|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Rahmet sahibi Rablerinden onlara selâm vardır. Sizler, ayrılın, ey mücrimler!
Yâsin Sûresi: 58-59
|
24.10.2006
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Yoksula yardım etmek kişiyi kötü ölümden korur.
Câmi'ü's-Sağîr, c: 3, 3763
|
24.10.2006
|
|
Bayramlarda zikrullaha teşvik var
Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal ve âkıbetbînlik adesesiyle, gayet şâşaalı bir gece bayramında, hapishane penceresinden bakarken, nazar-ı hayâlime inkişaf eden bir vaziyeti beyan ediyorum. Sinemada, eski zamanda mezaristanda yatanların vaziyet-i hayatiyeleri göründüğü gibi, yakın bir istikbalde mezaristan ehli olanların müteharrik cenazelerini görmüş gibi oldum. O gülenlere ağladım. Birden bir tevahhuş, bir acımak hissi geldi. Aklıma döndüm, hakikatten sordum: “Bu hayâl nedir?” Hakikat dedi ki:
Elli sene sonra, bu kemâl-i neşe ile gülen ve eğlenen zavallılardan elliden beşi, beli bükülmüş, yetmiş yaşlı ihtiyarlar gibi; kırk beşi, mezaristanda çürümüş bulunacaklar. O güzel simalar, o neşeli gülmeler, zıtlarına inkılâp etmiş olacaklar. “Gelmesi muhakkak olan herşey, yakındır” (Hadis-i Şerif) kaidesiyle, madem yakında gelecek şeylerin gelmiş gibi görülmesi bir derece hakikattir; elbette gördüğün hayâl değildir.
Madem dünyanın gafletkârâne gülmeleri, böyle ağlanacak acı hallerin perdesidir ve muvakkat ve zevâle mâruzdur. Elbette bîçâre insanların ebedperest kalbini ve aşk-ı bekâya meftun olan ruhunu güldürecek, sevindirecek, meşrû dairesinde ve müteşekkirâne, huzurkârâne, gafletsiz, mâsumâne eğlencelerdir ve sevap cihetiyle bâkî kalan sevinçlerdir. Bunun içindir ki, bayramlarda gaflet istilâ edip gayr-ı meşrû daireye sapmamak için, rivâyetlerde, zikrullaha ve şükre çok azîm tergîbât vardır. Tâ ki, bayramlarda o sevinç ve sürur nimetlerini şükre çevirip, o nimeti idâme ve ziyadeleştirsin. Çünkü şükür nimeti ziyadeleştirir, gaflet ise kaçırır.
Said Nursî
(Lem’alar, s. 273, Y.A.N., 1994)
Lügatçe:
âkıbetbîn: İleri görüşlü. Sonunu önceden gören.
adese: 1. Mercek. 2. (Mec.) Bakış açısı.
tergîbât: Teşvikler, isteklendirmeler, rağbet vermeler.
|
24.10.2006
|
|
‘Karanlık madde’ esir maddesi mi?
26 Ağustos 2006 tarihli haber merkezlerine düşen bir haber:
“Amerikalı bir grup bilim adamına göre evrenin yüzde 25’i, gezegen, yıldız ve galaksilerden değil karanlık madde olarak adlandırılan maddeden oluşuyor.
“Uzmanlar, ışık yaymayan ve ışığı yansıtmayan, bu nedenle de görülemeyen karanlık maddenin varlığına dair ilk somut kanıtı bulduklarını belirtiyorlar.Vurguladıkları bir diğer nokta da görebildiğimiz kütlelerin oranının sadece yüzde beş olması. Karanlık madde, adının çağrıştırdığı gibi esrarengiz bir kavram. Bugüne dek gökbilimciler karanlık maddenin varlığını sadece çıkarım yoluyla belirleyebiliyordu. Gökbilimciler 1930’lardan bu yana galaksi öbeklerinin görünen kütlelerle açıklanamayacak kadar yüksek çekim gücü olduğunu biliyorlardı. Ancak öbekler içinden gözle görülmeyen maddeyi ayırmak imkânsızdı. Tâ ki gökbilimciler, 100 milyon yıl önce iki büyük galaksi öbeğinin çarpışmasını görene dek. Uzmanlar somut kanıtı işte burada bulduklarını söylüyorlar. NASA’nın Chandra ve Hubble teleskopları ile Avrupa uzay ajansı ve macellan teleskoplarını kullanan uzmanlar, çarpışma sonucu galaksilerdeki gazlarla maddelerin ayrıştığını, beklenenin aksine sıcak gaz bulutları çevresinde değil, tamamen boş görünen bir başka kesimde büyük bir çekim gücü olduğunu belirledi. Arizona Üniversitesi’nden Doug Clowe’a göre, bu, ‘karanlık maddenin hem varolduğunu, hem de evrendeki maddelerin çoğunluğunu oluşturduğunu’ kanıtladı.” (www.bbcturkish.com)
Esir maddesinin varlığı öteden beri tartışma konusu olmuştur. Manyetik alan ile uğraşan bazı bilim adamları esirin varlığını kabul ederken, bazıları da yokluğu üzerine fikir yürütmüşler. Tartışma bu gün bile devam etmektedir.
Fakat son zamanlarda ele geçen bilgiler esir maddesinin var olduğu yönündeki fikir ve düşüncelere kuvvet vermektedir. Yukarıda naklettiğimiz haber böyle bir maddenin varlığı ile ilgili ciddi bulguların elde edildiğini gösteriyor.
Zîrâ bilim adamları yaptıkları gözlemlerde kâinatta ‘kara madde’ diye tanımladıkları maddelere ulaştıklarını ifade ediyorlar. Gözlenen bir galaksi çarpışmasında, “maddenin görünmeyen bir bölgeye doğru ayrıştığını” tespit eden bilim adamları bunun görünmeyen bir madde olduğunu ifade ettiler. Görünmezliğine işaret için bu maddeyi ‘kara madde’ olarak tanımladılar. Bu gün kâinatın yüzde yirmi beşinin bu madde ile dolu olduğu tahmin ediliyor.
Peki bu kara madde esir maddesi mi?
Yıllarca tartışma konusu olan esir maddesinin varlığı ortaya mı çıkmıştı?
Gelin isterseniz bu ve benzeri soruların cevabına geçmeden önce Risale-i Nur’da geçen esir kavramlarına bir göz atalım. Esir maddesi nasıl ve ne şekilde bir tanım ve teşhise tabi tutulmuş onu anlamaya çalışalım. Evet, esir maddesi Risâle-i Nur’un sıkça tekrarlanan tâbirlerinin başında gelir.
Bediüzzaman Hazretleri esir maddesinin mevcudiyeti konusunda tereddüt etmez. Kur’ânî ilmin ışığında esir maddesinin varlığını kesin olarak kabul eder. Hatta varlığını kabulden öte esir maddesinin mahiyetinden bahseder. ‘Esirin zerreleri’ tâbirini kullanır. Esir maddesinin tüm kâinatı doldurduğunu ifade eder. Esirden yaratılmış bazı mahlukların varlığından söz eder.
Şu tâbirler bunun en açık delili:
“Kudret-i Zülcelâlin pekçoktur mir’atları (aynaları). Herbiri ötekinden daha eşeff (şeffaf) ve eltaf (latif) pencereler açıyor bir âlem-i misâle.
“Sudan havaya kadar, havadan tâ esîre, esîrden tâ misâle, misâlden tâ ervâha, ervâhtan tâ zamana, zamandan tâ hayale,
“Hayalden tâ fikre kadar muhtelif aynalar, dâimâ temsil eder şuûnât-ı seyyâle.” (Sözler, s. 645)
“Evet, Cenâb-ı Hak tarafından adem ve esîr ve semâ perdelerini açıp, güneş gibi dünyayı ışıklandıran pırlanta-misâl bir lâmbayı, hazîne-i rahmetinden çıkarıp dünyaya gösterdi.” (Sözler, s. 391)
“Coğrafyacı bir edibin o kelâmdan kısmeti: Küre-i zemin bahr-i muhît-i havaîde veya esîrîde yüzen bir sefine ve dağları o sefinenin üstünde tespit ve muvâzene için çakılmış kazıklar ve direkler şeklinde tefekkür eder.” (Sözler, s. 356)
Yukarıdaki ifadelerde, özellikle eşyanın şeffaflık derecesini tespit etmesi açısından su, hava, esir, misâl âlemi, ruhlar âlemi, zaman âlemi, hayal ve fikir âlemi tarzında bir sıralama verilmesi oldukça ilginç.
Su ve havayı bir ölçüde duyu organlarımız ile teşhis ve tespit edebiliyoruz. Ama ondan sonrasını ancak tezahürlerinden anlıyoruz. Ne görüp, ne de duyuyoruz. Kara maddenin de bu sınıfta olduğu açık. Meselenin bu noktasında yukarıda sorduğumuz soruya geri dönersek, yani “Kara madde esir maddesi mi?” sorusuna, bu soruya şu an için net bir cevap vermek mümkün gözükmüyor.
Gerçi esir maddesini gözle göremiyoruz, ‘Karanlık madde de gözle görülemiyor’ deniliyor. Bu noktada belki bir çakışma var. Ama Risâle-i Nur’da tanımlanan esir maddesinin mahiyeti daha kapsamlı gözüküyor. Şu an için bilim adamlarının keşfinde ise daha sınırlı bir tanım yapılıyor. Belki ileride daha ileri seviye bilgiye ulaşılır.
Fakat yine de her şeye rağmen ‘kara maddenin keşfi’ gözle gördüğümüz maddenin ötesinde bir maddenin tespit ve teşhisi bakımından oldukça önemli bir keşif. Esir maddesinin varlığı konusunda da bizce ilk adımdır. Ümit ediyoruz ki araştırmalar derinleştikçe bu konuda daha net bilgilere ulaşacağız. Ve böylece Risale-i Nur’da parlayan Kur’ân ilmini daha rahat anlamış olacağız.
|
Halil AKGÜNLER
24.10.2006
|
|
ESMA-İ HÜSNA
Samed
Allah (c.c.), Samed’dir. Yani her şeyden müstağnîdir, her şeyden üstündür, hiçbir şeye muhtaç değildir. Her şey, her şeyinde ve her halinde Cenab-ı Hakka muhtaçtır ve Ona yönelir. Cenab-ı Allah mukaddes Zâtı ve sıfatları bakımından ulviyette, yücelikte ve erişilmezlikte nihâyetsizdir. Samediyet cilvesini her şeyin sîmâsındaki izzette müşahede etmek mümkündür.
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Samed ismi,1 Kur’ân’da zikredilen esmâ arasında yer alır. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “De ki, ‘O Allah birdir. Allah Samed’dir. O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey Ona denk olmamıştır.’”2
Cenab-ı Hakkın, Zâtının birliği ile beraber her şeyin Hâlıkı olduğunu, doğrudan doğruya her şeyin dizgininin Onun elinde, her şeyin anahtarının Onun kabzasında bulunduğunu, her şeyin çehresini ve yaptıklarını Onun tuttuğunu ve kaydettiğini beyan eden Bedîüzzaman, Allah’ın nazarında bir işin bir işe mâni olmadığını, Cenab-ı Allah’ın bütün eşyada, bütün halleriyle aynı anda tasarruf sahibi olduğunu,3 hâkimâne ve hakîmâne şu dâimî faaliyet perdesinin arkasında Ferd-i Samed olan Allah’ın mevcûdiyetinin güneşten daha zâhir ve daha parlak bir tarzda kalpteki îman gözüne göründüğünü kaydeder.4
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, samediyet mührü her bir zîhayatın cephesinde açıkça okunmaktadır. Bu mühürle her bir hayat sahibi, kâinatın bir küçücük misâli ve hilkat ağacının biricik bir meyvesi hükmünde bulunmaktadır. Yani, her bir hayat sahibinin, kâinat kadar ihtiyaçlarının birden, kolaylıkla, küçücük hayat dâiresine yetiştirilmesi samediyet turrasını herkese göstermektedir. Kezâ, her bir bireyin öyle bir Rabbi var ki, ona, her şeye bedel bir teveccühü ve bütün eşyanın yerini tutar bir nazarı vardır. Bütün eşya ve bütün kudret sahipleri, Allah’ın bir teveccühünün yerini aslâ dolduramaz.5 Onun o Rabbi hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi, hazinesinden hiçbir şey eksilmez ve kudretine de hiçbir şey ağır gelmez. İşte bu, samediyetin tecellîsini gösteren eşsiz bir turradır, benzersiz bir mühürdür. Her bir zîhayat, hayat lisanıyla “Allahu’s-Samed”6 âyetini okumaktadır.7
Bedîüzzaman’a göre, O öyle bir Allah ki, varlığına, birliğine, tekliğine, zenginliğine, ihtiyaçsız oluşuna ve herkesin her ihtiyacını karşılayaşına Hazret-i Muhammed (a.s.m.), bir doğru şâhit ve bir konuşan delildir.8
Gördüğümüz şu âlemde her şey, çok ince ve latîf ölçüler içinde, her şeyle bağlıdır. Çünkü her şey, her şeye ihtiyaç duymaktadır. Her şeyde taklit edilmez bir mühür vardır. Öyleyse bir şeyin her şeysiz yapılması mümkün değildir. Demek, bir şeyi halk eden, her şeyi de halk etmiştir. Şu halde, bir tek şeyi yapanın da, her şeyi yaratanın da Vâhid, Ehad, Ferd ve Samed olması zarûrîdir.9 Binâenaleyh, Sâni-i Zülcelal bütün üstünlük ve güzellik sıfatlarına sahiptir, tüm kâinat Ona muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir, yani O Samed’dir.10
(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)
Dipnotlar:
1- Tirmizî, Daavât: 86
2- İhlas Sûresi: 1-4
3- Sözler, s. 557
4- Şualar, s. 133
5- Sözler, s. 268-269
6- İhlas Sûresi: 2
7- Sözler, s. 269
8- Mesnevî-i Nuriye, s. 47
9- A.g.e., s. 211
10- A.g.e., s. 215
|
24.10.2006
|
|
Münâcâtü'l-Kur'ân
KAMER:
1. Ey nehir gibi devamlı akan bir su ile semâ kapılarını açan, yeryüzünde de kaynaklar fışkırtan, böylece takdir edilmiş bir iş olan Nuh Tufanının olması için her iki suyu birleştiren! (11-12)
2. Ey Kur’ân’ı anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştıran! “Fakat düşünüp ibret alan nerede?”(32)
3. Ey Lût’un taraftarlarını seher vaktinde azaptan kurtaran! (34)
4. Ey Firavun kavmini kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yakalayan! (42)
|
24.10.2006
|
|
Zübeyir Gündüzalp'in Kaleminden
Risâle-i Nur’un üslûbu
Risâle-i Nur’un üslûbu emsâlsiz ve hiçbir üslûpla kabil-i kıyas olmayan câzip bir üslûptur. Bediüzzaman Said Nursî bir müfessir-i Kur’ân olmakla beraber asrımızın en büyük edibi ve kuvvetli bir beliğidir. Fakat lâfzın gösteriş ve tantanasına değer veren ediplerden değildir. Bilâkis en fazla mânâya ehemmiyet ve kıymet verip lâfzın hatırı için mânâdan fedakârlık yapmayan, elbise için vücuddan kesmeyen bir müelliftir. O, zâtına has ve gayet müessir ve gayet cazibedar bir üslûb-u beyana sahiptir. Bunun için Nur Risalelerinde, Kur’ân ve imân hakikatları en berrak ve en mükemmel, en câzip ve en müessir bir tarzda izah ve ispat edilmiştir.
|
24.10.2006
|
|
Mu'cizât-ı Ahmediye'den (asm.)
‘Onun malını ve evlâdını çoğalt!’
Hem başta İmam-ı Buharî, ehl-i kütüb-ü sahiha haber veriyorlar ki: Enes’in validesi, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma niyaz etmiş ki, “Senin hâdimin olan Enes’in evlât ve malı hakkında bereketle duâ et.” O da duâ etmiş, “Allahım! Onun malını ve evlâdını çoğalt. Ve ona ihsan ettiğin nimetlere bereket ver” demiş. Hazret-i Enes, âhir ömründe kasemle ilân ediyor ki: “Ben kendi elimle yüz evlâdımı defnetmişim. Benim malım ve servetim itibarıyla da, hiçbirisi benim gibi mesut yaşamamış. Benim malımı görüyorsunuz ki pek çoktur. Bunlar bütün duâ-yı Nebevî bereketindendir.”
Mektubat, s. 144
|
24.10.2006
|
|
VECİZE
Ey insan! Senin nokta-i istinadın ancak ve ancak Allah'a olan îmandır. Ruhuna, vicdanına nokta-i istimdat ise ancak âhirete olan îmandır. Binâenaleyh bu her iki noktadan haberi olmayan bir insanın kalbi, ruhu ve tavahhuş eder; vicdanı daima muazzeb olur.
Şualar, s. 652
|
24.10.2006
|
|
|
|