İsrail tarafından Lübnan ve Filistin’de başlatılan savaş sayesinde bütün bölge barut ve kan kokmaya başladı. Görülmedik bir şekilde şehirler yerle bir edilerek insanlar yurtlarından uzaklaştırılıyor. Tarihte okuduğumuz savaş sahnelerinden çok farklı savaşlar oluyor günümüzde. Dün kılıçla sadece savaşanların göğüs göğüse çatıştığı savaş, günümüzde sivilleri de kapsayacak şekilde toplu katliamlara dönüşmektedir. Artık beşer bu kadar tahripten sonra uyanmalı ve kılıçlar kınına girmelidir. Ayrıca ilmi insanlığın zararına ve yok olmasına karşı kullananlardan da hesap sorulmalıdır. Bugün yapılan savaş yüzünden deniz, kara ve hava dahi kirlenmekte büyük çevre feleketleri meydana gelmektedir. İsrail tarafından Lübnan’da 15 gün önce bombalanan Ciye santralindeki yakıt tanklarından dnize 10 ila 15 bin ton akaryakıt dökülerek kara lekeler oluşturmuştur. Lübnan Çevre Bakanı Yakup Saarraf kara lekeleri “Akdenizin şimdiye kadar karşılaştığı een büyük çevre felaketi” olarak niteleyerek Akdeniz ülkeleri için “korkunç” etkileri olabileceğini, ayrıca kara lekelerin doğu-batı rüzgârının etkisiyle Türkiye sahillerine kadar gelebiliceğini de söylemiş. Ülkemizi ilgilendiren böyle bir olayda çevreci dernek ve vakıflar neden suskun anlamak mümkün değil.
Gürültü mührü
31 Temmuz tarihli gazetelerin bir kısmında güzel bir haber vardı. Yüksek ses ve çevre kirliliğine sebep olduğu gerekçesiyle İstanbul’da sekiz eğlence merkezine kapama cezası verilmiş. Gürültüden dolayı ceza uygulanmasını müşahade etmemiştik. Bu uygulama özellikle büyük şehirde olanlar için sevindirici bir haber. Çünkü gürültüye en çok maruz kalan bu insanlar. Tabiiki gürültü kaynağı sadece bu mekanlar değil. Bozuk egzosla dolaşan araçlar, gereksiz klakson çalanlar ve yaz mevsiminde kapısının önünde düğün şenliği yapanlar ve maçlardan sonra sokağa dökülüp taşkınlık yapanlar... Evet Çevre ve Orman Bakanlığının bu uygulamasını halkın huzur ve sükunu için güzel bir başlangıç olarak görüyorum. Fakat aynı uygulamayı İEET’nin özellikle eski araçlarında da yapmalarını tavsiye ediyorum. Çünkü ciddi ceza almaları muhakkak.
Kara elmasların fakir bekçisi
Köyümüzde bir akrabamla ormanda bir gezinti sırasında, kestane, meşe, çam ağaçlarıyla kaplı yaklaşık on dönüm arazisiyi göstererek “Bak bu arazi sana ait, aslında sen arazi zengini bir kişisin” dediğimde güldü. Bir taraftan da hoşuna gitti. Çiftlik sahibi olmak hayal da olsa güzel bir şeydi. Bu akrabamız ve bütün köylü böylesine orman sahibi ama halen beton evlerde oturuyorlar. Çok garip. Ormanda gezinirken kocamış kestane ve çam ağaçları görünce üzüldük. Elimiz ve kolumuz bağlı, kesmek, kullanmak yasak. Altın değerindeki o ağaçlar ormanda çürüyecek. Bu durum kişinin bir yakınınnın çaresiz bir hastalığa yakalanıp da elinden bir şey gelmeyip sadece onun uzerine bakmasına benziyor. Bir kısım ülkeler orman ürünlerini satarak milyarlarca dolar kazanırken biz sadece onların üzerlerine bakıyoruz. Akan sularımıza gem vurmayıp akmalarına baktığımız gibi. Ormanda gezinirken şunu düşündüm. Zılliyeti köylüye ait olan bu ormanlar köylüye verilmiş olsa. Bir ziraatçı tarafından belirlenmek şartıyla odunluk ve kersetlik olarak ağaçlar belirlense... Böylece ormanlar işlenmiş, yaşlı ağaçların yerine yenileri yetişmiş olurdu. Köylü de bu kazancı seyesinde toprağından ayrılmazdı ve ciddi bir istihdam kapısı olurdu. Ama ne yazık ki, kara elmaslarımız çürüyüp gitmektedirler.
31.08.2006
E-Posta:
[email protected]
|