Mehmet Ağar'ın son haftalardaki kararlı çıkışı, birçok çevrede olduğu gibi, bizim Kürt kökenli hemşehrilerimiz arasında da ciddî tartışmalara yol açtı.
Tâbiri câizse, hemşehrilerimiz bu hususta kelimenin tam anlamıyla ikiye ayrılmış durumda.
Ağar'ın meselâ büyük dalgalanmalara sebep olan "Dağda silâhla dolaşacaklarına, gelsin ovada siyaset yapsınlar" ve "Biz evlâdını kaybetmiş analar arasında ayrım yapmayız" tarzındaki sözlerinden dolayı, onun samimiyetine ve ciddiyetine inananlar var, bir de inanmayanlar var.
Bu konuyu yaklaşık üç haftadır aralarında tartışıp duruyorlar.
Bilhassa bayram ziyaretlerinde bu tartışmanın hem şekline, hem de mahiyetine yakînen şahit olduk.
Tartışmanın tarafları, zaman zaman âdeta kavga eder gibi konuşuyordu.
Yer yer sinirlerin alabildiğine gerildiği, hemşehrilik, hatta akrabalık bağlarının bile neredeyse kopma noktasına geldiği durumlar yaşandı.
O gibi durumlarda, öncelikli vazifemiz tarafları yatıştırmak oluyor.
Öte yandan, bu hararetli tartışmaların arasında iki tarafın da ister istemez birleştiği ve mutabık kaldığı bir nokta vardı ki, en radikal gidenin dahi hızını kesiyordu.
O önemli nokta da şudur: Bulunduğumuz hemen her mecliste, ateşli taraflara şunu sorduk: "Arkadaşlar, siz hiç oğlu eline silâh alıp dağa çıktı diye sevinen bir Kürt anasını gördünüz mü? Var mıdır, olabilir mi öyle bir ana? Hatta, böyle bir duruma hemen hepsi de elem–ıztırap çekerek ağlamıyor mu?"
Taraflardan aldığımız cevap tekti: Hiçbir ana oğlunun dağa çıkmasını, çatışmaya girmesini istemiyor...
Hiç kimse de bunun aksini iddia edemedi. (NOT: Tek başına bu realite bile, etnik temele dayalı terör eylemlerinin aslında vicdanlardan çıkmış bir "millî hareket" olmadığını açıkça ispat ediyor. Bir başka açık realite de şudur: Eli silâhlı kızların da hemen tamamına yakını dağa zorla ve aileleri tehdit edilerek götürülmüşlerdir.)
* * *
Anaların durumu hakikaten öyledir. Hiçbir ananın yüreği, evlâdının dağa çıkmasından ve silâhlı çatışmalara girmesinden yana değildir. Kendi çevremizde biz bu açık gerçeğin şahidiyiz.
Bir başka şahitliğimiz de şudur: Aynı analar, kendi evlâdı gibi askerlerin vurulmasını da istemiyor. Onların da ölenlerine için için ağlıyor, cenazelerin arkasından gözyaşları döküyor.
Bizzat, gözlerimle ve kulaklarımla onların şu hazinâne sözlerine şahit olmuşumdur: "Ah yavrum âh! Şu ölen asker de bizim gibi bir ananın, bir babanın evlâdıdır. Onun da yolunu gözleyen yakınları var. Onun da ağlayacak bir eşi yahut nişanlısı var; bacıları, kardeşleri var..."
Evet, yakînen şahit olduğumuz kadarıyla anaların durumu aynen böyle de, babalarınki biraz farklı.
O farklılık da şuradan geliyor: Terör örgütü saflarında çatışarak ölenlerin babaları, devlete, devlet güçlerine karşı zamanla kin ve nefretle doluyor. Meseleyi adeta bir "kan dâvâsı" gibi görüyor.
Eskiden (1984'ten evvel) durum böyle değildi. Babalar da fikren çocuklarının yanında değildi. Hatta, ideolojilerini şiddetle reddediyordu.
Ama, ne zaman ki, silâhlar konuştu, ortalık kan yerine döndü, babaların da tavrı, hasseten duygu ve düşünceleri değişmeye başladı.
Bölgede, terör örgütünün taban bulmasının en önemli sebebi kesinlikle budur. Yoksa, böyle bir örgütün vicdanlarda yer bulmasının imkân ve ihtimali olmazdı.
* * *
Şu an itibariyle, acılı babaların ne düşündüğünü henüz tam olarak kestiremiyoruz.
Ancak, anaların çoğunun çatışmaların bitmesinden ve akan kanın durmasından yana olduğunu tereddütsüz söylemek mümkün. Bu noktada Ağar'ın son çıkışına büyük destek var.
Dağlarda silâhların değil, kuşların öttüğü bir ülke özlemini çeken önemli bir kesim de şudur: Silâhlı çatışmayı reddeden, demokratik mücadeleden yana olan, ancak, terör örgütünün baskısından ve terörün devamından yana olan sinsî odaklardan çekindiği için varlığını tam olarak hissettiremeyen sağduyu sahibi Kürt kökenli aydın kesim.
İşte Mehmet Ağar, analar gibi bu kesimin hissiyatına da tercüman oluyor.
Günün Tarihi
Son Meclisin son seçimi
28 Ekim 1919: 1911'de kurulan Hürriyet ve İtilâf Fırkasının lideri Miralay Sadık Bey (1860–1943), on gün sonra yapılacak olan mebus seçimlerine parti olarak katılmayacaklarını Sadâret (Başbakanlık) makamına şu yazılı metinle bildirdi: "Anadolu'daki Kuva–yı Milliye hareketi İttihatçılıkla alâkalı olduğundan, onun yanında değil, karşısındayız. Bu sebeple, yapılacak milletvekili seçimlerine iştirak etmeyi de düşünmüyoruz."
Bu esnada İstanbul İtilaf devletlerinin işgali altındaydı. İtilaf Fırkası da onlara yakın duruyordu. Bu sebeple özellikle Anadolu'dan büyük tepki alıyordu. Anadolu'dan mebus çıkarma şansı zaten hiç yoktu.
Osmanlı'da son seçim
Milletvekili seçimleri 7 Kasım günü yapıldı. Padişah veya hükümet yanlısı olarak seçilenlerin sayısı çok azdı.
Meclisin mutlak çoğunluğunu, Rumeli ve Anadolu'da kurulan Müdafaa–yi Hukuk Cemiyetlerinin desteklediği "Millî Hareket"in taraftarları teşkil ediyordu.
Osmanlı'nın bu son Meclis–i Mebusanı 12 Ocak 1920 günü açıldı ve ilk oturumunu gerçekleştirdi.
17 Şubat'ta ise, Erzurum ve Sivas kongrelerinde alınan Misâk–ı Millî kararını aynen kabul etti.
16 Mart günü, İngiliz kuvvetlerinin İstanbul'u kanlı bir baskın düzenleyerek fiilen ve alenen işgal etmesi üzerine, zaten Kuva–yı Milliyeci olan mebusların pekçoğu bir yolunu bularak Anadolu'ya geçti. Halk, onları büyük bir tezahüratla karşıladı.
Ankara'da kurulan ilk meclis de, işte bu mebuslardan müteşekkil idi.
18 Mart'ta çalışmalarına ara veren son Osmanlı Meclisi, son Padişah Vahdeddin'in 11 Nisan 1920'de yayınladığı bir irade ile temelli kapatılmış oldu.
28.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|