Mideye verdiğimiz bir aylık "tatil izni", bu hafta sonu bitiyor. 22 Ekim Pazar günü arefe, Pazartesi günü ise mübarek Ramazan Bayramını idrak ediyoruz.
Oruç müddetinin bitmesiyle, midenin de tatil izni sona eriyor ve yeniden rutin çalışma dönemine girmiş oluyor.
Ramazan ayı, her bakımdan ve her yönüyle feyizdir, berekettir, sıhhattir, afiyettir, saadettir, mürüvettir, mağfirettir... Oruç günleri, hayatı yeniden tanzim etmede, harikulâde bir fırsattır.
Bilhassa yeme, içme ve uyuma gibi adetlerimizi gözden geçirmek ve bu adetleri yeniden bir düzenlemeye tabi tutmak için, Ramazan ayından daha mükemmel bir fırsat olamaz.
Bu saydığımız adetlerden, pekçok kişi şikâyetçidir, dertlidir, muztariptir.
Kişi, uyku saatlerini başka türlü ayarlamak istiyor, ancak bunu bir türlü başaramıyor.
Keza, insan yeme–içme adetini değiştirmek, başkalaştırmak, yani tıpkı uyku gibi daha ideal olduğunu düşündüğü bir tarza dönüştürmek istiyor, fakat iradesini kullanarak bunu bir türlü sağlayamıyor.
İşte, özellikle bu açıdan bakıldığında, Ramazan ayı bizim için hayatî önem arz eden bütün bu adetlerimizi istediğimiz ölçü ve kıvama getirebileceğimizi bir cihette ispat ediyor.
Çünkü, oruçlu iken, günün 24 saatini eskisinden çok daha farklı bir yaşantı ile geçirmek durumundasın. Yani, canın istediği saatte yiyemez, içemez, uyuyamazsın. Bütün bu halleri, bir emir ve irade tahtında yapmak ve yaşamak mecburiyetindesin.
Bir bakıma, Ramazanda çelikleşmiş bir iradeye sahip oluyorsun.
İşte, bu kuvvetli iradeyi, Ramazandan sonraki günler için de doğru istikamette ve ideal ölçülerde istimal etmek pekâlâ mümkün.
Günümüz insanı, az yemekten ve aç kalmaktan nâdiren hastalanıyor. Hastalıkların ekserisi, çok gıda tüketmekten ve yanlış beslenmekten kaynaklanıyor.
Ramazanda ise, hem aç kalmaya talim ediyoruz, hem de az yiyecek tüketme alışkanlığı ediniyoruz.
İşte bu hal, beden için doğrudan doğruya bir sıhhat ve şifa halidir. Hem maddî, hem de mânevî yönden bir sıhhat ve afiyet terapisidir.
Zira, "şifa hazımdadır." Midenin gıdaları hazmı ile birlikte, vücudun bütün azalarında bir faaliyet başlar. Hazımdan sonra ise, mide bir cihette istirahate çekilir ve ona bağlı olarak çalışan diğer organlar da, hazımla uğraşmak dışındaki sair aslî vazifelere döner, ruh ve bedeni huzura kavuşturur.
Ramazan sonrası için, yeme, içme ve uyuma gibi temel adetlerimizi daha şimdiden planlayacak ve bunları uygulayacak iradeye sahip olabilmemiz dileğiyle...
Sağlık haberi
Fazla kiloyla gelen hafıza kaybı
Fransız bilim adamlarının yaptığı bir araştırmaya göre, orta yaşta alınan fazla kilolar, daha sonraki safhalarda bunaklık riskini arttırdığını ortaya koydu.
Neurology dergisinde yayınlanan bu araştırmaya göre, 1996 yılında yaşları 32 ila 62 olan 2223 sağlıklı insan incelemeye alındı.
Bu kişilere 1996 yılında verilen, hafıza, dikkat ve öğrenme hızı kabiliyetlerini ölçen testler beş yıl sonra tekrarlandı. Neticede, kilolu olan katılımcıların, normal kiloda olanlara oranla testlerde daha düşük notlar aldığı ve bu süre içinde büyük bir hafıza zaafına uğradıkları tesbit edildi.
Bilim adamları, yaş, eğitim ve sağlık durumu gibi faktörlerin de, bu düşüşle bağlantılı olmadığını belirtiyorlar.
Araştırmanın yazarı, ayrıca yağ hücreleri tarafından üretilen leptin gibi hormonların beynin üzerinde doğrudan etkisi olduğunu da hatırlatıyor ve şişmanlık ile hafıza zayıflığı arasındaki bağlantıya da bu tür maddelerin yol açmış olabileceğini söylüyor. (Kaynak: AA)
Günün Tarihi
'Ekmek yoksa pasta yesinler'e giyotin cezası
14 Ekim 1793: Fransa Kraliçesi Marie Antoinette, giyotinle idam edildi.
İdamın gerekçesi olarak, Kraliçe'nin mağrur Fransız halkını çılgına döndüren bir sözü gösterildi. Kraliçeye atfedilen ve idamına yol açan meşhûr söz şudur: "Halk ekmek bulamıyorsa, pasta yesin."
Bu sözün Madam Marie'ye ait olup olmadığı da kesin olarak bilinmiyor. Ancak, bilinen bir şey varsa, o da aslen Avusturya'lı olan kraliçenin bu söz sebebiyle giyotinden geçirildiğidir.
Yoksa andıç mıydı?
1755 doğumlu Fransa Kraliçesi Marie Antoinette, aslen Avusturya'lı bir ailenin kızıdır.
Genç kız, Fransa Kralı XVI. Louis ile evlendirildiğinde Fransa'da açlık ve sefalet vardı. Halk, halinden hiç memnun değildi.
Bir gün, akşam yemeği esnasında sarayın önündeki meydanda halk toplanmış ve "Açız, ekmek istiyoruz" diye bağırıyordu.
Marie, sağda solda akmek var mı diye aranır, ancak bulamaz.
Tam o esnada masanın üzerinde duran pastayı işaret ederek şöyle der: "Madem ekmek yok, aşağıdaki yoksullara şu pastayı neden vermiyoruz?" diye söylenir.
İşte, orada sarf ettiği bu söz, günümüz tabiriyle tam bir andıç gibi onun aleyhinde kullanılır. Müthiş bir dezenformasyon dalgasıyla, etrafta ilânat yapılır ve denir ki: "Halkın durumunu hiç umursayamayan Kraliçe Marie, 'Halk ekmek bulamıyorsa pasta yesin' diyerek, bir de halkla alay etmiştir."
Halk bu propagandanın etkisine girer ve bir anda bütün hücum okları Kraliçeye çevrilir.
Zaten aslen Fransız olmayan Marie, artık günah keçisi seçilmiş ve bir şekilde bertaraf edilmesine karar verilmiştir.
Nihayet, dünyaya hürriyet ve adâlet dersini veren Fransız mahkemesi kurulur ve duruşmalardan sonra nihaî karar verilir: Kraliçe Marie, giyotinle idam edilecek.
Yapılan suçlama ve cezalandırma yöntemi, asırlarca geçerliliğini, yahut haklılığını koruyor görünmekle beraber, vicdanların bir köşesinde, aslında o tarihte bir yanlışlık ve bir haksızlık yapıldığı da siyah bir leke gibi yer etti, durdu.
O kara leke, zamanla büyüdü ve artık karşı konulamaz bir hale geldi.
Fransa Kraliçesi Marie, nihayet asırlar sonra, yani 1989'da, Mainz Üniversitesi'nde yapılan dört yıllık bir çalışma neticesi aklandı ve itibarı iade edildi.
Fransız mahkemesinin idamına karşılık, tarih mahkemesi Marie'nin masum olduğuna hükmetti.
Marie'den Şalcı Bacı'ya
Tarihte kadınların idam edildiğine dair örnekler pek azdır.
Bu konuda Fransa gibi, ne yazık ki Türkiye de sabıkalıdır.
1925'teki "şapka inkılâbı"ndan sonra, Erzurum'da pazarda bohçacılık, şal satarak geçimini temin eden "Şalcı Bacı" lâkaplı bir kadın, kılık kıyafet kànununa muhalefet ettiği gerekçesiyle, İstiklâl Mahkemesi kararıyla idam edilir.
Bu idama karar veren heyetin içinde bulunan kumandanlardan biri de, yazar Çetin Altan’ın dedesi Tatar Hasan Paşadır.
Türkiye'de uzun yıllar başbakanlık yapmış bir şahsiyetin bize aktardığına göre, idam gömleği giydirilen Şalcı Bacının son sözleri şu olmuştur: "Ülen kavatlar! Siz hiç kadının idam edildiğini duydunuz mu?"
Duymuşlar demek ki. İşte bakın, o tarihten tam 132 sene evvel Fransa'da da benzer bir hadise yaşanmış.
Gariptir, dünyada sadece bu iki ülkenin şimdiki anayasasında "laiklik" maddesi var.
16.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|