O acıyı yaşadığımda 21 yaşımdaydım. Okulun ilk günüydü. 2 yıl boyunca kâh Okmeydanı SSK Hastahanesinin odalarında, kâh Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastahanesinin soğuk koridorlarında şifa aramıştık. O biçare hastaların hastahane duvarlarını yırtıp dışarıda patlayan çığlıklarına, inlemelerine dayanmak ne kadar da zordu. Yatsı namazı için Yedikule Hastahanesinin camisine doğru giderken morgun önünden geçerdim. Karanlıkta ağaçlar arasında ilerlerken zihnimde hep neden ve şimdi ne olacak sorularına cevap arar sonra ‘O’ndan gelip O’na dönecek olmanın “verdiği huzurla rahatlardım biraz. Hayat ve ölüm arasındaki karmaşık bağı anlamaya çalışıyordum.
İçimde kopan fırtınayı dindirir umuduyla başhekime
- ‘Doktor bey çaresi yok mudur bu hastalığın? diye sormuştum. Doktor bey bana dönmüş ve içimdeki fırtınayı kasırgaya çeviren o cümleyi söylemişti:
- ’’Eğer çaresi olsaydı ben oğlumu kurtarırdım! ’’
Feryad ki feryadıma imdâd edecek yok mu? Eylül’ün sonları... Hastalık iyice dayanılmaz bir halde. Ah ya biz... Ya biz nasıl dayanalım... Bu defa başka bir doktorun odasındaydım.
- ’’Doktor bey bir şeyler yapamaz mıyız?. Elindeki filme bakıp,
- ’’Maalesef artık yapılabilecek bir şey yok’’ demişti.
Vereceği cevabı zaten biliyordum da ne olurdu beni kandırmak için bile olsa yalan söyleseydi. Boğazımı tıkayan şey nasılda büyüktü Allah’ım. Gözlerime toplanan yaşları içime akıtırken sırtımı dönmenin bir çare olacağını sanmıştım. Nerede... Bir ekim günü gece yarısı aramızdan ayrıldı... Annesiz babasız büyümüştü. Şimdi de beni babasız bırakmıştı. Iğdır'dan İstanbul’a gelip yeni bir hayat kurmak. Onurlu, dürüst, çalışkan. Kimseyi kırmayan, kimsenin kendisinden kırılmadığı bir adam. Bileğinin gücüyle alnının teriyle verdiği hayat mücadelesinde harama tenezzül etmemiş bir insan. Bir baba. Sevgili Babacığım ben senin vefatında bile, bu yazıyı yazarken ağladığım kadar ağlayamamıştım. Bak 16 yıl geçmiş üzerinden. Hani zaman en iyi çareydi. Hani her şey zamanla unutulurdu. Ne zormuş Seni, sensizliği yazmak.
Oysa ben başka bir babadan bahsedecektim. Çocuklukta beraber top oynayıp düştüğümüz, Üniversiteye beraber hazırlandığımız akrabam, kardeşim, dostumun babasından. Sevgili Sönmez, acın henüz çok taze biliyorum ve ben senin acını paylaşacaktım aslında. Yaşadığımız şeyler ne kadar da benziyor değil mi? Sen de, sana baba diye seslenenlerle yetineceksin artık. Sen de ailene moral vermeye çalışırken içindeki yangını yüzüne iğreti taktığın soğukkanlı görüntünle saklamaya çalışacaksın. Senin kalemin iyidir. Eğer kabul edersen bir hatırlatmada bulunmak isterim. Birgün babanı yazmaya çalıştığında sen de benim gibi kimsenin olmadığı bir yerde ve bir zamanda yalnızken otur klavyenin başına. Kâğıt kalem kullanma sakın. Kağıt ıslanır, mürekkep dağılır sonra. Bir sayfalık yazıyı yazmanın ne kadar uzun süreceğine şaşıracaksın. Babamızı kaybettik. Başımız sağolsun değerli kardeşim......
Sebebi Sensin
Ekrem Kaftan, genç kuşak şairler arasında üslûbu, kelimelere hakimiyeti, şiirindeki duygu yoğunluğu ile farklı olduğunu kabul ettiren bir şair. Kendisine geçtiğimiz günlerde şairliğine dair hasbelkader düşüncelerimi söylediğimde bu düşüncelerimde pek de yalnız olmadığımı anladım. Ahmet Kabaklı merhumdan, Yavuz Bülent Bakiler gibi pek çok edebiyat adamının da kendisi hakkında oldukça sitayişkâr sözleri olduğunu öğrendim. Bundan önce ki şiir kitapları Gülistanbul ve Yaristanbul’u okurken aldığım hazzı şimdi de “Sebebi Sensin’’de buluyorum. Şair olmak böyle bir şey demek: Sözcüklere anlam yüklemek, kelimelerle beste yapmak gibi yani. Onca sözü edebî bir dille, bir anlam, duygu ifade edecek şekilde bir araya getirmek. O yüzden şairlere imrenir belki biraz da bu yüzden kıskanırım. Ekrem Kaftan işte öyle bir şair bence. Yüzakı Yayıncılıkan çıkan kitap şiir severlere gönül rahatlığıyla tavsiye edilebilecek bir eser. Kâfi mahlasını kullanan Ekrem Kaftan yüzlerce şiire imza atmış bir gönül adamı. Mahlası her ne kadar Kafi de olsa yazdıkları kifayet etmiyor. Daha yazılacak çok şiir var çünkü.
(Yüzakı Yayıncılık: 0 (216) 532 44 44)
BİR ŞİİR
Süleymaniye’nin Dilinden
Ekrem Kaftan
Bir zafer ayı idi secdeye şehadetim,
Elif elif yükselen minareler inledi;
Yalnız Hakka kulluktur, asırlardır adetim,
Mim’in remzi kubbeler ezanları dinledi....
Nice sima nur aldı gölgemdeki sücuddan,
Seyredip her birini ağladım gizli gizli;
Ruh toplayıp sinemde Hakk’a giden vücuttan,
Sevdamı kurşunlarla dağladım gizli gizli.
Bilirim her taşımda sayısız mânâ bulur,
Arza indiğim çağın ruhunu taşır ol Mim;
Sinemdeki âyetler derdine derman olur,
Anlarım gönlündeki tek muzdarip şair kim.
Görsem derim tahtımda ol Mim ile şairi
Beraber secde edip yalvarsalar Allah’a
Dinlesek o şairden hakkımdaki her şi’ri
Benimle ulaşsalar cennetteki sabaha
(Sebebi Sensin’den)
Gönülden Dile
“İşte küçücük bir insân, icadsız, sırf sûrî bir san’atçığı ile, bir fonoğrafın güzel işlemesiyle böyle memnun olsa; acaba bir sâni’-i zülcelâl, koca kâinatı, bir musikî, bir fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi, zemini ve zemin içindeki bütün zîhayatı ve bilhassa zîhayat içinde insânın başını öyle bir fonoğraf-ı rabbanî ve bir musika-i ilâhî tarzında yapmış ki; hikmet-i beşer, o san’at karşısında hayretinden parmağını ısırıyor?”
Bediüzzaman Said Nursî- Sözler 32. Söz
Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim
Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin.
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul’a
Bi helâllaşmak ister elbet, diğ’mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, can evim
Hayatta ben en çok babamı sevdim...
Can Yücel
03.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|