Aylardır topraktan uzak bir şekilde yaşadık. Yağmur yağdığında onun kokusunu duymadan ve yalın ayakla üzerinde yürümeden. Geçtiğimiz hafta Pazar günü Gemlik Yeni Asya Okuyucularının dâvetlisi olarak Yalova Gümüşyaka köyüne gittim. Özellikle çocukların ormanlık alanda koşmaları, uzun süre bağda kalan hayvanların ilk tarlaya çıkışını hatırlattı.
Şehirlerdeki hapsolunmuş bir hayattan serbesti bir hayata geçiş çok garip oluyor. Hele ‘arkadaş’larımız olan hayvanlarla hemhal olmak, onları okşamak koklaşmak insana haz veriyor. Gerçi bugünün nesli küçüklüğünde hiç hayvan görmediği için bizim gibi aynı hazzı yaşamaktan mahrumdur. Çünkü onlar hayvanları okul kitaplarında veyahut maket olarak görüyor. Artık bazı bahçeli evlerin önünü hayvan maketleri süslüyor. Her şeyin sun’isine kanan bu çağın insanına yakışıyor doğrusu.
Aslında ‘hayvan’lar, bize çok yakın olmaları gerekir; çünkü Bediüzzaman Hazretleri ağaç ve hayvanlar için şunları söylüyor: “Arzdaki nebatat ve hayvanat, hanedeki efrad-ı aile ile erzak ve saire gibi levazım-ı beytiye hükmündedir” (1)
Özellikle şehir hayatında aile fertlerinden ikisi eksik olarak yaşıyoruz: Ağaç ve hayvanlar. Ayrıca hayat kaynaklarından olan toprak (2) hemcinslerimizle olan yalnızlığımızı da kattığımızda durum çok daha vahim oluyor. Evet hayvanları ve toprağı hayatımızdan attık. Kızıldereli Seatle, “Hayvanlar olmazsa insanlar nedir ki? Tüm hayvanlar yok olsaydı, insan, ruhunun o büyük yalnızlığı içinde ölüp giderdi” diyor. (3) Acaba bugün yaşadığımız bazı problemlerin kaynağında hayvana hayatımızda yer vermeyişimiz olabilir mi?
Ekinleri ve nesilleri yok edenler
Yukarıdaki ifade Kur’ân-ı Kerim’de bir âyette geçmektedir. Bugün bir kısım toplumlar ekinleri ve nesilleri yok etmek için adeta yarış halindeler. Dünya geneline baktığımızda ürkütücü bir şekilde silâhlanmalar olmaktadır. Meselâ Hürriyet’in (24 Haziran 2006) haberine göre ABD yeni bir atom bombası yapmaya karar vermiş. Yeni kuşak atom bombası, mevcut silâhlar kadar tahrip gücüne sahip olacakmış. Atom bombasına karşı çıkanlar bu durumun dünya için nükleer savaş riskini arttıracağını belirtmişler.
Bir termo-nükleer savaş, barutun keşfinden bu yana bütün savaşlarda görülmüş patlamaların toplamını aşan güçte bir patlama yapabilir. Ortaya çıkan teoriye göre, bir nükleer savaştan kaynaklanacak olan duman ve toz, atmosfere karıştığında, güneş radyasyonunu emerek bir süre bulut halinde havada kalacak, güneş ışığının yeryüzüne ulaşmasını engelleyecek.
Karaların yaygın şekilde uzun süre soğumasına yol açacaktır. Bu tür savaşın sonrasında, galip tarafla mağlûp taraf arasında hiçbir fark olmayacaktır. (4) Dünyada silah kültürünün yaygınlaşması insanları daha çok fakirleştirmekte ve gelir
Dağılımını daha da bozmaktadır. Bu konu ile ilgili olarak Başkan Eisenhower şunları söylemiştir: “İmal edilen her tabanca, denize indirilen her savaş gemisi, atılan her roket, nihaî analizde, acıktığı halde doyurulamayanlardan, üşüdüğü halde giydirilemeyenlerden çalınmıştır demektedir.”
Dünyanın bir çok ülkesinde bir kısım insanlar yeterince beslenemez, gıda ve suya ulaşamazken; dünya milletlerinin milyarlarca dolar silâh harcamaları yapmalarının önüne geçilmesi gerekir. Bu asırda “silâhlar kınına” girmesi gerekir artık. Yoksa insanların bir kısmının cenneti olan dünyayı kendi başlarına yıkacaklardır. Ve zalim ismine layık olacaktır.
Dipnotlar:
1- İşarat-ül İcaz, s.175
2- Mektubat,75
3- Çevre ve Din, s. 86
4- Ortak Geleceğimiz, s. 358
10.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|