|
|
Öğrencilerde algılamalar
Öğrenciler çevrelerini farklı algılarlar
Öğrenciler, çevrelerinde yaşanan her olay ve değişim ile ilgili çeşitli düşünceler geliştirirler. Çocukların olaylara farklı pencerelerden bakmasını sağlayan özelliklerden biri de hayal gücüdür. Eğitimciler, önemli günlerde çocukların duygularını ve beklentilerini öğrenmek için güncel uygulamaları hayata geçirebilirler.
Ramazan bayramında
ailenizi gözlemleyin
Öğretmen, öğrencilerden ramazan bayramında ailelerini, arkadaşlarını, komşularını gözlemlemelerini ve bunu hikâyeleştirerek yazmalarını isteyebilir. Çocuk, bu bilinçle her şeye geniş bir açıdan bakmaya çalışır. Aslında pek çok güzel olayı fark etmediğini de anlar. Empati kurmaya çabalar. Mahallesindeki yaşlı insanların neler hissettiklerini, yeni elbiseleriyle oynayan çocukların neşesini, yoksul insanların bayrama bakışlarını gözlemler. Kendi ailesinin bayram telaşını ve ailesiyle yaşadığı için ne kadar şanslı olduğunu hisseder.
Geçmiş, geleceğe yön gösterir
Öğrencilerden, geçmişte tanık oldukları bir olayı anlatmalarını istediğinizde bakış açılarındaki farklılıkları daha iyi görebilirsiniz. Çocuğun anlattığı olayın olumlu ya da olumsuz olması, aslında çocuğun ruh hali ve olayı kendi içinde nasıl yargıladığı ile ilgili de bilgi verir. Anlatım sırasındaki ses tonu, mimikleri, çevreye olan tepkisi de psikolojisini ele verir.
Öğretmen, öğrencinin anlattığı olayı dinledikten ve öğrenci yerine oturduktan sonra; eklemek istediklerini söylemeli, konuyu bir ana düşünceyle sonuçlandırmalıdır. Eğitimci de yaşadığı olumlu ve bilgilendirici bir olayı çocuklarla paylaşarak, onlara örnek olabilir. Çocuklar, yaşadıklarını anlattıklarında aslında pek çok noktaya dikkat etmediklerini fark eder ve o andan itibaren daha dikkatli olurlar. Eğitimin en önemli ve vazgeçilmez aracı iletişimdir. Bu sebeple her konuda öğrencilerin kendilerini ifade etmelerini teşvik etmek gerekmektedir.
|
24.10.2006
|
|
Çocuk suçluluğu, çeteleşme ve nedenleri
Çeteler önce oyun grupları olarak kurulup; sonra suç alt kültürüne dönüşmektedir. Çocukları ve gençleri suça iten nedenler bugün çok iyi biliniyor. Her ne kadar çocuk suçluluğunun endüstrileşmeye, kentleşmeye bağlı olarak arttığı söylense de burada asıl önemli olan ailedir. Ailedeki doyumsuzluklar, umutsuzluklar ve çaresizlik duyguları çocukları suça itmektedir. Çocuk her zaman eksikliklerini giderme ve gereksinimlerini karşılama çabasındadır.
Aile içerisinde yaşanan bu eksiklikler ve karşılanamayan gereksinimler dışarıdan telafi edilmektedir. Bu telafi etme süreci olumsuz grup etkinlikleri ile yani çete gruplar ile başlamaktadır.
Çetelerin oluşmasında en ciddi yaş 11–13 yaşları arasındadır. Ancak günümüzde bu yaş sınırı daha da erken dönemlere inebilmektedir. Çete gruplarında bulunan gençlerin yüzde 90’ının aile içinde problemlerinin bulunduğu pek çok araştırmada ortaya çıkmıştır. Bu çocuklar ailelerinde bulamadıkları ilgi ve sevgi ihtiyacını grup içinde telafi etmektedirler. Ailelerinden yeterince ilgi ve sevdi görememeleri nedeniyle olumsuz bir takım faaliyetlere girip çevrenin ilgisini çekme davranışında bulunurlar. Bu olumsuz faaliyetler alkol, uyuşturucu kullanımı, şiddet olaylarına katılma, bir ideolojiye sımsıkı bağlanıp olumsuz etkinliklerde bulunma, hırsızlık gibi yasa dışı eylemler olarak gösterilebilir.
Çete gruplarında aşırı bir dayanışma söz konusudur. Çeteye girmek isteyen kişiler önce heyecan duymak için birlikte küçük suçlar işlerler. Eğer işlenen suçlar cezasız kalırsa bu sefer daha büyük suçlar işlemeye adım atarlar. Çete içinde suçlar bir gelenek haline gelir ve suç tekniği diğer gruplara öğretilir birey işlediği suçlardan dolayı suçluluk hissetmez. Çünkü bunu bireysel olarak işlenmiş bir suç olarak değil grubun suçu olarak algılar.
Çete içinde bireyin yaşadığı yalnızlık duyguları engellenerek ortadan kalkar ve kişi daha doyumlu olur. Kendisine benzeyen insanların da olduğunun farkına varır. Başka insanların da kendisi gibi yalnız ilgisiz, dışlanmış olduğunu görerek rahat ederler.
Çetelerin oluşmasındaki belli başlı faktörler
Aile ilişkilerindeki bozukluk: Üvey anne, üvey babanın olumsuz tutumları, çocuğa karşı ilgisizlik, çocuğun aileden dışlanması...
Düşük sosyo-ekonomik durum: Pek çok olumsuzluğun yaratıcısı olan yoksulluk, çocuğa suç işlemek için uygun ortam hazırlayabilmektedir.
Çocuğun içinde bulunduğu gruptan dışlanması: Çocuk çeteyi bir prestij sağlamak açısından bir araç olarak kabul etmekte ve çeteye katılmaktadır. Çetede olan kişi kimlik sorununu çözememiştir. Yalnızlık duyguları yaşıyordur ve tüm bu eksikliklerini çete içinde tamamlamaktadır.
Her türlü ayrımcılık: Din mezhep, dil ırk ayrımı çocuğun dışlanmasına neden olmaktadır.
Okulda karşılaşılan güçlükler: Derslerdeki başarısızlık, olumsuz öğretmen tutumları, iyi bir arkadaş çevresinin oluşturulamaması, devamsızlık problemleri gibi etmenler çocuğun çete içine girmesine nede olmaktadır.
|
Kamil KAYMAK
24.10.2006
|
|
Araştırmacı kuşaklar nasıl yetişir?
Araştırma yapmak, ama nasıl?
Eğitim sisteminde yapılan değişikliklerle öğrencilerin, dinleyici olmakla kalmayıp derse aktif katılımını sağlayan bir yapı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu sistem içerisinde öğretmenin, rehberlik eden ve öğrenmeyi öğreten konumu ön plana çıkmaktadır. Önceki dosya konumuzda dile getirdiğimiz ‘‘Okulda Sosyal Proje Çalışmalarının’‘ uygulanabilmesi için araştırma tekniklerinin (sistemlerinin) de iyi kavranması gerekmektedir. Ders kitaplarında yeni bir üniteye başlamadan önce konuyla ilişkili bazı araştırma konuları verilir. Buradaki amaç, öğrencinin derse hazırlıklı gelmesini sağlamak ve aktif katılımı artırmaktır.
Öğretmen, okulda öğrencilere pek çok araştırma konusu verir. Ancak, ‘‘araştırma’‘ sözcüğü her öğrenci için farklı anlamlar taşır. Araştırma, pek çok farklı kitaptaki bilgileri alt alta birleştirmek midir? Ya da araştırılan konuyla ilgili tüm kaynakları okula getirmek midir? Yoksa her konudan önem sırasına bakmadan belirli bölümleri birbirine ekleyip bir metin görüntüsü yaratmak mıdır? Öğrencilere bu konudaki düşüncelerini sorduğunuzda, tüm öğrencilerin farklı cevaplar verdiğini görürsünüz. Çünkü bu konuda yeterince aydınlatılmadıkları için kendilerine göre tanımlar üretirler.
Öğrencilere araştırma yapmanın
gerekliliğini anlatmalıyız
Merak edilen, ilgi duyulan vb. bir konuyla ilgili geliştirme (iyileştirme) yapmak amacıyla bilimsel yöntemleri (veri toplama, geçerlik ve güvenilirlik çalışmaları, analiz etme, yorumlama, raporlaştırma) kullanarak, hedeflenen sonuca ulaşma süreci, ‘‘araştırma’‘ olarak tanımlanabilir.
Öğrenilmesi istenilen konuyla ilgili yeni bilgiler edinmek, mevcut bilgilerimizle öğrendiklerimizi kıyaslamak ve desteklemek öğrenmeyi kalıcı hale getirir. Aslında hayatımızın her anı bir araştırma sürecidir. Zihinde canlandırılmayan, öğrenmek için emek harcanmayan bilgiler çok kısa süre içerisinde unutulmaktadır. Araştırma yapmak, dünyayı farklı bir bakış açısıyla görmeye katkı sağlar, bu da psikolojik rahatlamaya yardımcı olur. Bizzat konuların gerekli bölümlerinin belirlenmesi, gözden geçirilmesi, seçenekler arasında seçim yapabilme yeteneğini kuvvetlendirir. İletişim kurmayı, yazılı ve sözlü kaynakları doğru değerlendirmeyi gerektirdiğinden ifade ve anlama gücünü artırır.
Araştırmaya nereden ve/veya nasıl başlamalı?
Fen Bilgisi öğretmeninin, Anıl’‘a ‘‘kimyasal bağlar’‘ ile ilgili bir araştırma konusu verdiğini ve bu konuyu araştırmak için de iki haftalık sürenin olduğunu düşünelim. Anıl, ilk önce öğretmenden konun içeriği hakkında bilgi almalıdır. Çünkü öğretmenin ne tür bilgiler ve nasıl bir içerik istediğini ya da bilgileri kavramak için nasıl bir yöntem uygulanması gerektiği önemlidir. Öğretmen, özellikle grafikleri dikkatli incelemeyi, bağ yapılarını çizerek göstermek gerektiğini belirtebilir. Bu yaklaşımlar araştırma sürecinde yol gösterici olacaktır. Anıl, ders kitabında kimyasal bağlar konusunun nasıl işlendiğine bakmalı ve ön bilgi edinmeye çalışmalıdır.
Konuları bölümlendirirken
araştırma sistemi dikkate alınmalıdır
Kütüphaneye gidip, konuyla ilgili tüm kitapları toplamak ve fotokopisini almak pek bir işe yaramaz. Araştırmaya sadece bu dar kalıp içinde bakmamak gerekir. Kaynakları tararken, konuyla ne kadar ilişkili olduğu dikkate alınmalıdır. Bulunan kitaplardaki bilgiler sırayla gözden geçirilmeli, hangi tablo, grafik ve bilgilerin gerekli olabileceği belirlenmelidir. Sırf farklı kaynaklardan yararlanmış gibi görünmek için kes-yapıştır yapmak kişinin kendisini kandırmasından başka bir şey değildir. Bazı kaynaklar, yetişkinler ve öğretmenleri göz önüne alarak çok geniş (karmaşık) açıklamalar yapmış olabilir. İşte araştırmaya başlamadan önce ders kitabındaki bilgileri kontrol etmek ve öğretmene danışmak bu noktada işe yarar. Bu tür yazılarla zaman kaybetme en aza indirgenir.
Kütüphanedeki araştırma süreci sona erdikten sonra, internet üzerinden de araştırma yapılabilir. İnternetteki bilgilerin doğruluğu ve kaynağı konusunda sıkıntılar vardır. Buradan elde edilen bilgiler, kitaptan okunanlarla karşılaştırılarak hem bilgiler pekiştirilmiş olur, hem de yanlış uygulamalardan kaçınılır. Eğitimciler, araştırma konularının bilgisayar çıktısı olarak sunulmasından ziyade el yazısı şeklinde iletilmesinden yanıdırlar. Böylece gör-düşün ve yaz sistemi devreye girer. Çizilecek grafikler ve yazılacak formüller de konu aralarında uygun görülen yerlere veya metnin sonunda ek olarak belirtilebilir. Raporlama, kaynakça, elde edilen sonuçlar, deney izlenimlerinin de toparlandığı araştırmalar neticesinde, konular tam olarak öğrenilmiş ve kalıcılığı sağlanmış olur.
|
Mustafa OĞUZ
24.10.2006
|
|
Ali’nin bayramı
Bayram tatili yaklaşmış, hummalı hazırlıklar birkaç akşamdır, yatakhanede sürüp gidiyordu. Kimi öğrenciler bavulunu hazırlıyor, kimisi bayramda giyeceği pantolonu yatağının altında ütüye yatırıyor, kimileri ise memleketine varmış gibi hülyalar kuruyordu. Bir takım öğrencilerin devletin Sümerbank mamulü verdiği elbise ve iskarpin dışında fazla eşyası yoktu. Bunların hazırlanması o kadar uzun sürmüyordu. Ancak, kısa aralıklarla çocuklarını ziyaret eden anne babalar vardı. Bunlar her geldiğinde kucak dolusu eşyayla gelir, yokluk çeken ve sırf devletin eline bakan sefil aile çocuklarının melül bakışları arasında çocuklarını eşyaya boğarlardı. Bu çocuklardan bir kısmı ağırbaşlı olmasına rağmen, şımarık ve haddini bilmez birkaç çocuk vardı ki, bugün bile tavırları aklıma geldikçe rahatsız eder, alayvari edalarla bizi küçük görürlerdi
Her öğrenci gibi, ben de köyümün yolunu sabırsızlıkla bekliyor, biraz soğuk kalsam da anne ve babamı, kardeşlerimi görme heyecanı yaşıyordum.
İçimizde bir de Ali vardı. Hiç arkadaşı olmamıştı. Yalnızlığı sever, hemen hemen hiç konuşmaz, kendisini dışladığı gibi, arkadaş olmak isteyenleri de kendisine acıdıkları için azarlamaya çalışırdı. Bir tek arkadaşı vardı içini döktüğü ve o da bendim.
Ali, 1966 Varto depremi sonrasında okula getirilmişti. Deprem bahanesiyle, okula gitmemiş ne kadar çocuk varsa ki, bunların birçoğuna çocuk demeye de bin şahit isterdi; içlerinde sakal tıraşı olanlar bile vardı; Yatılı Bölge Okuluna getirilmiş, böylece ulu devletin talim ve tedrisatı altına alınmıştı. Ali’nin yaşı oldukça büyüktü bizden. Tabii ilk zamanlar Türkçe de bilmiyordu. Benim gibi altı yaşında ilk mektebe başlayıp, hem de yatılı bir okulda, bir çocuğa göre, yetişkin sayılırdı da. Ali’nin bayram ve dolayısıyla tatil yaklaştığı için zerre kadar heyecan yoktu kalbinde. Tatil nedeniyle, her çocuğun heyecandan gevezelik bile yaptığı bir zamanda, Ali, o gülmeyen yüzü ve keskin bakışları ile milletin neşesini kursağında düğümlerdi.
Ali’nin bu durumuyla ilgilenen de yoktu zaten. Çünkü Ali de onlara karşı ilgisizdi. Bana az da olsa bir arkadaşlık ilgisi olduğundan onun içini açabilir, yüz ifadesine yansıyan iç dünyasına girebilirdim.
Nitekim öyle de oldu. Ali’ye sorduğum birkaç sorunun cevapsız kalmasına rağmen, ısrarıma dayanamayıp on-on iki yıllık geçmişine gitti. Yaşadığı deprem faciasını bir bir anlattı.
Köyde yaşıyormuş. Babası hayvancılık yapıyor, kıt kanaat geçiniyorlarmış. Tam on bir kardeşlermiş. Kendisi sondan üçüncüsüymüş. Deprem olduğunda çok korkmuş. Şimdi anlıyorum ki, travma geçirmiş. Anne ve babası da dahil aynı evden beş kişi ölmüş, hem de gözleri önünde. Ali depremden çok ama çok etkilenmişti. Geceleri ağladığı zamanlarda deprem felaketini, dolayısıyla anne, baba ve kardeşlerini hatırladığı için ağladığını anlardım. Ona teselli vermek için elimden gelen tüm fedakârlıkları yapardım.
Onu köye götürme teklifime ağlamaklı, başını sallayarak onay verdi. Üç dört günlük tatilde köye gitmiş, acılarını unutturmaya çalışmıştım. Okula dönüşten sonra Ali bir hayli açıldı. Zaman geçtikçe acıların unutulması yanında, arkadaş çevresine yenileri de eklenmişti.
Ali ve deprem nedeniyle gelen diğer çocuklar iki sene içinde sanıyorum Muş taraflarındaki Yatılı Bölge Okullarına nakledildiler. Gelişleri gibi o sıcak-soğuk karışımı mizaçların gidişleri de hepimizi etkilemişti. Hatay’ın sıcak ikliminden Doğunun soğuğuna karışıp bilinmezlerden oldular.
Ali ve diğerleri, yaşıyorlarsa, kim bilir, bu bayramda neler yapıyordur?
(17 Kasım 2004)
|
B. Sait ÇİFTÇİ
24.10.2006
|
|
Gerçeği görebilmek
Avcının biri, bir gün bir serçe avlar, serçe dile gelerek avcıya; “Bana ne yapmayı düşünüyorsun” diye sorar. Avcı, serçeye “seni kesip yiyeceğim” cevabını verir. Bunun üzerine serçe avcıya “Vallahi benim etim ne kahvaltılık olur, ne de karın doyurur. Fakat eğer beni salıverecek olursan sana üç şey öğretirim, onlar etimi yemekten daha çok işine yarar. Kabul edersen bu üç şeyin ilkini şimdi elinde iken, ikincisini elinden uçup karşıdaki ağaca konunca üçüncüsünü de ağaçtan uçup önümüzdeki tepeye varınca söyleyeceğim” der.
Kuşun teklifine avcının aklı yatar, onu salıvermeye karar verir; “Öğreteceğin ilk şeyi söyle bakalım” der. Bunun üzerine kuş avcıya “Elinden kaçan fırsatlar için hayıflanma” der. Avcı kuşu salıverir. Uçup karşı ağacın bir dalına konunca da ikinci şeyi öğretmek üzere “Olmayacak şeye inanma” der. Bu sözlerden sonra kanatlanan kuş avcının önündeki bir tepeye varıp konar, oradan avcıya şöyle der. Ey bedbaht adam, “Eğer beni kesmiş olsaydın kursağımdan her biri yirmi miskal ağırlığında iki inci çıkaracaktın” der.
Bu sözleri duyan avcı kaçırdığı fırsat karşısında hayıflanarak dudaklarını ısırır. Artık elinden bir şey gelmeyeceği için kuşa “üçüncüyü söyle” der. Kuş avcıya “Sen ilk iki nasihatimi unuttun üçüncüsünü sana nasıl söyleyeyim? Ben sana ‘kaçırdığın fırsatlar için hayıflanma’ demedim mi? Oysa sen daha az önce beni elinden kaçırdın diye hayıflanıverdin. Yine ben sana “olmayacak şeye inanma” demedim mi? Benim etim, kanım ve tüylerimin hepsi tartılsa yirmi miskal çekmez, kursağımda her biri yirmi miskal ağırlığında iki inci nasıl olabilir?” der. Uçup gözden kaybolur.
Bu hikâyenin özü şudur: İnsanoğlu, kendisini aşırı tamahkârlığa kaptırınca basireti kapanarak gerçeği idrak edemez oluyor ve olmayacak şeyi olabilir gibi görüyor.
|
24.10.2006
|
|
|
|