapılan hatimler, okunan Cevşenler, edilen duâlar, verilen zekât, fıtır sadakası ve yardımlarda takip edilen ihlâs, uhuvvet ve sadakat boşa gitmedi ve gitmeyecek inşallah.
Demokratik sahada DYP lideri Mehmet Ağar’ın iftar sofralarında ve halkın arasında söyledikleri büyük yankı uyandırdı. “Tüfekli güçlere” karşı sağlam duruşunu şu ana kadar demokrasi adına sabitledi ve geri adım atmadı. İnşaallah ümit ediyoruz ki bundan sonra da geri adım atmaz ve “dik durmanın” sonunu getirir. Bu beyanlarla sivil kanat ve millet rahat bir nefes aldı. Ramazan bereketi siyasî sahada da etkisini gösterdi.
AB birliği üye ülkelerdeki ve ABD’deki “kamusal alanlarda” en yüksek kademelerdeki yetkililerin katıldığı, iftar, ezan, oruç, duâ, Bayram Namazı programlarının “bizim klikleşmiş muhaliflerin” susmasına, dış dünyadaki muhaliflerin ise yumuşamasına vesile olması da müjdelerin başında gelen hususlardı.
“Asparagas haber üreticisi firmalar”, bu seneki mübarek Ramazanda fazla bir “malzeme” bulamadılar. Kafa karıştırıcı haberler yayınlayamadılar. “Oruç tutmayana dayak, alkol kullanana baskı!” diyemediler. “Cehenneme gitme özgürlük” sunucuları muhabirlere fazla prim verecek sahneler uyarlanamadı. Ekmeksiz kaldılar.
Arefe günü, mezarlıklardaki manzaralar bir başka deliliydi bu müjdelerin. Huzur ve saadet için!
Hayatta tanımak bahtiyarlığına eremediğim, iki yaşındayken rahmet-i rahmana kavuşan kıymetli ve rahmetli annemin Antalya Asrî Mezarlığındaki kabrini arefe gününde ziyaret eder, duâ ederim. Daha sonra da doğduğum ilçe olan Gündoğmuş’a, sıla-yı rahim için giderim. Bu sene de aynı şekilde ailece Antalya Asrî Kabristanına gidince şunu açıkça fark ettim. Bu yıl kabristana gelenlerin sayısı kadar çeşitlilik arz eden bir manzara ve coşku vardı. İhtiyar, çocuk, genç, kadın, erkek, fakir, zengin... Hülâsa her kesimden insanın büyük ve mahşerî bir kalabalıkla hücum ettiği kabristanda içimden “İşte arzulanan Türkiye!” diye geçirdim. Yapılan duâlar kadar, giyinişleri İslâmî gibi görünmese de ellerinde Kur’ân, Cevşen, Amme cüzü ve diğer çeşit çeşit duâ kitaplarıyla bu mübarek mekânları dolduran yüzlerce, binlerce kişi çok farklı ve ulvî bir manzara oluşturuyordu. Bu, umutsuzluğa düşen insanların ümide yönelmelerinin adeta canlı bir sembolü ve simgesiydi. İnanç ve kurtuluş! Aynı gün üç saat sonra ulaştığım, Batı Toroslar’ın zirve eteklerindeki ilçemiz Gündoğmuş kabristanında bizzat görüp yaşadığım manzara bundan farklı değildi. Giyecekleri İslâmî olmayan genç kızların ellerinde Kur’ân ve duâ kitaplarıyla kabristana koşmaları, dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de inanca olan ihtiyacın ne kadar lüzumlu ve elzem olduğunun en belirgin örneğiydi.
Manevî baharların ülkemiz, âlem-i İslâm, ve Küre-i Arz’ı ısıtarak devam etmesi, edebilmesi, “ciddî hizmet anlayışı, ihlâs, sadakat, metanet, gayret, himmeti” şiâr edenlerin mesai ve gayretlerine bağlı olduğunu unutmamamız gerekiyor.
“Derin devlete” ve “ötekilere” karşı, en tesirli ilâç, kurtuluş reçetesi ve panzehir: “Serin Gönüllülerin” sağlam duruşu, gayreti, sadakat, cömertlik ve affetmesine bağlı olduğunu gözden uzak tutmayalım.
İnsanlığın kurtuluş reçetesi olan Kur’ân hükümlerinin gönül, kalp, his, akıl ve bedenlerde yaşanıp, yaşatılıp tesirli ve devamlı olması dilek ve temennisiyle, bütün dost ve mü’min kardeşlerimin geçmiş bayramlarını tekrar tebrik ediyorum. Kesintisiz, ihlâslı, gayretli, samimî hizmet çizgilerinde Anadolu steplerinde birlikte koşturmayı, omuz omuza bu mukaddes dâvânın çilesini de, nimetini de beraber paylaşmayı ümit ve temenni ediyorum.
Daim hidayet ve istikamette olmak dilek ve temennisiyle.
28.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|