Sararan yapraklarıyla, rüzgârıyla, yağmuruyla artık sonbaharı yeniden yaşıyoruz. Geride çok şeyler kaldı, ilerisi ise meçhul. Elimizde kalanlar da yaprakların düşmesi gibi tek tek sararıp, solup ayaklar altına düşüyor. En nihayetinde kışta da toprağa karışıp kaybolacak.
Sonbahar denilirken, belki de biten, tükenen, son kalıntıları da kaybolup giden bahar ya da yaz denilmek istenmiş. Anadolu’da havaların soğuduğu, mahlûkâtın, özellikle bitkilerin hayat enerjilerinin çekilip alındığı, güneşin biraz daha uzaklaştığı mânâlarında “güz” denilmiş. Batılıların bir kısmı sonbahar için düşüş mânâlarında kelimeler kullanırlar. Hem yaprakların düşüşü, hem senenin düşüşü gibi… Belki de yüksekte olan her şeyin, hayallerin, ümitlerin, beklentilerin, gençliğin, güzel günlerin, sağlık ve sıhhatin düşüşü…
Hatırlanacağı üzere Dokuzuncu Söz’de “namazın beş vakte tahsisi” ile ilgili bahiste, bir gündeki namaz vakitleri ile sene, insan ömrü, insanlık ve kâinat ömrü gibi hadiselerle olan benzerliği ve bir saatin çarkları gibi birbiriyle irtibatına dikkat çekilerek vakitlerin ehemmiyeti izah edilir. Bunlardaki büyük nimetlerin yekûnüne karşı yapılan şükür ve ibadetin büyüklüğü hatırlatılır.
Bunca ilerlemeye, keşfe ve icada rağmen zaman hâlâ esrarını koruyor. Biz zamanın içinde miyiz? Yoksa zaman bizim içimizde mi? Ağaçtaki bir yaprağı sarartan kudret, aynı şekilde saç telinden damarlara kadar her şeye etki ederek insanı yaşlandırıyor, gökyüzündeki dev küreleri de çevirerek onların da ömründen gün düşüyor, yıl düşüyor.
Zaman dedik ya… Güneşin ışıkları ve sıcaklığı hiç değişmese ve yerdeki su da azalmasa yaprak yine sararır mı? Şimdiki teknolojinin en güçlü vasıtalarını da yaprağın emrine verseniz, yine de yaprak sararacaktır. Çünkü saatin çarkları aynı zamanda yaprağın içinde, hücrelerde ve daha nice alt birimlerde olanca sessizliğiyle mükemmelen çalışıyor. Saatin tiktakları her canlı için tıpkı bir ömür törpüsü gibi durmaksızın çalışıyor. Eski çağların cahiliye toplumları Âlemlerin Rabbinin şu kâinat mülkünde küçük bir lambası, küçük bir sobası ve takvimcisi hükmündeki güneşe, sırrını çözmekte zorlandığımız vazifeleri, ilmi ve kudreti yükleyerek mabut kabul etmişler, onun sadece bir sebep olduğunu fark edemeyerek küfür ve dalâlet karanlıklarına batmışlardır.
Dokuzuncu Söz’de, sonbahar, asr vaktine yani ikindi vaktine benzetilir. Aslında insan, hayvandan farklı olarak, geleceği tahmin edebilen, ona göre hazırlık yapan bir canlıdır. Tekrar eden periyotlar ve dönemler bir sonrasının habercisidir, ikaz edicisidir, hatta ispat edicisidir. Saniye hareket ediyorsa dakika da mutlaka hareket edecektir. Saatin de geçip gideceği kesindir. Küçüklüğümüzden itibaren, ikindi vaktini idrak ederiz, fakat akşam olduğunda bitmemiş işlerimiz ve geride kalan kayıplarımız için üzülürüz. Neredeyse hiç ders almamış şekilde ertesi güne aynı gaflet ile devam ederiz. Aslında daha da önemlisi gün periyodundan seneyi yani sonbaharı çıkarabilmek, kışın da geleceğinden emin olmaktır. Ondan da önemlisi ömür sonbaharını ve ömür kışını, kabir ve haşri idrak edebilmektir. İnsanın dışındaki mahlûkat genelde en basiti olan günlük periyotta kalır. İç güdü de denilen İlâhî sevk ile kış hazırlığı yapan bazıları nadiren yıllık periyoda çıkabilir. Elbette biz insanların bu mahlûkattan biraz farkı olmalıdır. Akşam hüznü çökmeden, kara kış bastırmadan, kabir karanlığına gömülmeden önce tedbir almak gerekir.
Sonbahar aslında çok önemlidir. Dönem olarak birbirinin misâli olan ikindi vakti, işlerin sona yaklaşmasına, derlenip toplanma ve eksiklerin tamamlanma zamanına bakar. Devletler ve siyasetçiler yapacakları hayır ya da şer işler için fazla zaman kalmadığını düşünerek planlarını gözden geçirip bir an önce uygulamaya koyarlar. Planlar kimileri için başarı, kimileri için de hüsranla sonuçlanır. Ama kış hüsranla geçse de elbette yeni bir bahar var, dünya yeniden kurulacak, ağaçlar yeniden yeşillenecek… Şüphesiz büyük dairedeki işler bu kadar hızla ve dikkatle devam ederken küçük dairedeki işler de sahipsiz kalmamalı. İnsan olarak ikindi vaktinde nasıl günü gereği şekilde değerlendirmeye çalışıyor isek, senenin sonbaharını da, ömrün sonbaharını da aynı gayretle değerlendirmeliyiz.
Bir hadis-i şerifte de ifade edildiği gibi, Peygamberimizin (asm) dünyaya geliş vakti insanlık tarihine göre, bir güne nispeten ikindi vaktine tekabül etmektedir. Zamanımızın da âhirzaman olduğu dikkate alınırsa, biz hem insanlığın hem de ümmetin sonbaharını yaşıyoruz, kıyamet yakın, en fazla dikkat edenler biz olmalıyız, bize kadar gelen emanetin hakkını vermeliyiz.
Kur’ân, Asr Sûresi’nde “Asra yemin olsun” der. Asr, ikindi vakti, asır, yüzyıl, çağ ve zaman gibi mânâlara gelmektedir. Müfessirlere göre bunların tamamı da kastedilmiş olabilir. Demek ki Cenâb-ı Hak hassas ve dakik bir saat olan zaman ve mekânı kudret elinde tuttuğunu ikaz ederek insanlıktan adımlarını dikkatli atmasını, sayılı saniyelerini, zamanını ve ömür sermayesini iyi değerlendirmesini istemektedir. İnsanlığın genelde zamanını iyi değerlendiremediği için hüsranda, zararda ve ziyanda olduğuna dikkat çekerek, sadece “iman ve sâlih amel” sahiplerinin kurtulabileceğini beyan etmektedir.
02.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|