Kölelik sisteminin oluşabilmesi tek başına insanları köleleştirmek isteyen müstebitlerin varlığı ile mümkün olmamalıdır. Bununla birlikte köleliği kabullenmiş ya da farklı endişelerle karşısında duramayan köle ruhlu insanlara da ihtiyaç vardır. Padişahı kanun namına hareket ettiği için değil de makamından dolayı padişah olarak tanıyan ve kanun dışı hallerini haydutluk olarak algılamayan fıtratlar ancak köleliğe lâyık olmalıdırlar. Temel değerlerin haktan ve onun sosyal düzene yansıması olan hukuktan kaynaklanmadığı her hal ve her tavır özünde istibdadın ve köleliğin yaşandığı bir zemin olarak kabul edilmelidir.
Bu anlamda herkes kendi bulunduğu alanda sorumludur. Bu alanın çapı ne olursa olsun. Başı örtülü bir anneyi evlâdını en mutlu gününü yaşamaktan mahrum bırakma emri veren rektörün sorumluluğunun bir parçasında bu emri uygulayan memurların da yangına Çakmak’lık konumu da bulunuyor olmalıdır. İnsanların büyük çoğunluğunun manevî değerleri önemsediği ve başörtüsünü benimsediği bir yerde bir kaç müstebit memur istediği gibi hareket ediyor kanunları ve milletin değerlerini hiçe sayarak edeplerini aşabiliyorlarsa bunda kendi yetki alanlarında emrolunduğu gibi dosdoğru olamayan vatandaşların, kanunsuz emre işinden olma korkusu ile itaat eden memurların da katkısı bulunmalıdır. Kanun dışı isteklerini uygulatamayan hangi idareci sivil itaatsizliğin yerleştiği ve sahip olduğu değerlere uymayan bir emri uygulamaktansa şerefi ile istifayı göze alabilen ve rızkı Allah’tan bilen bir cemiyette keyfi uygulamalarını yürütebilir. Yetişen yabanî bitkilerle birlikte onların yetişmesine müsait zemin de dikkate alınmalıdır. Kısaca neye lâyıksanız o şekilde yönetiliyorsunuz. İyi şeylere lâyık olmak ise hep bir bedel gerektiriyor. Hürriyet gibi bir nimet için hayat dahi bir bedel olsa, feda edilebilir. Bırakın uygulamayı inanma ve niyet boyutunda bile bu bedeli göze alamıyorsanız hiçbir idareciyi suçlamaya hakkınız yok demektir. Haksızlık karşısında susmanın şeytanlık şeklinde nitelendirildiği bir hayat şeklinde haksızlığa payanda olmanın ve onu uygulamanın geçerli hiçbir mazereti olamaz. Herhangi bir haksız uygulamanın icracısı olmak ve “Ne yapayım ben emir kuluyum” şeklinde kendini temize çıkarmaya çalışmak özünde ve cümlenin kendi içinde kölelik ruhunu ortaya koymaktadır. Kâinata meydan okuyacak hakikî imanın çok uzaklarında olduğu da aşikârdır. Bu anlamda haksız emirleri veren idarecilerin kendi alanlarındaki sorumlulukları o emri uygulayan her bireyin alanına taşınmaktadır. Sivil itaatsizlikle ve bedel ödemeyi göze alarak haksızlıkların ve kanunsuzlukların karşısında duran fertler olmadıkça toplumlar birkaç müstebidin keyfi uygulamalarından uzak kalamazlar. Bu müstebitler dünyayı yönetmeye çalışan ülkeler ya da toplumlara kendi arzuları doğrultusunda yön vermeye çalışan fertler olabilirler. Çözüm, zemini ıslâh etmek ve istibdadı hiç bir şekilde kabullenmeyen fertler ve bu fertlerin oluşturduğu toplumlar inşaa edebilmek için duâ etmektir. İstibdadın yeşerebileceği zeminler bulundukça hiç bir kanunî ve siyasî düzenleme problemleri kökten çözemeyecektir. Kalıcı çözüm fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür fertlerin teşkil ettiği toplumları inşaa etmek bunun için hakikî gücü imanından ve âlemlerin Rabbi’ne dayanmaktan alan dosdoğru fertler olabilmektir. Bu anlamda herkes kendi sorumluluk dünyasını gözden geçirmeli ve çözümü öncelikle halifesi olduğu âlemde aramalıdır.
Dünya genelinde yaşanan problemlerin de genelinde hürriyet fikrinin insanlığa olması gerektiği şekli ile yerleşmiyor olmasından kaynaklanıyor olmalıdır. Filistin ve Lübnan’da yaşanan vahşetin müsebbiblerinin insanlıktan uzaklıkları yanında zulme maruz kalanların da uzun vadede çözümler üretmeleri ve geleceğin hür düşünceli ve tam anlamı ile Rabb-ı Kerim’e dayanan nesilleri için yatırım yapılmalıdır. Bu zulmün kader yönü ile belki de İslâm dünyasına yönelik bazı mesajları ve uzun vadeli çözümlere sevk eden bir boyutu olmalıdır. Bu dersler çıkarılıp tüm İslâm coğrafyasını ve dünyayı nazara alan uzun soluklu adımlar atıldığında bu sancılar inşaallah küresel saadet asrının doğum sancıları olacaktır. Zulmün karşısında sessiz kalmama tavrımızı ve tepki şeklimizi belirlerken yaşananlardan ders çıkarmayı da unutmamalı ve geleceğin müreffeh dünyasına en acılı günlerimizi de vesile yapmalı bu anlamda daha çok kamçılanmalıyız. Bu anlamda İslâmın özünü teşkil eden hürriyet ruhunu da ön plana çıkarmalı ve hayatın en zor günlerinde dahi Rabb’imizin rahmetinden emin olmalı maddî âlemin hiçbir zaman zalimlerin tasarrufu ile işlemediğini geleceğimizin onların insafına kalmadığını hep aklımızda tutmalıyız.
14.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|