Kur’ân-ı Kerim’den hatırlanacağı üzere, Hz. İbrahim (as) ile Nemrut’un mücadelesi hayat ve ölüm konusunda odaklanmıştır. Konuyu Bakara Sûresi’nden takib edelim: “Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim’le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, ona: ‘Benim Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür’ dediği zaman: ‘Ben de diriltir ve öldürürüm’ demişti. İbrahim: ‘Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de onu batıdan getir!’ deyince o inkârcı şaşırıp kaldı.”
Nemrut, “Ben de diriltir ve öldürürüm” derken bunu ispat için, inkârcılığın nelere sebep olacağını da göstermek istercesine ahmakçasına bir zulüm işler; sokaktan getirttiği, suçsuz iki adamdan birinin boynunu vurdurur, diğerini de affeder. Güya birine ölüm diğerine de hayat bahşetmiştir. Âyetten de anlaşıldığı gibi Nemrut’un aczini ortaya koyan, sesini kesen, güneşin doğuşu ve batışı ile ilgili delildir.
Görünüşte Hz. İbrahim’in (a.s.): “Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!” demesi konu değiştirmek gibidir. Hatta bir kısım âlimler Hz. İbrahim’in tarzını “hâfi delilden, zâhir delile çıkmak” olarak değerlendirip münâzarâ taktiği olarak tavsiye etmişlerdir. Risâle-i Nur’da ise konu daha farklı olarak değerlendirilmektedir. Yirminci Mektub’da ifade edildiği gibi Hz. İbrahim’in (a.s.) tarzı “cüz’î imate ve ihyadan küllî imate ve ihyaya intikaldir ve bir terakkîdir.” Yani Hz. İbrahim (a.s.) başta söylediği, sadece Âlemlerin Rabbine mahsus olan imate ve ihya, yani öldürme ve diriltme konusunda ısrarlıdır. Bunun bir bütün olduğunu Nemrut’un sarayındaki cüz’î ölüm ve diriliş ile daha büyük ve küllî bir hadise olan semadaki güneşin doğması ve batması yani bir nevî ölmesi ve dirilmesi hadisesinin bir bütünün parçaları olduğunu göstermek istemiştir. Semadaki güneşe hakim olamayan âciz insanın yeryüzündeki hayata ve hadiselere de hakikî hâkim olamayacağını ortaya koymuştur.
Güneşin doğuş ve batışı bir nevî ölüm olduğu gibi, yeryüzündeki canlılar için de vazgeçilmez bir unsur olması, günlük ve mevsimlik periyotlarda da onlar için de bir nevî ölüm ve diriliş olması, Hz. İbrahim’in (a.s.) tevhidle ilgili delillendirmesinin ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Ayrıca eski medeniyetlerden bazılarının bu hususiyetinden dolayı “hayat kaynağı” olarak gördükleri Güneş’e taptıkları bilinmektedir. Bunlar da dikkate alındığında Hz. İbrahim’in (a.s.) “Haydi sen de Güneş’i batıdan getir” demesi, Güneş’in batması ile rab olamayacağı, ancak bir memur olacağı ve sadece Âlemlerin Rabbinin bir memuru olduğunu ifade etmesi ilahlık dâvâsındaki Nemrut’u çaresiz bırakmıştır.
Yine Hz. İbrahim’in (a.s.) çocukluğundaki Güneş ve Ay ile ilgili tefekkürü de bu açıdan bakıldığında önemlidir. Batıp gidenlerin ilah ve rab olamayacağını hatta En’âm Sûresinde ifade edildiği gibi “Lâ ühıbbü’l-âfilîn” yani “Ben batıp gidenleri sevmem” diyerek hakikî sevgiye dahi lâyık olamayacağı hükmüne varmıştır.
Münâzarânın en önemli kısmı olan hayat, şu kâinatta en önemli hadisedir, Cenâb-ı Hakkın varlığının ve birliğinin, mutlak hakimiyetinin en açık ve en taklit edilemez delilidir. Nemrut’u yere seren sivrisinek gibi küçük canlılardan, nice bitki ve hayvanlara kadar hayat, nasıl Âlemlerin Rabbi için muazzam bir delil ise, her gün her mevsim vefat eden hasaba gelmez canlının ölümü, güneşlerin ve yıldızların batışı, âlemlerin değişimi ve dönüşümü de, Onun Hayy ve Kayyum olduğunu, ezelî ve ebedî olduğunu gösterir.
Evet Nemrut çağların gerisinde kaldı, ancak o anlayış bir yerlerde devam ediyor. Yerkürenin hareketinde ve güneşin doğuş ve batışındaki kudret ve rahmet elini hatırlamakta gaflete düşen insan sayısı az değil. Yeryüzündeki tüm açları doyurmaya ve memleketleri ihya etmeye yetecek bütçeler bütün insanlığı yok etmeye hazır silâhlara harcanıyor. Görünüşte bir yanda açlık, yokluk ve katliâmlar, öbür yanda lüks ve sefahat; öldürülenler ve yaşatılanlar olarak devam ediyor. Hakikatte ise Nemrut’un yaptığı gibi faydasız bir gösteri, esassız bir mugalata ve çaresiz bir savunma…
14.10.2006
E-Posta:
[email protected]
|