Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Sivil Toplum

Fransa’yı 1.000.000 kere protesto

Ermeni soykırımının olmadığını söyleyenlerin 45 bin Euro para cezası ve bir yıl hapis yatmasını öngören yasa teklifinin Fransa Meclisinden geçmesi sebebi ile büyük bir infial yaşıyoruz. Bu yasa teklifi henüz Senato kanadından geçerek yasalaşmış olmamakla birlikte, Meclis’ten geçmiş olması da, ciddî bir mevzi kaybı olduğunu not düşmek gerekiyor.

2001 yılında kabul edilen önceki yasa gereği, sözde Ermeni soykırımının varlığı zaten kabul edilmiş bulunmaktadır. Bu yasa, bunu inkâr edenlere yaptırım getirip daha ileri bir noktaya taşıyarak konuyu gündemde tutmanın ve bu yasa üzerinden Türkiye’nin sıkıştırılmasının bir yolu gibi kullanılıyor.

Bu tür yasa ve iç hukuk düzenlemeleri ile kendi seçmen desteğini artırmaya çalışan bir siyasî harekete, Meclis’te böyle bir teklif görüşülürken, hükümet adına yapılan açıklamalarda sözde soykırımın olmadığı, Ermeni çetelerin yaptıkları, Osmanlı vatandaşı olduğu halde Osmanlıya karşı Rus ve Fransız üniformasında savaşmış oldukları hiç dile getirilmeden, adeta dostlar alış verişte görsün gibisinden “hükümet bu öneriye karşı” demeçlerinin bir anlamı yoktur.

Tüm bunların üzerine Orhan Pamuk’un aynı gün Nobel Edebiyat Ödülüne layık görüldüğünün açıklanması çok enteresan bir zamanlama olmuştur. Orhan Pamuk’un böyle bir gelişmenin olduğu günde ödül aldığının açıklanması, ödül almasının 301. maddeye bağlı olduğu şeklinde spekülasyonların her zaman konuşulmasına neden olacaktır. Bu, ülkemiz ve milletimiz açısından olduğu kadar, herhalde Orhan Pamuk için de buruk bir durumdur. Keşke Orhan Pamuk için böyle bir dava süreci olmaksızın, böyle bir ödüle layık görülmesi mümkün olabilseydi.

12 Ekim günü yaşanan bu iki gelişme ister istemez bir çok insanda karmaşık duygulara sebep oldu. AB karşıtı olanlar, neredeyse zil takıp oynayacaklar. “Gördünüz mü AB’nin ne olduğunu anladınız mı?” demeye ilk günden başladılar. Fransa’da yaşanan gelişme bizi AB’nin dışına iterken, İsveç’ten gelen haber içine davet eder gibidir. Yani, bir başka deyim ile içlerine almak istemiyorlar, ama tamamen de kaybetmeye razı değiller. Bunun için de açık veya gizli imtiyazlı ortaklık niyetlerini ortaya koyuyorlar.

Fransa’da Türkiye’nin tam üyeliğine kamuoyu desteği en düşük ülkelerden olduğunu unutmamak gerekiyor. Fransa bu tavrı ile 2014 yılında tam üye olabilecek Türkiye’nin üyelik talebinden kendi isteği ve “küstüm oynamıyorum” tavrı ile vazgeçmesini hedeflemektedir. Ayrıca, Ermeni asıllı seçmenlerin oylarına talip olarak, bir taş ile iki kuş vurmanın önünü açmış olmaktadır. Doğrusunu isterseniz, plânını başarıyla uyguladığını söylemek gerekiyor.

Fransa’da ve diğer ülkelerdeki benzer gelişmelere tepki verilmesine gelindiğinde sürekli Fransızların Cezayir’de yaptıkları katliâm veya soykırım hatırlanmakta, bir koz gibi “biz de Cezayir soykırımını inkâr edenleri içeri tıkalım” teklifleri ilk anda söylenmekte, TBMM Komisyonlarında görüşülmekte. “Fransa inkâr yasasını çıkartırsa Cezayir’de soykırım olmuştur. Teklif kanunlaşmaz ise, Cezayir’de soykırım yoktur” anlayışı yerine, sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin ve araştırma gruplarının Cezayir’de (veya başka bir yerde, başka ülkenin yaptığı zulmün) Fransızların yaptığı zulmü ve katliamı belgesel hale getirecek, yayın ve çalışmaların finansmanına destek olunmalıdır.

Cezayir’e gidip araştırma yapmış ve bunu sözde Ermeni soykırımı ile mukayese ederek yayınlamış bir akademisyen var mıdır bilemiyorum. Ayrıca, Fransa’nın arka bahçesi görüntüsü veren Cezayir’de yönetimin bu konuyu ne kadar dillendirdiği ve böyle bir araştırmaya sıcak bakacağı meçhuldür. Burada yapılacak şey, sivil toplum kuruluşları (yani etüd ve araştırma yapmak üzere kurulmuş) vasıtası ile bu araştırmaları finanse etmektir.

Bunun yanında bu ve benzeri alanda çalışacak STK’ların yöneticilerini, sendikalardaki ücretsiz-izinli uygulamasındaki gibi daha serbest bir statüde çalışma imkânı sağlamaktır. Bu şekilde tabela halindeki bir çok STK’nın finansmanını belki de AB, yaptığı projelerle, Fransa gibi ülkelerde karşı tanıtım yapmak imkânı olacaktır. Bunların doğru etki yapabilmesi için ülke içinde demokrasi ve düşünce hürriyeti konularında yasaların lehine uygulanacağı için bir iklimin oluşması gerekiyor. Kamudaki gizli işsizlik düşünüldüğünde, STK’larda aktif olarak çalışacak personelin maaşları kendileri tarafından ödeneceğinden tasarruf bile sağlanacaktır.

Bu ve benzeri çirkin iddialara sivil toplum boyutunda karşılık vermek gerektiğini düşünüyorum. Bunun için STK’lar ile PTT ortak bir proje geliştirerek, 1.000.000 mektup kampanyası başlatılabilir. PTT, kampanyaya katılacak STK gönüllülerinin el yazısı ile yazacağı mektup veya yapacakları resimleri ücretsiz olarak Fransa’ya ulaştırabilir.

El yazısı ile her biri farklı kalem ve iradenin ürünü olan mektup veya resimler, Meclis ve Senato üyeleri yanında kanaat önderlerine ulaştırılmalıdır. Dışişleri Bakanlığı da, bu adreslerin temininde yardımcı olursa, sanırım en güçlü protesto da yapılmış olacaktır. Hem bu yol ile AB konusunda ilerleyişimiz devam ettirilerek, bir taş ile iki kuş vurmak isteyen Fransız siyasilerine en güçlü tokat vurulmuş olacaktır.

Emin Talha KARAMUSA

17.10.2006


Güdümlü akademisyenlik olabilir mi?

Geçen günlerin önemli gündem maddelerinden birini, TESEV’in akademisyenlerin katkısıyla hazırlattığı “Almanak Türkiye 2005: Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim” adlı çalışma oluşturdu. Çalışma daha önce yapılmasına rağmen, pek bilinmiyordu. Ancak Genelkurmay Başkanı tarafından gündeme getirilmesiyle en çok arananlar arasında yer aldı. Ardından soruşturmalar açıldı, vesaire...

Almanak’ın muhtevasından daha çok konuya akademik hayat ve bilim açısından değinmek istiyorum.

Öncelikle belirtmek isterim ki, bilim yaparak sürekli gelişmek insanın tabiatında vardır. Bu özellik onu diğer canlılardan ayırır. Akademik hayat insana bu vasfını geliştirme fırsatı verir. Böylece bilim ve entelektüel sermaye sürekli yenilenir, gelişir ve artar.

Biliyoruz ki, insan denilen varlığın aklı, sayısız duyguları, arzu ve yetenekleri vardır. Tüm bunlar sürekli bir değişim içindedirler. İnsanın bu değişimi doğru yönetmesi, ya da sağlıklı bir gelişime yöneltmesi ancak bilimsel ortamlardaki özgür çalışmalarla mümkündür. İnsanın tabiatındaki baskıcı ve aşırı himayeci tutumlara reaksiyon gösterme potansiyeli, bilimsel özgürlüğün gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Akademisyenlik mesleği din adamları ve yargı mensupları yanında cübbe giymeye hak kazanmış üç meslek gurubundan birisidir. Rosovsky’nin ‘Bir dekan anlatıyor’ adlı kitabında da belirttiği gibi cübbe özgürlük, olgunluk, vicdanına ve Yaratıcı’ya karşı sorumluluk simgesidir; kişinin iç bağımsızlığını vurgular.

Bu sebeple bir bilim insanının, ne yapacağını ona söyleyen ve söylediğini yaptıran bir patronu, emredeni olamaz. Bu meslek güdümlülüğü ve dış müdahaleleri taşıyamaz. ”Siz nasıl emrediyorsanız öyle karar alalım” demek nasıl ki bir hakime yakışmaz; aynen onun gibi bir bilim adamı da çalışmalarında emre uygun sonuçlar çıkartamaz. Yani objektif ve de eleştirel bakış açısını esas tutup; daima gerçekleri söyleme cesaretinde olmalıdır.

Üniversiteler akademisyenlere özgürlük ve güven ortamını sağlamakla yükümlüdürler. Bir dekan idari olarak rektörden emir alabilir; emir yerine getirilmediğinde de dekanlık görevinden alınabilir. Fakat bir akademisyen kendi uzmanlık alanında sadece o alanın entelektüel baskısı altındadır. Başka bir emredici kişi bulunmaz. İşte akademik özgürlük budur. Bununla birlikte etik kaideler ve uyulması gereken hukukî kurallar bu özgürlüğü de mutlak özgürlük alanından çıkartır ki, doğrusu da budur. Ancak bir akademik çalışmanın cevabı veya çürütülmesi, bilimsel metotlarla yapılan başka bir akademik çalışmayla verilir.

Akademik hayatta sürekli bir hareketlilik vardır. Özellikle günümüzde bilgilerin hızlı şekilde artması ve bilgiye ulaşma kolaylığı sonucu her bilim dalı etkilenmekte, bilim terminolojileri gitgide değişmekte; çok ilginç teoriler ve orijinal yeni fikirler ortaya çıkmaktadır. Böylece eski bilgileri savunanlarla yeni bilgilere ulaşanlar arasında çatışmalar oluşmakta; netice itibariyle çoğu tabular kırılmakta, ezberler bozulmaktadır. Tarihi süreçte bilimler işte sağlam dayanağı olan böylesi fikirlerin birikimiyle ilerlemekte ve gelişmektedir.

Zorlama, baskı ve güdümlülük bulunan geri toplumlarda ise bilim gelişememekte; bunun yerini taklitçilik almaktadır. Beşerî, sosyal ve pozitif bilimlerin gelişememesiyle demokratikleşme ve sivilleşme gerçekleşmemekte, para sermayesi de dışarıdan alınan hazır teknolojiye gitmektedir.

Günümüzde ülkeler arasındaki bilim ve teknoloji yarışı aslında üniversiteler arası yarıştır. Yani akademisyenler arası yarıştır da diyebiliriz. O halde çağı ancak akademisyenlerimizle yakalayabiliriz.

Şunu da vurgulayalım ki, 21. yüzyıl insanı artık bazı akademik özelliklere sahiptir. Yani gerçekleri araştırma, sorgulama ve bilme eğilimi gitgide artmakta; bir şeyi peşinen kabul veya reddetme eğilimi ise gerilemektedir. Yani akademik bir insan tipi oluşmakta; bu da entelektüellerin sorumluluğunu daha da artırmakta, toplumdan geri kalmamak için daha çok çalışmalarını gerektirmektedir.

Prof. Dr. Gürbüz AKSOY

17.10.2006


STK’lara iletişim teknolojileri eğitimi

Sivil Toplum Geliştirme Merkezi (STGM) uzun süredir yaptığı çalışmalar sonucunda Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK) iletişim teknolojileri konusunda yeterli donanıma sahip olmadıklarını fark edip bu konuda da bir eğitim programı hazırladı.

Böylece, Kapasite Geliştirme, Proje Döngüsü Yönetimi ve Yerel Uzman Yetiştirme Eğitimlerine yeni bir başlık daha eklenmiş oldu. STK’lar için çok yararlı olacağı düşünülen bir programın pilot çalışması 1-3 Kasım 2006 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilecek. Pilot organizasyonun sonucuna göre yapılacak ayarlamalardan sonra ise diğer illerdeki STK’lılara ulaşılacak.

Üç gün boyunca sabah 09:30’dan akşamüstü 18:00’e kadar sürecek olan bu iletişim teknolojileri eğitiminde konular iletişim teknolojilerine giriş, bilgisayarlı iletişim araçları ve elektronik imkanlar, bilgisayar teknolojisinin temelleri ve internet, elektronik tablo uygulamaları (Microsoft  Excel) ve elektronik sunuş hazırlama teknikleri (Microsoft Powerpoint) başlıkları altında toplanarak katılan STK yetkililerine sunulacak.

STGM tarafından organize edilecek bu eğitime katılım için aranan tek şart ise herhangi bir STK bünyesinde amatör ya da profesyonel olarak bilgisayarlı teknolojiler konusunda görev yapıyor olmak.

Eğitime katılmak isteyen STK temsilcileri en geç 20 Ekim 2006 tarihine kadar  www.stgm.org.tr/egitim adresindeki başvuru formunu doldurarak [email protected] adresine ya da 0 312 442 57 55 telefon numaralı faksa formlarını göndermeliler. Eğitime kabul edilen temsilcilerin listesi de 20 Ekim 2006 tarihinde açıklanacak.

Ömür GÜLTEPE

17.10.2006


“STK Eğitim ve Sertifika Programı”

İstanbul Bilgi Üniversitesi Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ve Araştırma Birimi tarafından yapılacak olan “STK Eğitim ve Sertifika Programı” 14 Kasım 2006’da başlayıp, 1 Haziran 2007 tarihine kadar sürecek.

STK Eğitim ve Sertifika Programı kapsamındaki eğitim,  STK çalışanlarının ve gönüllülerin yönetim, iletişim ve savunuculuk becerileriyle desteklenerek kurumsal kapasitelerini geliştirmeye yönelik hizmetler sunacak. Katılımcılara kendi içinde bütünlüğü olan bir eğitim programı kapsamında, kuramsal bilgiyle de desteklenmiş bir beceri ortamı sağlanacak.

Eğitim programlarının eğitmen kadrosu deneyimli STK çalışanları, öğretim üyeleri ve görevlilerden oluşuyor. STK Eğitim ve Sertifika Programı başvuruları için son gün 13 Ekim 2006. Katılım şartaları, program hakkında daha fazla bilgi ve online başvuru için:http://stk.bilgi.edu.tr

17.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004