Birkaç gün önce Çek Cumhuriyetinde bir grup ilim adamının katıldığı bir toplantı yapıldı. Toplantı, belki de dünyanın çeşitli bölgelerindeki katliâmların, ekonomik kavgaların ve yaz sezonu dolayısıyla eğlence sektörünün şamatasından pek fazla dikkat çekmedi. Halbuki ilim adamları sahalarında dünyanın en yetkili kişileriydi. Toplantıda önemli konular görüşüldü, gezegenlerin tam bir tarifi yapıldı. Karar ise diğer toplantıya ertelendi. Eğer bir karar almış olsalardı, coğrafya ve astronomi kitapları ve ansiklopedilerdeki gezegen sayısı değişecekti. Gezegen sayısı, büyük bir ihtimalle, ilim adamlarının ekseriyet olarak mutabık kaldığı ve en güçlü teklif olan on iki olarak kabul edilecekti.
Her ne kadar yüz binlerce kitap yeni baskısında değişiklik yapacak olsa da, Nur talebeleri yetmiş-seksen yıldır okudukları ve tefekkür ettikleri Risâle-i Nurlardaki münâcâtlarında ne lâfız olarak ve ne de mânâ olarak bir değişiklik yapmayacaklar. Çünkü Risâle-i Nurda gezegen sayısı zaten hep on iki olarak geçer. Malûmunuz gezegene önceden seyyâre denilirdi ve Risâle-i Nur’da da bu şekilde geçer.
Şimdi “Yâ İlâhî ve yâ Rabbî” diye başlayarak devam eden Münâcât’tan bir cümle aktaralım: “Ve on iki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki, hikmetli hareketiyle ve itaatli musahhariyetiyle ve intizamlı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle Senin vücub-u vücuduna şehadet ve saltanat-ı ulûhiyetine işaret etmesin.”
Bunun dışında birkaç yerde daha gezegen sayısı on iki olarak geçer. Şüphesiz, Kur’ân-ı Kerim ve onun bu zamandaki tefsiri olan Risâle-i Nur bir coğrafya kitabı ya da astronomi kitabı değildir. Cenâb-ı Hakkın mülkü de sadece şu Güneş sisteminden ibaret değildir. Ancak kâinat kitabının ezelî tercümesi olan Kur’ân-ı Kerim’in ve onun tefsirinin de bu konuda, gezegenlerin kıymeti nisbetinde bir sözü olacaktır. Fakat tarzı ve maksadı farklıdır, daha âlidir, daha yücedir. Astronomi ilmiyle meşgul olanlar gibi gözleme ve uzun tecrübelere ve kısmen de tahminlere dayalı olarak tesbitlerini yapmaz. Bilgi ya da hobi olarak veya belki de ilerde maddî bir getirisi olabilir gibi maksatlara dönük değildir. Bilgiler kesin ve nettir.
Çünkü kaynak Ezelî Kelâm’dır ve en iyi Yaratan bilir. Esas maksat da, sayısı ne olursa olsun, gökyüzündeki bu muazzam küreleri sapan taşı gibi kolaylıkla ve hassas bir ölçüyle çeviren muazzam bir kudretin varlığına, birliğine ve benzersiz saltanatına dikkat çekmek, azamet ve kudretini zihinlere ve kalblere tesbit etmektir.
Bugün günlük hadiselere baktığımızda bir kargaşadır, bir mal-mülk, coğrafya ve hâkimiyet kavgasıdır gidiyor. Halbuki başımızı biraz yukarı kaldırsak uğruna nelerin feda edilmediği mülklerin toplamı olan yerkürenin bile yanında nokta kadar kaldığı sayısız küreleri fark etmek mümkün. Bizim bunca teknolojik ilerlemeye rağmen saymakta ve sınıflandırmakta zorluk çektiğimiz milyarlarca gök cismi milyarlarca yıldır şaşmaz bir hesap ile yörüngelerinde akıp gidiyor, yerküremize ve birbirlerine çarpmıyorlar. Bırakın büyük gök cisimlerini ve gezegenleri, hemen atmosferin dışındaki bin civarındaki göktaşı vaktiyle isyankâr İsrailoğullarının tepesine kaldırılmış Tur Dağı gibi başımız üstünde emir bekliyor ve küçükleri bile dünyamızı başımıza yıkmaya yeterli. Hatta ortalama bir göktaşı yeryüzüne düşecek olsa o kadar korkunç bir hızla çarpacak ki, bu gün Ortadoğu’da hazırlığı yapılan bir nükleer savaşta kullanılacak tüm silâhlardan daha büyük bir tahribat yapacaktı. Zalimlere ve inkârcılara verilen mehil ve süre biz sabırsız insanlara nedense hep uzun gelir. Halbuki mülkün büyüklüğüne, saltanattaki tecellî süresine ve bütün bunlara mukabil zâlimlerin cirmine bakıldığında sabrımızın, gayretimizin ve duâmızın ne kadar az olduğunu fark etmek mümkün.
Tartışılan gezegenlerin yörüngeleriyle beraber toplamının galaksimizde bile nokta kadar kaldığı bir kâinatta, insan madde itibarıyla bu kadar küçük olmakla birlikte, Risâle-i Nurdaki münâcâtta olduğu gibi uçsuz bucaksız koca semayı bir mescid ve “top güllesinden yetmiş defa süratle hareket eden” koca gök cisimlerini elinde bir tesbih tanesi yapabilir. Onlarla zikreder, o gök cisimlerini binek yapan sayısız ruhânî varlığın ibadet ve tesbihatlarını Âlemlerin Rabbine takdim edebilir.
Bediüzzaman Hazretlerinin tefekküründe ve münâcâtında ifade ettiği gezegenlerin sayısı onun Kur’ân nuruyla yaptığı binler müşahedelerden ve keşfiyatından sadece bir tanesidir.
Hz. Yusuf’un, Yusuf Sûresinde bahsi geçen rüyası konumuz itibariyle de ilginçtir: “Hani bir vakitler Yusuf, babasına demişti ki: ‘Babacığım, ben rüyada on bir yıldızla Güneş’i ve Ay’ı bana secde ederken gördüm.’”
Aslında “yıldız” diye meâl verilen kelime pek çok âyette de geçtiği gibi “necm” olarak değil de “kevkebe” olarak geçer ve Ay ve Güneş kelimeleri de dikkate alındığında gezegen mânâsına daha yakındır.
Görünüşte gezegenler Güneş’e tâbidir. Gerçekte ise Âlemlerin Rabbine secde ederler. Çünkü onun emir ve kudretiyle hareket ederler. Rüyanın tatbikinde gezegenlerle beraber Güneş ve Ay nasıl Rabbine secde ediyorsa, Hz. Yusuf’a da aynı şekilde vazifesi itibarıyla insanlar tâbi oldu. Şüphesiz bu hakikat ve vazife Son Peygamberde (asm) en güzel şekilde devam ediyor.
20.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|