Gazetelerin yazdığına göre, Dışişleri Bakanımız İsrail ziyaretinde esir üç İsrailli askerin aileleriyle görüşmüş ve annelerin acılarını paylaşmış. Görüşmenin basına sızdırılmasıyla da acıya herkes ortak oldu. Belki de Bakan kolay olanı yaptı. İsrail hapishanelerinde sorgusuz sualsiz tutulan binlerce Filistinli ve Lübnanlı’nın aileleriyle de görüşmeye kalksa belki de İsrail bombardımanının yıkıntıları arasında kalan anneleri bulmakta zorlanacaktı.
İsrailli anneler denince hatırıma bir hikâye geldi. Hikâye yaklaşık iki yıl önce bir İsrail gazetesi olan Haaretz’de geçmişti. Hadise on dokuzuncu asrın sonlarında Rusya’da geçer. Rusya Osmanlı’ya savaş açmıştır. Osmanlı’nın çöküş yıllarıdır. Rusya düzenli askerin yanında gönüllü asker de toplamaktadır. Öyle bir hava oluşturulmuştur ki, Osmanlı’nın çöküş yılları ya, herkes “Türk öldürmeye” yağmadan pay kapmaya çağrılmaktadır. O zamanlar Batıda olduğu gibi Rusya’da da aşağılanan ve hor görülen Musevî cemaati ve ileri gelenleri de, İslâma olan husûmetten midir, yoksa Rus halkına yaranmak maksadıyla mıdır bilinmez ama onlar da Yahudi gençlerini savaşa katılması için teşvik etmektedirler. Musevî anne savaşa katılacak olan oğlunu karşısına alır ve nasihatler etmeye ve tavsiyelerde bulunmaya başlar, en önemli endişesi de oğlunun yorulmasıdır, der ki: “Bak oğlum, bir Türk öldür, sonra dinlen. Daha sonra bir Türk daha öldür, sonra tekrar dinlen.”
Kadın aynı şekilde devam etmektedir. Asker dayanamaz ve en sonunda der: “Ya Türklerden birisi de beni vurursa?” kadının gözleri fal taşı gibi açılır ve şaşkınlıkla sorar: “Neden vursun ki, Türklerin seninle ne işi var?”
İsrailli yazar ordularının Filistinlilere karşı yaptıkları haksız saldırılarından o kadar rahatsız olmuş ki bunun da mutlaka bir karşılığı olacağı endişesini duyarak İsrail halkını ve özellikle hükümeti ikaz ediyor, hükümetlerini hikâyedeki kadın gibi hareket etmekle suçluyor.
Filistinli ve Lübnanlı öldürmeye giden İsrailli askerlere anneleri şimdi ne diyor, ne tavsiyelerde bulunuyor, bilmiyoruz ama İsrail ve Batı dinlenip dinlenip saldırıyor. Ateşkes ve barış insanî amaçlı değil, sadece dinlenmek ve güç toplamak maksadıyla yapılıyor. Karşılığında gördüğü ölçülü ya da ölçüsüz en küçük bir tepkiden güya büyük bir şaşkınlık duyarak kontrolündeki medya veya çeşitli güçlerle ortalığı ayağa kaldırıyor. Doğu milletlerini itiraza, ses çıkarmaya hakkı olmayan kurbanlık koyun olarak görüyorlar.
Aslında bütün mesele mantıkta, anlayışta ve dünya görüşünde yatıyor. Batı, tarih boyunca olduğu gibi bu gün de Doğuyu ister Türk olsun, ister Arap, hep diğerleri olarak görmüş asla insanî muameleye lâyık milletler olarak görmemiştir. Kendi dışındaki tüm toplumları, dinleri ve milletleri barbar olarak niteleyen Batı kendisini bir türlü gerçek barbarlıktan kurtaramadı, kana ve yağmaya doymadı. Ortaçağdan bu yana değişen fazla bir şey yok. Lüks tüketim maddeleri, pahalı yiyecek ve giyecekler insanı medenî yapmaya yetmiyor. Bazen de birilerinin daha çok ezilmesine ve daha çok sömürülmesine sebep olabiliyor.
Son olarak milletler arası insanî kuruluşlar, İsrail’in Lübnan’da yaptığı katliâmları iddia ettiği gibi kazayla değil, kasten yaptığını delilleriyle açıkladı. Ülkeyi teslime zorlamak için çocuklar acımasızca öldürülmüş. Demek ki, Hz. İbrahim ve Hz. Musa’ya engel olmak için çocukları katleden Nemrut ve Firavunların habis ruhu imtihan sırrı olarak yeryüzündeki vazifesini icra ediyor.
İslâm daha ilk yıllarında savaş hukukunu ortaya koydu. Savaşa giden askerine kadın, çocuk, ihtiyar ve sivillere iyi davranmayı emretti, zarar vermeyi yasakladı. Batı ancak bin dört yüz sene sonra bu prensipleri kısmen de olsa “Cenevre sözleşmesi” ile kabul etti. O da demek ki sadece kâğıt üzerinde ve mağlûplar için geçerli.
Batı hep kaba kuvvete dayanıyor. Aslında kaba kuvvet ve zorbalık iflâh olmaz bir hastalıktır ve yok oluncaya kadar devam eder. Hariçte yok edilmezse dahilde birbirini yer, yok eder. Haçlı savaşlarında zorbalığa alışanlar, dönüşlerinde Avrupa’ya birkaç asır nefes aldırmayan savaşlara sebep olmuşlardır. Birinci Dünya Savaşıyla İslâm dünyasını parça parça eden Avrupa, savaşsız duramamış İkinci Dünya Savaşı ile yerle bir olmuştur. O gün bu gündür artık Avrupa’nın ciddî bir ağırlığı yoktur.
Bakalım şimdi sıra kimlerde?
26.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|