|
|
Sağlıklı bir hayat
Günümüzde sağlıklı hayat pekçok kişinin sorunu. Yeni Asya olarak, A'dan Z'ye sağlık konularının yer alacağı müstakil bir sayfamızın olacağını geçen hafta başında duyurmuştuk.
Ankaralı bir grup tıbbiyeli kardeşimizin gayret ve emekleriyle hazırlanan bu sayfamız, her hafta bugün sağlıkla ile ilgili çeşitli konuları size sunacak. Sizin sağlık sorunlarınızın da cevaplanacağı sayfamızda, hastalıkların teşhis ve tedavi yöntemlerinin yanısıra, fıtrî yaşayışla sağlıklı bir hayat arasındaki ilişkiler de ele alınacak. Koruyucu hekimlik ve tıbb-ı Nebevî üzerinde de durulacak.
Hepinize sağlıklı ve huzurlu bir hayat dileğimizle....
|
10.06.2006
|
|
Tıbb-ı Nebevî, tıp dünyasına ufuk açıyor
Günümüzde teknolojik tıp aletleri ve büyük yatırımlarla ulaşılan modern tıp bilgileri, aynı zamanda asırlardır oluşan bir bilgi birikimi ve tecrübenin sonucudur. Ancak, tüm bu olumlu şartların ve teknolojik imkânların bulunmadığı, bundan yaklaşık 1400 yıl önce Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) sağlık konusunda ümmetine verdiği tavsiyeler ve örnek olduğu uygulamalardan oluşan tıbb-ı Nebevî, bugün tıp dünyasına ışık tutmaktadır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.), her konuda olduğu gibi, tıp konusunda da oldukça bilgili ve tüm âlemlere örnek bir kişiydi. Hadislerle günümüze dek ulaşan tavsiyeleri, kendisinin günümüz tıbbının pek çok tesbitine vakıf olduğunu ortaya koymaktadır. Elbette ki bu, Allah’ın hatem-ül enbiya Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’e bahşettiği akıl ve ilham sayesindedir. Peygamberimiz’in (a.s.m) sağlık konusundaki tavsiyelerinin çoğu bugün uzmanlar tarafından önerilen uygulamalardır.
Peygamberimiz’in (a.s.m.) sağlığa verdiği önem
Sağlık, dünya hayatında Allah’ın, Rahman sıfatının tecellisi olarak (mü’min olsun ya da olmasın) herkese verdiği en büyük nimetlerden biridir. Şüphesiz sağlık, iman ile birlikte olduğunda ne denli önemli bir nimet olduğu daha iyi bilinmekte ve Allah’a daha fazla şükretmeye vesile olmaktadır. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) sağlıklı olmanın cennet nimeti olduğunu şöyle bildirmiştir:
Mu’âz bin Abdullah babasından ve amcasından anlatır: “Peygamber Aleyhisselâm buyurdu ki: 'Zenginlik hoştur, takva ile olursa zarar vermez. Sağlık, takva ile olursa zenginlikten üstündür. Sağlıklı olmak, cennet ni’metlerindendir.' 1
Tedâvi olmak ve ilâç kullanmak
Dünya hayatında ortaya çıkan hastalıklar, Yüce Allah’ın kulları için yarattığı önemli birer imtihandır. Bu hastalıklar sebebiyle tedâvi olup ilâç kullanabilmekse, Rabbimiz’in bu imtihanları kolaylaştırdığı bir rahmetidir. Bugün birçok hastalık, geliştirilen tedâvi yöntemleri ve ilâçlar vesilesiyle tedavi edilebilmekte ve hasta kişilerin çeşitli hastalıkları kısa sürede geçirmeleri sağlanmaktadır.
Peygamberimiz (a.s.m.) de, hastalıkların şifasıyla birlikte yaratıldığını anlatmış ve şifa için gerekli sebepleri yerine getirmeyi tavsiye etmiştir. Bunlar arasında doktora başvurma ve ilgili ilâcı kullanma da bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’in konuyla ilgili hadisleri şu şekildedir: “Hak Teâlâ şifâsını yaratmadığı hiçbir türlü dert yaratmamıştır. Her kim o şifâyı bilirse, ilâç edip kurtulur, her kim bilemezse o dertle kalır. Fakat ölümün dermanı yoktur.” 2
Hilâl bin Yesâr anlatır: “Peygamber Aleyhisselâm bir hastayı sormaya varmıştı. Buyurdu ki: 'Tabip getirin.' dediler ki: 'Yâ Resûlullah, sen de mi tabip getirmek buyuruyorsun?' Buyurdu ki: 'Evet. Hak Teâlâ devâsını birlikte indirmediği hiçbir dert göndermemiştir.'” 3
Peygamberimizin (a.s.m.) uzman
hekim konusundaki hassasiyeti
Hz. Muhammed (a.s.m.) sahabeye sağlıklarına düşkün olmalarını tavsiye ederken, hastalandıklarında da en iyi doktoru arayıp bulmalarını emretmiştir. Bu konuda yaşanan bir örnek, onun bu konudaki örnek hassasiyetini vurgulamaktadır:
Zeyd bin Eslem anlatır: “Bir kişinin yarası azmıştı. Peygamber Aleyhisselâm onun için Beni Enmâd kabilesinden iki tabip getirdi. Onlara sordu ki: 'Hanginiz iyi tabiptir?' Dediler ki: 'Şu birimiz' ve de sordular: 'Yâ Resûlellah, tıpta hayır ve fayda var mıdır?' Buyurdu ki: “O, dert verdi, devasını da göndermiştir.” 4
|
10.06.2006
|
|
Anne sütü bebeğin en tabiî hakkı
Bir bebek için en güzel besin anne sütüdür. Bir benzeri olmayan anne sütü bebeğin hayatı için Yaratıcının sunduğu en sağlıklı, tabiî, ucuz besin kaynağı. Uzmanlar, bebeği doğar doğmaz karşılayan bu eşsiz gıdanın bilinçli ve olabildiğince uzun sürede verilmesini öneriyor.
Doğum sonrası olabildiğince erken verilmeli
Dr. Oğuzhan Turgut Demiray’ın verdiği bilgilere göre, hastahanede ilk besleme doğum masasında olmalıdır. Bunun için annelerin doğumu sezaryen ile yapmamış olması şarttır. Anne ve bebek ısıtılmak amacı ile birlikte örtülür. Bebek annenin yanına verilerek emme başlatılır. Bunu yapmadaki asıl amaç; annedeki süt salım reflekslerinin uyarılmasıdır. Ayrıca; emme, plesenta (göbek bağı) atılmasına yardım eden oksitosin üretimini uyarır ve kanamayı durdurur. Bebek değerli kolostrumu (annenin ilk sütü) alabilir. İlk saat ya da doğumdan hemen sonrası ruhsal yönden de en önemli zamandır. Doğum sonu olabildiğince erken emzirme, anneyi bebeğe karşı daha sevecen ve bakıma hazır bir duruma getirir. Anne sütüne daha uzun bir dönem devamı sağlar. Emzirmeye başlamada birkaç saatlik bile olsa gecikme, başarısızlığı beraberinde getirebilir.
‘Bebek ne zaman ve ne kadar
isterse, o kadar emzirin’
Bebeği emzirme süresi ve zamanı hakkında açıklamada bulunan Demiray şunları anlattı: “Günümüzde beslenme süresinin sorun olmadığı bilinmektedir. Sorun meme başının yanlış pozisyonda tutulmasıdır. Bebeklerin çoğu 5-10 dakikada emmeyi bitirir, fakat bazen yarım saat gibi uzun süre emebilirse de sorun değildir. Bebeğin istediği zaman ve istediği sürede emmesi için serbest bırakınız.
Anne gibi anne sütü de koruyucudur
Anne sütünün enfeksiyonlara karşı bebeği koruduğunu bildiren Demiray, şu bilgileri verdi:
“Anne sütü temizdir, bakteri içermez.
Pek çok enfeksiyona karşı antikor içerir. Bebek kendi antikorlarını yapıncaya dek sütten geçen annenin antikorları bebeği korur.
Yine enfeksiyonlarla savaşta, içerdiği beyaz kürelerin olumlu etkisi vardır.
İhtiva ettiği bifidus faktör ile bebeğin barsaklarından gelişen laktobasillus bifidus denilen özel bir bakterinin oluşmasına yardımcı olur. Laktobasillus bifidus bağırsaklarda başka zararlı bakterilerin oluşmasını ve dolayısı ile ishali önler.
Anne sütünde demir bağlayan laktoferrin vardır. Bu da demire ihtiyaç gösteren zararlı bazı bakterilerin gelişmesini engeller.
Anne sütü ile beslenen bebeklerde daha az enfeksiyon olur.”
Anne sütünün diğer faydaları:
Annelere “Allah’ın verdiği bu özel nimetten bebeklerimizi mahrum bırakmamaya özen gösterelim” şeklinde tavsiyede bulunan Demiray, anne sütünün diğer faydalarını şöyle sıraladı:
“Anne sütünde yağların sindiriminde etkili özel bazı enzimler (lipaz) bulunur. Bu nedenle anne sütü daha hızlı ve daha kolay sindirilir.
Anne sütü ile beslenen bebekler, ek besin alan bebeklere oranla daha sık aralarla beslenmek isterler.
Öte yandan anne sütü ön hazırlığa gerek göstermeksizin her an verilmeye hazırdır.
Anne sütü, anne birkaç gün bebeğini emzirmese bile ekşimez, bozulmaz. Bazı anneler, uzun süre emzirilmeyip bekleyen sütün zararlı olacağı inancındadırlar. Bu konuda anneleri ikna etmek gerekir.
Anne sütü, doğum sonu kanamanın azalması ve durmasını sağlar.
Anne sütü, başka gebeliklerin oluşmaması yönünden yarar sağlayabilir. Ancak bunun kesin bir gebelikten korunma yöntemi olarak önerilmesi doğru değildir. Emzirme ile uterus (rahim) uyarılarak daha çabuk küçülmesi sağlanır. Gerek anne, gerek bebek için ruhsal doyum sağlar, birbirlerine yakınlaştırır.
Anne sütü ucuzdur, alım gücünü zorlamaz.
Ailenin diğer bireyleri ve misafirler için ayrılmayıp tümü bebeğe ait olan bir süttür.”
Ek gıdaya ne zaman başlamalıyım?
Dr. Oğuzhan Turgut Demiray, bebekteki metabolik ve nörolojik gelişimin ek gıdalara altıncı ayda başlanmasına imkân verdiğini, bu döneme kadar anne sütü alan bebeğin, vitamin D yönünden desteklendiğinde tüm ihtiyaçlarının karşılanacağını ifade etti. Ek gıdalara erken başlamanın bebek ve anne yönünden zararları olacağını söyleyen Demiray, anne sütü gelinceye dek bekleme döneminde bebeğe başka bir besin verilmemesini istedi. Demiray şu bilgileri verdi:
Bebek yönünden zararları:
Yapay beslenme ile bebeğin açlık duygusu giderileceğinden anne memesini emmek istemeyebilir. Yapay beslenme ile ilk günlerden başlayan kontaminasyonlar (enfeksiyona maruziyet) olabileceği unutulmamalıdır. Özellikle kolostrum almayan bebeklerde koruyuculuk geçişi olmayacağından yenidoğan ishalleri daha sık görülebilir.
Sık inek sütü veriliyorsa allerjik reaksiyonlar daha sık ortaya çıkar. Biberondan emmeye çabucak alışan bebek, anne memebaşını tutmakta zorlanabilir.
Anne yönünden zararları:
Yeterli emme uyaranı olmadığı için anne sütünün geliş süresi uzar. Bebek, memedeki sütü yeterince boşaltmadığı için dolgunluk ve meme iltihapları daha sık görülür. Anneye, meme ile besleme giderek daha zor gelmeye başlar ve çoğu kez emzirmeyi bırakır. Hatta iki kez anne sütü öncesi beslenme bile sütün yetersizliğine sebep olabilir.
|
10.06.2006
|
|
Birinci devam
Hastalara bir merhem, bir teselli, mânevî bir reçete, bir iyâdetü’l-mariz ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır.
(Bediüzzaman Said Nursî)
Ey biçare hasta!
Merak etme sabret
Musibete sabırsızlık, en büyük bir felâket
Dert değil sana senin hastalığın
Sana bir şifa bir merhem
Bir muhataplık belki
Beklediğin en güzide yerlerden
Belki bir nevi dermandır hastalığın
Belli ki Allah’a yaklaştırıyor seni
Acıların, sancıların, dert zannettiğin ağrıların
En nihayeti meyvesidir her şeyin
Gayreti zayi olur, şevki heba olur asinin
Sen muti ol, meyve ye, sen hayatın kadrini bil
Sen kâinatın meyvesi
Seni bekliyor nebilerin nur kokulu cenneti
Hayat bu
Seyre dalarken bitecek kadar kısa
Birde gafletteysen pek çabuk gidiyor
Hastalık senin o kısacık sermayeni
Bil ki büyük kârlara tebdil ediyor
Çabuk geçmesine meydan vermiyor ömrün
Kıymetini bildiriyor havanın, suyun, ziyanın
Tutuyor kabza gibi elinden her şeyin
Faniyi bakî, gafleti huzur, ömrünü uzun ediyor.
Hastalık kıymetini bildiriyor herşeyin
Meselâ hayatın, meselâ üzümün ve elmanın.
|
Ömer Faruk TOPÇU
10.06.2006
|
|
Bir inkâr felsefesi olarak anarşi
Kökü barış ve güvene dayalı olan İslâm, bireysel ve toplumsal huzuru sağlamayı ana ilke ve öngörüleri arasına yerleştirmiştir. İnsan, kâinat ve çevre saygısına dayalı olan İslâm anlayışının terör, kargaşa ve anarşiye kaynaklık etmesi mümkün değildir.
Şu bir gerçektir ki, başarılarımızın altında, bireysel özgürlüğe önem verme unsuru ve nizam-intizam fikrine saygı gösterme bilinci yatmaktır. Başka bir deyimle, özgürlük ve düzenlilik başarının ana şartıdır.
Ancak, unutulmamalıdır ki, maddî hayattaki başarılar manevî destekten yoksun bırakıldığında birtakım boşluklar meydana gelmekte ve bu boşluklar sonucunda bazı kargaşa ve sıkıntılar baş göstermektedir.
Kurulu toplum düzenlerinin meşrû dayanak ve değerlerini hiçe sayma ve yıpratma faaliyetlerine—tek kelimeyle—‘anarşi’ denir. İslâm her türlü anarşinin baş düşmanıdır. Çünkü İslâm’a göre insana ve kâinata saygı her türlü saygının önünde yer alır. İslâm her hangi bir problemin çözümü noktasında anarşiyi—asla ve asla—tasvip etmez ve meşrû görmez.
Anarşi, bir inkâr faaliyetidir.
Anarşi, bir yıldırma ve bezdirme operasyonudur.
Anarşi, bir tahrip hareketidir.
Anarşi, her türlü değere başkaldırma ve onu yok sayma eylemidir.
Anarşi, bir âfettir, bir felâkettir.
Anarşinin hüküm sürdüğü topluluklarda bulutlu hava hâkimdir ve bu puslu havadan yararlanmak isteyen pek çok kötü niyetli insan türer. Eski hesaplar ya da farklı maksatlar devreye girer ve amaç başka yöne kaydırılır.
Anarşi, ekonomik hayatı baltalamayı hedefler.
Anarşi, sosyal huzuru bozmayı arzular.
Anarşi, dinî hayatın başarılı olmasını hazmetmez.
Anarşi, aile hayatının düzgün gitmesinden rahatsız olur.
Evet, anarşi insana saygısızlık temeline dayandığı için; huzurun, barışın, sevginin ve diyaloğun var olmasını istemez. Birbirine düşman bireylerin yer aldığı ortamlar anarşinin cirit attığı ve çok hoşlandığı ortamlardır.
İslâm, anarşinin her türlüsüne karşıdır. İslâm adına yapılıyormuş gibi gösterilen her türlü olumsuzluk İslâma karşı yapılan bir hıyanetin ürünüdür. Bu noktada, ‘yapıyormuş’ gibi göstermek ile ‘yapılıyormuş’ gibi değerlendirmek arasında hiçbir fark yoktur. Yani, anarşiyi İslâm adına çıkardığını ileri sürmek kadar; çıkarılan kargaşaları İslâm’a mal etmek de yanlıştır ve gerçekle hiçbir ilgisi yoktur.
İnsanlar ve toplumlar arası kardeşliği esas alan bir dinden bunu beklemek ya cehaletin ya da art niyetin sonucudur.
Bir toplumda keşmekeş ve derbederliği meşrû görmenin; yani anarşiye hayat hakkı tanımanın hiçbir geçerli mazereti olamaz. Şartlar ne kadar kötü ve ağır olursa olsun bu olumsuz şartları ortadan kaldırma çabası içerisinde olmak o toplumda yaşayan her bireyin temel borcudur. Net ifadeyle, anarşiye prim vermeyi hoş görecek hiçbir neden söz konusu değildir.
Bu kaos ortamını aşmanın başında manevî doyumu sağlamak; ardından merhamet, saygı ve güven ortamını tesis etmek; böylece haramdan kaçınıp düzensizlik ve serserilikten kurtulmayı hedeflemek ilkeleri gelir. Böyle bir toplumda moral değerler dorukta ve hukuk teminatı altındadır. Önyargılar ise mezara gömülmüştür.
Her şeyden önce—İslâm’ın öngörüsüyle—bir birlerine ‘kardeş’ gözüyle bakan insanlar karşılıklı tahammül ve saygı içerisinde olurlar. Oysa anarşi, bir tahammülsüzlük âbidesidir.
Kendimiz için istediğimiz her türlü güzelliği komşumuz ve kardeşimiz için de istememiz gerektiğini ifade eden; hatta bu hususu bir iman göstergesi şeklinde sunan Allah Resûlü (asm), sürekli olarak insanlar arası dayanışma ve kaynaşmaya vurgu yapmış ve her alanda olduğu gibi bu alanda da bize en güzel örnek olmuştur.
Huzurlu bir dünya dileğiyle…
|
Y. Doç. Dr. Cüneyt GÖKÇE
/ HRÜ. İlahiyat Fakültesi Kelâm
10.06.2006
|
|
TMK'nın hamisi
Hükümet, Terörle Mücadele Kanunu’nu (TMK) Meclis tatile girmeden çıkarmakta kararlı. AKP Grup Başkanvekili Sadullah Ergin, “Bu tasarı kanunlaşmadan Meclis tatile girmeyecek” taahhüdünde bulunuyor. Bir kısım çevreler ile CHP’nin ısrarla çıkarılmasını istediği tasarı için garanti verilmesi çeşitli soruları akla getiriyor.
Meclis, TMK’yı çıkardıktan sonra tepkileri azaltmak için hemen tatile mi girecek? Bu durumda milletvekilleri bölgelerine gittiklerinde vatandaşın tepkisi ile karşılaşmayacak mı?
Toplumdan ve hukukçulardan gelen tepkiler doğrultusunda yeniden görüşülmesi için alt komisyona gönderilen TMK’ya her kesimden tepkiler geliyor. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, “Terörle Mücadele Yasası’nın derhal çıkarınız!” diyerek belki de ilk defa hükümetin getirdiği bir teklife “sonuna kadar” destek vermesi düşündürücü değil mi?
* * *
TMK’da özgürlükleri engelleyen faktörleri kısaca aktarmakta fayda var. Tasarı ile ilgili herkesin ortak noktada buluştuğu görüş; TMK ile ülkenin tamamına, herhangi bir süre sınırlaması olmaksızın OHAL’i geri getiriyor olması... Tasarı, ülkenin tamamında adeta sivil bir sıkıyönetim ilân etmekte ve “ev hapsi” gibi önleyici tedbirler adı altındaki tedbirlerle ve daha önce örneği görülmemiş yetkilerle, Anayasa’daki birçok temel hak ve özgürlükleri rafa kaldırıyor. Tasarıyla, vali, kaymakam, emniyet müdürü, jandarma komutanı gibi makam ve merciler, istihbarat bilgilerine dayanarak, ileride suç işleyebilir düşüncesiyle hiçbir şüphe şartı aramadan, “varlıkları ile ileride ülke için tehlike oluşturabilir” gerekçesiyle, kişilerin, her eşyanın suç işlemede kullanılabileceği düşünüldüğünde, her türlü eşyaya sahip olmasını ve kullanmasını yasaklama, belirli bir yere seyahat için gitmesini yasaklama, sahip olduğu pasaport, sürücü belgesi ve buna benzer her türlü ruhsat veya belgeye el koyma gibi tedbirlerine başvurabilecek.
“PKK ile mücadele için çıkarıldığı” söylenen TMK’nın kendi mantığı ile de bağdaşmadığı, bu düzenlemenin, daha çok, sivil toplum kuruluşlarını hedef aldığı belirtiliyor. Yani, “dağdaki teröristleri hedef gösterip şehirdeki sıradan vatandaşlar ile mücadele etmek için hazırlanmış” görüşü yaygın…
Yine tasarının bu hali ile hak ve özgürlüklere keyfî olarak müdahalenin yolunu açtığı, Anayasa’da yer alan, “insan haklarına saygı”, “suçluluğu ispat edilene kadar herkes suçsuzdur”, “adil yargılanma”, “kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı”, “özel hayata saygı duyulmasını isteme hakkı” gibi bir çok temel ilke ile hak ve özgürlüklerle ilgili düzenlemelerle taban tabana zıt bir kullanım alanı sunduğu da hukukçular tarafından dile getiriliyor.
* * *
Hazırlayanlar tarafından ise bu tasarının, özgürlükleri kısıtlamadığı söyleniyor. Adalet Bakanı Cemil Çiçek özgürlüklerden çok “kamu güvenliği ve düzeni”ni öne çıkararak tasarıyı savunuyor.
Bu arada, geçtiğimiz hafta TMK Tasarısı 6. maddede kilitlendi. “Silahlı örgütlerin yanında silahsız örgütlerin de TMK kapsamında yer almasını isteyen askerlerin, 6. maddenin birinci fıkrasıyla silahsız örgütlerin TMK kapsamından çıkartılmasına itiraz ettiği konuşuluyor.
“Silahsız örgütler”in TMK kapsamına alınması halinde iki kişinin bir araya gelmesi bile TMK’ya göre cezalandırılabilecek. İleride bu düzenlemenin yanlış uygulanmayacağına ilişkin hiçbir garanti yok. Silâhsız örgütlerin TMK kapsamından çıkartılması bu nedenle önem taşıyor. AKP’nin bu konuda atacağı adım önemli. Başbakan Erdoğan’ın silahsız örgütlerin TMK’dan çıkartılması talimatını verdiği, ancak Cemil Çiçek’in çıkarılmaması yönünde hâlâ ısrarlı olduğu söyleniyor.
* * *
Milletin vekillerinin, halkı tehdit unsuru gören; inanç ve kimlikleri için hak ve özgürlük talep eden insanları baskı altına almaya yönelik hazırlanan bu kanun tasarısına “evet” oyu verirken bir kez daha düşünmelerini tavsiye ediyoruz. Yoksa tasarı kanunlaşırsa, haksızlığa uğrayacak insanların mağduriyetlerinin hesabını sandıkta millete verirler. Milletvekilleri “Ya AB, ya TMK” seçimini de iyi düşünmeliler.
Terörle Mücadele Kanunu, Meclis’ten kesinlikle geçmemelidir. Bizden hatırlatması, gerisi milletvekillerinin iradelerine kalmış.
|
Mehmet KARA
10.06.2006
|
|
Ekonomi nereye?
Dışa açık ekonomilerde ekonomik olaylar dünyada meydana gelen gelişmelerden etkilenir. Türkiye’de son aylarda yaşanan olaylar bu gerçeğin bir göstergesidir.
Ne oldu dünyada da istikrar içinde giden Türkiye ekonomisinde dalgalanmalar, Nisan ve Mayıs aylarında enflasyon rakamlarında yükselmeler oldu.
Dünyada artan petrol ile emtia fiyatlarına ve yüksek büyüme hızına bağlı olarak enflasyonda görülen artış üzerine küresel faizler yükseliyor. ABD, AB ve Japonya merkez bankaları faizleri artırıyorlar. Bu gelişmeler Türkiye’yi de etkiledi. Özellikle mayıs ayında döviz kuru ve faiz oranları hareketlendi. Japonya ve Almanya gibi gelişmiş ülkelerin yanı sıra Meksika, Rusya, Polonya, Arjantin ve Brezilya’da da benzer dalgalanmalar görüldü. Ancak Türkiye dışında hiçbir ülkede “kriz” söylentileri dolaşmadı.
Ekonomik istikrarın devamı için siyasî istikrar çok önemlidir. Hatırlayın Ecevit ile Sezer arasındaki anayasa kitabı meselesini Türkiye’ye neye mal oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili tartışmalara, Danıştaya yönelik hain saldırı da eklenince siyasî ve ekonomik tansiyon yükseldi. Sadece son bir ayda Yeni Türk Lirası, dolar ve Euro karşısında yüzde 25’e yakın değer kaybetti. Bunu fırsat bilen bazı çevreler krizden bahsetmeye başladılar.
Enflasyonu özleyenler olabilir. Paradan para kazanan tefeciler, iş hayatını müşteriyi aldatmaktan ibaret görenler enflasyonu severler. Enflasyonun sonuçlarını hatırlayalım. Enflasyonist ortamda fiyatlar yükselir. Stoktaki malın durduğu yerde fiyatı artar. Karaborsa gündeme gelir. Karaborsa ticarî ahlâkı erozyona uğratır. Haksız, haram kazancı gündeme getirir. Böyle bir ortamda kötü para iyi parayı kovar, iş hayatında da yanlış insanlar boy gösterir, doğrular piyasa dışına itilir. Enflasyon gelir dağılımını bozar, manevî değerleri yıpratır, toplumun tabakaları arasında çatışmalara zemin hazırlar.
Ekonomideki gelişmeler 2006 enflasyon hedefi olan yüzde 5’in tutmayacağını kesinleştirdi.. Yeni Türk Lirasının sert düşüşü ile gelecek aylarda enflasyonun daha yükseleceği beklentisi buna eklenince Merkez Bankası daha fazla seyirci kalmadı. 7 Haziran'da toplanan Merkez Bankası Para Politikası Kurulu beş yıl aradan sonra ilk kez faiz artırımını görüştü. Kısa vadeli faiz oranlarını 1,75 puan artırdı. Buna göre gecelik faiz oranı yüzde 13,25'den yüzde 15'e yükseldi.
Merkez Bankası aldığı kararla özetle şunu söylemek istedi: “ Enflasyonla mücadele benim için önemli. Bunun için kurum olarak üzerime düşen görevi yapacağım…” Kararın akabinde Devlet Bakanı Ali Babacan da, NTV/CNBC- e ortak yayınında soruları cevaplarken, enflasyon hedefinde bir değişikliğin söz konusu olmadığını söylüyordu. Özetle şöyle diyordu. “Yıl sonu enflasyon rakamları için şu an kati ifadeler kullanmak için henüz erken. Yaz mevsimini beklememiz gerekiyor. Kaldı ki bütün bu hareketlenmenin ardında, zaten uluslar arası piyasalardaki dalgalanmalar var.” Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz 8 Haziran'da, İzmirde Ege Sanayici ve İş adamları Derneğinin düzenlediği toplantıda alınan kararlara açıklık getiriyordu. Özetle: “Politikalarımız enflasyondaki nokta hedeflere göre belirleniyor. Fiyat istikrarı henüz sağlanmadı. Nisan ve mayıs aylarındaki beklenmeyen enflasyon artışı ile yıllık enflasyon yüzde 9’u aşmıştır. Döviz kurlarındaki hareketlilik akaryakıta yansımıştır. Geçici olarak bir miktar daha enflasyon artışı sözkonusu olabilecektir. Dövizdeki dalgalanma sebebiyle enflasyonda kısa vadeli hedefleri etkileyebileceği orta vadede ise düşüş trendinin süreceğini tahmin ediyoruz enflasyonun 2007 sonunda hedefe yaklaşacağı bir politika benimsedik.”
Önümüzdeki dönemde hükümetin göstereceği başarı önemlidir. Eğer karşılaşılan ekonomik ve siyasî olaylar başarı ile aşılabilirse, siyaset ve ekonomide dengeler normale dönecektir. Bu yapılamazsa dengelerde oynamalar olabilir. Ekonominin iç ve dış dengelerini dikkate alarak ifade etmek gerekirse ekonomiyi bütünüyle çökertecek bir kriz ihtimali uzak gözüküyor. Ancak ekonomi daha doğrusu bütün sosyal olaylar saf akılla ve mantık kuralları ile işlemiyor. “İyi bir ekonomi politikasının yarısı psikolojidir.” 2. Dünya savaşı sonrasında Alman Maliye Bakanının söylediği bu söz kriz beklentisinin bizatihi kendisinin bir krize yol açabileceğini anlatıyor bize.
Türkiye’de bir ekonomik kriz beklentisini yok etmek için her şey yapılmalıdır. Krize götürecek davranışlardan herkes imtina etmelidir. Eğer siyasetteki kriz simsarlarına prim verilecek olursa, bunun bedelini millet bir bütün olarak öder.
Sonuç olarak Merkez Bankası ekonomik gelişmeler doğrultusunda gerekli kararları almıştır. İş çevrelerinin çoğunluğu da bu kararları olumlu bulmaktadır. Sıra hükümette. Hükümet bu kararlara destek vererek, siyasî olayları çıkmaza sokmayarak, bilhassa cumhurbaşkanlığı seçimi olayında olumlu davranışlarda bulunularak, kriz çıkarmak isteyenlere fırsat verilmemelidir.
|
Mehmet Abidin KARTAL
10.06.2006
|
|
|
|