Ahrar ve demokrat tâbirlerini günümüzde "hürriyetçi demokrasi" şeklinde birleştirmek mümkün.
Ahrar, aynı zamanda Yeni Osmanlılar'ın (Jön Türkler) Eylül 1908'de kurdukları siyasî partinin ismidir.
O tarihte İstanbul'da bulunan Üstad Bediüzzaman, kendisinin ve talebelerinin İttihatçılara karşı "Ahrarlara nokta–i istinat" olduklarını beyan ediyor. (Emirdağ Lahikası, sayfa: 271)
Aynı desteği o tarihten otuz beş sene sonra bu kez Demokratlar için gösterdiklerini ifade eden Üstad Bediüzzaman, bu iki siyasî hareket arasında misyon bazında bir irtibat kuruyor ve Demokratları eski Ahrarların devamı ve takipçileri olarak tarif ediyor. (Bkz: Age, aynı sayfa; Beyanat ve Tenvirler, sayfa 202)
Münazarat isimli eserinde ise, hürrriyet ve meşrûtiyet hareketi ile, bu harekete ciddî katkıları bulunan Ahrar Fırkasının samimî hizmetlerinden bahseden Bediüzzaman, "ekser ahrarın mutekid Müslümanlar" olduğunu dikkat nazarlarına hatırlatma ihtiyacını duyuyor. (Age, s. 125)
Aynı eserin 83. sayfasında, samimî hürriyet ve meşrûtiyet sevdâlısı olarak gördüğü Ahrar Fırkası mensuplarının ciddî bir iktidar hazırlığı içinde olduğunu belirten Üstad Bediüzzaman, bu gayretlerin patlatılan mürettep "31 Mart Vak'ası"yla suya düşürüldüğünü ifade ediyor ve bunun "Câ-yı dikkat bir nokta-i siyah" olduğunu özellikle nazara veriyor.
Bediüzzaman Hazretleri, bütün bu aksiliklere rağmen, hürriyet ve meşrûtiyetin lüzumunu, ehemmiyetini avama da, havasa da anlatmaya devam eder.
Şarktaki aşiret mensuplarının "Şu tarif ettiğin meşrûtiyetin ne miktarı bize gelmiş ve niçin bütün gelmiyor?" şeklindeki suâlerini şu şekilde cevaplıyor Bediüzzaman Said Nursî: "Ancak, on kısmından bir kısmı size gelmiş. ...Siz eğer tembel kalıp da yolunu yapmazsanız, ...yüz sene sonra tamamen cemâlini göreceksiniz." (Münazarat, s, 29)
İşte, o "yüz sene" de geldi, çattı.
Üstad Bediüzzaman, 1907 senesinin sonlarında İstanbul'a geldi; 1908'de ise hürriyet ve meşrûtiyetin ilânında aktif vazife aldı. Gidişata bakarak da tarih verdi: "Yüz sene sonra" diyerek...
(Devamı var)
Bayramlık
"Niyet ettim 'şeker bayramı' namazına..."
Yazının başlığı, bir anormalliğin ironik lisanla ifadesidir.
Bu konu, imam efendinin cemaate "Vacip olan Ramazan Bayramı namazına niyet" için yaptığı hatırlatma esnasında hatırıma geldi.
Bilirsiniz, mübarek Ramazan Bayramına ısrarla "şeker bayramı" diyenler var. Oysa bunlar:
1) Ramazan ayına "şeker ayı" demezler; diyemezler.
2) Ramazan'da fitre verirken, buna "şeker fitresi" demezler, diyemezler.
3) Bayram namazını kılarken de "...şeker bayramına niyeti" demezler, diyemezler.
Ama gelin görün ki, bayramın ismini ille de "şeker bayramı" diye söyleyip dururlar. Sizce de bu işte bir anormallik yok mu?
Günün Tarihi
Darwin'in "tabiatperest" çıkışı
24 Ekim 1859: Meşhûr İngiliz teorisyeni Charles R. Darwin’in büyük sükse meydana getiren “Türlerin Kökeni” isimli kitabı piyasaya çıktı. İlk baskıda 1250 adet basıldı.
Aradan yüz elli yıl kadar bir zaman geçtiği halde, bu kitapta ortaya attığı teorileri ispatlanamayan Darwin, İngiliz ilim çevrelerince de artık ciddiye alınmıyor. Zira, bu teorilerin hiçbiri "ilmî kànun" kategorisine girmedi ve girmiyor.
Ancak, yine de Darwin''i (1809–1882) fazlasıyla önemseyen ve teorilerini ciddiye alan "maymun iştahlı" insanlar var. Özellikle de Türkiye'de.
Darwin'in "tabiî seleksiyon", bir başka ifadeyle "doğal ayıklama" teorisine dayanan ve kısaca "Türlerin Kökeni" ismini alan bu kitabında, canlı türlerin hırsa ve bilhassa "kuvvete dayalı" olarak varlıklarını devam ettirdikleri, zayıf olanlarınsa neslinin tükendiği iddia ediliyor.
Mamutları, dinozorları güldüren bu teoriye, daha çok ateistlerle tabiatperestler perestij ettiler. Şahsiyetli ilim adamları ile şuurlu iman sahipleri ise, bu teoriyi çürütmek için epeyce bir mesai sarfettiler.
Darwinizmin temel taşlarını parçalayan en kuvvetli ilmî delilleri Nur Risâlelerinde bulmak mümkün. Burada, bunlardan yüzlercesinden sadece bir–iki tanesine kısaca yer verelim.
* Haşir Risâlesinin İkinci ve Beşinci Sûretinden: "...Bu gidişâta, icraata bak! Nasıl en fakir, en zayıftan tut, tâ herkese mükemmel, mükellef erzak veriliyor, kimsesiz hastalara çok güzel bakılıyor. ...Bak, senin gibi sersemlerden başka herkes vazifesine gayet dikkat eder, kimse zerrece haddinden tecavüz etmez. ...Demek, şu saltanat sahibinin pek büyük bir keremi, pek geniş bir merhameti var; hem, pek büyük izzeti, pek celâlli bir haysiyeti, nâmusu vardır.
"...Bak, bu işler içinde, görünüyor ki, o misilsiz zâtın pek büyük bir şefkati vardır. Çünkü, her musîbetzedenin imdadına koşturuyor, her suâle ve matlûba cevap veriyor. Hattâ, bak, en ednâ bir hâceti, en ednâ bir raiyyetten görse, şefkatle kazâ ediyor. Bir çobanın bir koyununun bir ayağı incinse, ya merhem, ya baytar gönderiyor."
* İktisat Risâlesinin Yedinci Nüktesinden: "...Hırs ve kanaatin tesiratı, zîhayat âleminde gayet geniş bir düsturla cereyan ediyor. Ezcümle, rızka muhtaç ağaçların fıtrî kanaatleri, onların rızkını onlara koşturduğu gibi, hayvânâtın hırsla meşakkat ve noksaniyet içinde rızka koşmaları, hırsın büyük zararını ve kanaatin azîm menfaatini gösterir.
"Hem zayıf umum yavruların lisan-ı halleriyle kanaatleri, süt gibi lâtif bir gıdanın, ummadığı bir yerden onlara akması ve canavarların hırsla noksan ve mülevves rızıklarına saldırması, dâvâmızı parlak bir surette ispat ediyor.
"Hem semiz balıkların vaziyet-i kanaatkârânesi, mükemmel rızıklarına medar olması ve tilki ve maymun gibi zeki hayvanların hırsla rızıkları peşinde dolaşmakla beraber kâfi derecede bulmamalarından cılız ve zayıf kalmaları, yine hırs ne derece sebeb-i meşakkat ve kanaat ne derece medar-ı rahat olduğunu gösterir."
24.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|