Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hasan GÜNEŞ

Da Vinci’nin kodları



Da Vinci filmi bütün dünyada büyük bir ilgi topladı. Sinemada zaman öldürmek gibi bir alışkanlığım olmadığından, hem de genellikle romanlardan sinemaya aktarılan eserlerdeki hayâl kırıklıkları sebebiyle filmi izlemedim.

Yabancı basında kitabın yoğun bir reklâmı vardı. Geçen yıl İngiltere’ye gittiğimde, bütün vitrinlerde kitapla karşılaşmıştım, indirimleri de görünce kitaptan bir tane aldım. Tabiî kitaplar bizdekilerin yarı fiyatına. Orada herkes okuduğu için sürümden kazanıyorlar. Kitabı orada okumuş olsaydım belki de, benzer bir çok efsanede de geçtiği gibi, oradaki meşhur yerleri görme ihtiyacını hissedecektim. Bizim gibi okuyucular için, romanla ilgili mekânları görmek çok önemli olmasa da, romanı yazan için çok önemli. Uzmanlara göre, yazar, Paris’i iyice gezseydi, İspanya haritasına biraz daha dikkatli baksaydı, bazı hatalara düşmeyecekti.

Yazar, kitabı sürükleyici hale getirmek için, okuyucuyu şaşırtma metodunu tercih etmiş. Bunun için de bazen okuyucuyu at gözlüğüyle götürüyor. Okuyucu, sonunda şok olmanın ve açık düşmenin tezadını yaşıyor. Bazı olayların gelişmesine bakınca da, ister istemez derin bağlantılara yönleniyorsunuz. Sonunda bir derinlik olmayıp, yazarın bazı görevlilerin yetki sınırlarına pek de dikkat etmediğini fark ediyorsunuz. Bir çok entrika, komplo, uluslar arası ilişkiler ve asırlardır devam eden hadiseler, en sonunda mantığı zorlayarak, bir kaç kişiye bağlanıp, herkesin temize çıkarılması da en önemli tezatlardan birisi.

Romanın en çok takdir edilecek yönlerinden birisi ise, Dan Brown’un Batı’da asırlardır devam eden bir geleneği hiç bozmamış olmasıdır. Bizdeki sözde aydınların tam aksine, romanda, Batılıların tüm kitaplarında ve filmlerinde olduğu gibi, din adamlarına her halükârda sempati ile bakılmış, çok iyi niyetli, son derece medenî ve kibar insanlar olarak takdim ediliyor. Bir çok entrikaya giren ve cinayetler işleyen rahipler bile, en sonunda saflık, fazla iyi niyet gibi ustaca, hatta iyice sırıtan tevillerle temize çıkarılıyor.

Romanın bu kadar meşhur olmasının en önemli sebebi, şifre ve kodlar gibi zekâ oyunlarının yanında Hıristiyanlığın temellerini sarsacak ve her Hıristiyan’ın kafasındaki soruların ortaya dökülmesidir. Yani bir Müslüman için orijinal bir şey yok.

Roman bir cinayetle başlıyor ve altından asırlardır devam eden sır perdesi çıkıyor ve tartışmaya açılıyor. Kitapta ana tema olarak, Hz. İsa’nın diğer peygamberler ve bizim gibi bir insan olduğu, evlenip çoluk çocuğa karıştığı ve neslinin gizli bir teşkilât şeklinde devam ettiği iddia ediliyor. İşte kiliseyi ayağa kaldıran da bu. Kâinattaki harika icraatı ile misilsiz ve benzersiz olan ezel ve ebed sultanı Allah’a, çocuk isnat etmekte beis görmeyenler Hz. İsa’ya eş ve çocuk isnad edilince hakarete uğradığını düşünerek ayağa kalkıyorlar.

Kitabın kiliseyi sarsan en önemli yönlerinden birisi de, bugünkü İncillerin orijinal olmadığının izah edilmesi. Bazı İncillerin rahipler tarafından gerek kendi görüşleri doğrultusunda ve gerekse imparatorların baskılarıyla nasıl değiştirildikleri anlatılıyor. İncil’de tarif edilen Allah’ın, Roma ve Yunan’daki Apollon, Zeus ve çocukları mesabesine getirilerek, Hıristiyanlığın pagan ve putperest anlayışa adapte edildiği anlatılıyor. Yasaklanan Gnostik İncillerden de bahsedilerek bugünkülere göre daha doğru olduğu ve çarmıha gerilme gibi pek çok hadisenin efsane olduğu satır aralarında fark ediliyor.

Bir taraftan paganizme sempati ile yaklaşılırken, Hıristiyanlığın da Musevîliğe yaklaştırılması gibi tezatları da görmek mümkün.

Şüphesiz bunlarda önemli hakikatlar olmakla birlikte, biz Müslümanlar ifrat ve tefritlerden kaçınmak durumundayız. Peygamberimiz zamanında İnciller hemen hemen bugünkü haline gelmişti ve bu tahriflere rağmen, Hıristiyanlar ehl-i kitap sayılmıştı. Bunun aşırısı; yani Hıristiyanlığı, Musevîliğin batıl bir mezhebi gibi görmek Yahudilerin görüşüdür. Da Vinci’nin kodlarından birisi de bu olsa gerek.

Kitaptaki başka önemli bir husus ise; hakikatı arayan Hıristiyanlar tarih boyunca İncillerdeki tutarsızlıklardan, rahiplerin ve devlet adamlarının baskılarından ve sorulara esrarengiz ve kaçamak cevaplar verilmesinden dolayı, kendilerinden bir şeylerin gizlendiğini fark etmişlerdir.

Hıristiyanlık tarihi ve edebiyatı bu esrarı konu edinen yüzlerce macera, efsane ve kitaplarla doludur. Bu esrarı keşfedenler ya ortadan kaldırılmış, ya da gizli teşkilât şeklinde çalışmışlardır. Sırrın, kimisi hazine olduğunu, kimisi orijinal ve orijinale yakın ya da Gnostik İnciller olduğu, kimisi Hz. İsa’nın son yemekte kullandığı kutsal kâse olduğu gibi, pek çok iddiayı gündeme getirmiştir.

Bu teşkilâtlardan birisi de Haçlı savaşlarında önemli bir rol oynayan tapınak şövalyeleriydi. Bunların da Kudüs’te bir çok kazılar yaptığı hazinelerin yanında eski İncillerden bazılarını buldukları biliniyor. Aslında bu teşkilât Avrupa’nın ve kilisenin derin devleti gibi çalışıyordu, ama en sonunda sebebi bu gün hâlâ sır olan, Fransa Kralı ve Papa’nın ittifakıyla teşkilât bir gece operasyonuyla yok edildi. Liderleri engizisyon sorgulamaları sonucunda yakılarak idam edildi.

Kitapta tapınak şövalyelerinin de kutsal kâseyi aradıkları şeklinde kısa bir bahis geçiyor. Asırlardır aranan sırrın, kutsal kâsenin bir sembol olduğu ve Hz. İsa’nın hem havarilerinden ve hem de eşi olduğu iddia edilen Maria Magdalena olduğu anlatılıyor.

Yazar kitapta bu sırrın bir çok meşhur tarafından bilindiğini ve kendi aralarında teşkilât kurduklarını ileri sürüyor. Meşhur ilim adamı ve ressam Leonardo Da Vinci de “son yemek” resminde bu konuyu gizlice işlemiş. Ayrıca Victor Hugo gibi, Hz. İsa’nın ilâh olduğuna inanmayan pek çok meşhurun da bu teşkilâta üye olduğu belgelere dayanılarak iddia ediliyor. Ancak sonradan meydana gelen gelişmelerle belgelerin sahte olduğu ortaya çıktı ve teşkilât iddiasını sarstı. Belgeleri hazırlayanlar Dan Brown’un romanına konu olacağını tahmin etmediklerini söyleyerek özür dilediler. Romanın en ilginç tezatlarından birisi de; bu teşkilatın ahlâksız ritüellerinin olduğu ileri sürülerek, engizisyonlara mazeret bulunuyor ve her zaman olduğu gibi kilise temize çıkarılıyor olmasıdır.

Bu arada Leonardo Da Vinci’nin keşfettiği ve “ilâhî oran” ismini verdiği bir hakikatın kitabın Türkçe baskılarında “altın oran” ifadesiyle tercüme edildiğini üzülerek ifade edelim.

Romanda kilise ve Roma imparatorlarının “Allah’ın oğlu” gibi büyük bir yanlışı bile bile niçin kabul ettikleri sorusuna cevap aranıyor. En önemli sebep olarak Hıristiyanlığın yayılmasını sağlamak maksadıyla putperest Roma ve Yunan anlayışına uydurmak olduğu anlatılıyor. İkincisi de Maria Magdalena’yı gizlemek olduğu iddia ediliyor. Ayrıca kilisenin, kadınlara ve fuhşa tapmanın yaygın olduğu eski çağlardaki adetin devam edeceği endişesini duyduğu da gerekçe olarak sayılıyor. İlginçtir Dan Brown’un eskiye özlem duyduğu ve modern Batı kadınının artık eski konumunu almaya başladığı şeklindeki bir memnuniyet satır aralarında fark ediliyor. Bu da Da Vinci’nin kodlarından birisi olsa gerek.

Aslında Dan Brown’un iki bin yıllık macera ve arayışı Maria Magdalena ile kapatmak mı istediği, yoksa “ben İsa’nın ilâh olmadığını ilân ettim, gücüm ancak buna yetiyor, devamını da siz bulun” mu demek istediği net değil.

Aslında burada en önemli nokta, devamı. Kilise’nin Hz. İsa’yı “Allah’ın oğlu” hezeyanını kabul etmesinin başka bir sebebi de, Hz. İsa’nın kendisini son peygamber olarak ilân etmemiş olmasıdır. Bu günkü İncillerde de mevcut olan “Ben gidiyorum ta, âlemlerin reisi gelsin” ifadesi gibi, bir çok işaret Da Vinci’nin kodundan daha büyük, fakat daha açık bir şifrelerdir ve Hz. Muhammed’e (a.s.m.) işaret etmektedir. İşte kilisenin asırlardır gizlediği sır; âlemlerin reisi Hz. Muhammed’dir (a.s.m.). Kilise, maalesef son peygamberin önüne geçmek için Allah’a oğul isnad ederek, vahim bir hataya düşmüştür. Esastaki bir yanlış ve bir kasıt, bitmez tükenmez hata, hurafe ve efsaneye sebep olmuştur. Ama nereye kadar?

Kilise her ne kadar Da Vinci Şifresi’ne karşı çıkıyor gözükse de, konunun saptırılarak hakikî kodun gizlenmesinden son derece memnun. Ancak Hz. İsa’nın ilâh olmayıp bir peygamber olduğunun anlaşılması, Hıristiyanları ister istemez hiçbir gizlisinin saklısının olmadığı, her hal ve hareketinin bilindiği, kendisine vahy edilen kitapta en küçük bir noksan ve tahrifatın olmadığı son peygambere yönlendirecektir.

10.06.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (03.06.2006) - Şiddet kültürü

  (30.05.2006) - Elmas ve âhiret hayatı

  (20.05.2006) - Terör ve manevî enerji

  (01.05.2006) - Mantık ve Sözler

  (16.04.2006) - Ahlâk ve medya

  (12.04.2006) - Gölgelerin secdesi

  (01.04.2006) - Masanın iki tarafı

  (24.03.2006) - Bir vefâtın yıldönümü

  (18.03.2006) - Bağları kesmek

  (10.03.2006) - Câzibe merkezi

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004