Hz. Âdem’in (as) yaratılması, melekûtiyet âleminde, “melekiyete” karşı “insaniyet” hakikatine bir tercihiydi Yüce yaratanın. Eşi ve benzeri olmayan bir başlangıçtı.
Hz. Nuh’un (as) yaratılışı, “insaniyet” âleminde, küfür, isyan, tuğyan ve sapıklığa karşı ikinci bir başlangıçtı.
Ve nebîler halkasının son noktası, Hz. Muhammed (asm), “insanlığın” hayvaniyete inkılâb etme hengâmında bir manevî güneş olarak küfrün kol gezdiği bir diyarda, karanlığın hükmetmek istediği bir zamanda, isyanın ayyuka çıktığı bir mekânda dünyaya teşrif etti.
Karanlıkları defetti. Zulümleri yok etti. Gönülleri ve kalpleri fethetti. Zaman, mekân ve ruhları Hakkın hatırına râm etti.
Manevî halkanın unutulmaz simaları: Hz. Ebûbekirler, Ömerler, Aliler, Osmanlar, Veysel Karaniler, İmam-ı Azamlar, İmam-ı Şafiîler, İbni Hanbelîler, İmam-ı Malikîler, Gavs-ı Azamlar, Yunuslar, Mevlânâlar… Ve daha nice manevî gönül kahramanları, onun yolundan gidip onu takip etti.
Siyasî, idarî ve dünyevî saltanatının liderleri: Selahaddin-i Eyyübîler, Fatihler, Yavuzlar, Yıldırımlar, Kanuniler… Ve daha niceleri çıktı.
İlmî sahasının dahileri: Cabirler, Farabîler, Gazaliler, İbni Sinalar, Hazerfan Ahmet Çelebiler… Gelip geçti.
Helâket ve felâket asrının imamı geldi kâinata. Kuş uçmaz, kervan geçmez çetin ve vahşî bir mekândan!
Onun açtığı gönül yolundan giden Molla Hamitler, Molla Resuller, Hafız Aliler, Hüsrevler, Tahirîler, Zübeyirler, Sungurlar, Bayramlar çıktı. Hak dâvâsı için hayatlarını ortaya koydular. Canlarını fedaya azmettiler. Nefislerini yerle bir eylediler. Yapılabilecek ne kadar fedakârlık varsa hepsini yapmak için ömürlerini, hayatlarını ve her şeylerini ortaya koydular.
Bu kuşağın ardından gelen “ikinci kuşağın” temsilcisi iddiasında olan bizim kuşak var şimdilerde. Bütün sorumlulukların omuzunda olması lâzım gelen bir kuşak bu! Her yönüyle, teorik bilgileri, tecrübesi ve yaşamasıyla gelmekte olan nesle örnek olacak bir kuşak. Ve bir üçüncü kuşak belirdi bile çoktan. Şu anda onlar vücutta.
Hep bizim kuşağı gözlüyor ve izliyorlar. Bizler de onlara sağlam bir miras bırakmak için çok gayret göstermeliyiz. Çok dikkatli olmalıyız. İhlâs, istikamet, sadakat, gayret, hamiyet, şefkat, merhamet, uhuvvet ve metanet gibi bu kudsî dâvânın olmazsa olmazlarını hem nefislerimizde yaşamak, hem de bizden sonra geleceklere yaşatmak konusunda çok büyük mesaiye ihtiyaç var.
Bazı anlar vardır. Hayatta bir daha yakalanamaz. Doğum ânı, ölüm ânı, düğün ânı, hidayet anı, sevinç ânı, hüzün ânı.. vb.
Bazı mekânlar vardır. Bir benzeri ve eşi yoktur. Cennet, Cehennem, Sidretü’l-Münteha, Kab-ı Kavseyn, Kâbe-i Muazzama, Arafat, Mescid-i Aksa, Mescid-i Nebevî… vb.
Bazı konular vardır. Bir defaya mahsustur. Dahası yoktur. Konuşulamaz, tartışılamaz. İlk defa imana gelmek. “Sadakte!” diyebilmek ve geri dönmemek. Kabullenmek, inkârı reddetmek. “Söz” vermek. Vefasızlık etmemek.
Bazı şahıslar vardır. Hilkat-i garibedir, yektir, birdir, alâmet-i farikadır. Hâlıkın bir ihsanıdır kâinat için, insanlık için, varlıklar için, gerçek dostlar için.
Şimdi bahtiyar insanlarla Barla gibi müstesna bir mekânda, Bediüzzaman gibi müstesna bir âlim ve müceddidin taht-ı riyasetinde, Risâle-i Nur gibi emsâlsiz bir mu’cizevî Kur’ân tefsirinin derinliklerinde kendi kendimizle buluşmanın boyutlarını genişletmeye çalışıyoruz.
Güneşin kavurucu sıcaklığı karşısında İslâm ve İman güneşinin serinleten ulvî hakikatlarıyla mest oluyor ve kendimizden başlama merkezli bir ıslâh ve düzelme hareketinin heyecanını yaşıyoruz.
Paylaşmak isteyenler için Ağustos ayının sonuna kadar Barla’da bu mübarek beldede kadîm dostlarımızı aileleriyle birlikte bekliyoruz. Manevî nimetleri birlikte paylaşmak dilek ve temennisiyle.
12.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|