‘Okumanın zamanı olmaz’ derler. Doğrudur. Gerçekten okumanın zamanı olmaz.
Ama ‘okuma zamanı’ olur. Daha doğrusu olmalıdır.
Çünkü okumak insana has bir hâl ve haslettir. İnsanlar, ancak okumayı ciddî bir iş telâkki ederek zaman ayırdıkları takdirde okuyarak kendilerini tanıyıp hayatlarına mânâ kazandırabilirler.
Bu itibarla her insan, hayatının akışı içinde günün bazı zamanlarını okumaya ayırmalı, okuyacağı kitabı seçip onun türüne göre okuma şartlarını hazırlamalı ve o zamanı behemehâl okuyarak değerlendirmelidir.
Okumak sadece ferde münhasır bir faaliyet olmadığından aileler, cemaatler ve cemiyetler de okumayı ortak bir meşguliyet addetmeli ve zaman zaman bir araya gelerek birlikte kitap okuyabilmelidirler.
Bunu günün, haftanın, ayın, mevsimin veya yılın muayyen zamanlarına yayarak mutat hâle getirip muntazaman uygularlarsa, okumayı ferdî bir meziyet olmaktan çıkarıp millî bir haslet hâline de getirebilirler.
Zaten fertler, cemaatler ve cemiyetler ancak okudukları nisbette büyüyüp gelişirler.
Hatta, münhasıran okuma üzerine müesses cemaatler bile vardır.
Nur cemaati de onlardan biridir.
***
Okumak Nurcuların şiârıdır.
Nur Talebeleri cemiyetin çok okuyan kesimlerinin başında gelir. Kur’ân’ı ve Kur’ân tefsiri olması hasebiyle Risâle-i Nur Külliyatını okumayı ibadet telâkki ettiklerinden okumaktan mânevî bir haz alırlar ve mütemadiyen okurlar.
Üstelik bunu yalnız fert olarak değil, cemaat hâlinde de yaparlar.
Her Nur Talebesinin takip ettiği günlük bir okuma plânı vardır. Günün en sakin zamanını okumaya ayırır. O vakte kadar dinlenir, kendisini okumaya hazır hissettikten sonra kitabını alıp köşesine çekilir ve okuma faslına başlar.
Bu fasıl bazen bir paragraftır, bazen yüz sayfa. Zamanı değerlendirmek kastı taşıdığı gibi bahsi anlamak maksadı da taşır. Bir bahis bazen bir sefer okunup geçilir, bazen tekrar tekrar okunur.
Fakat hiçbiri bununla iktifa etmez. Zîra her Nur Talebesi kendini, Risâle-i Nur’u muntazaman okumak kadar başkalarına okutmakla ve yapılan derslere iştirak etmekle de vazifeli bilir.
Bilhassa Said Nursî’nin “Her bir adam, eğer hânesinde dört-beş çoluk çocuğu bulunsa, kendi hânesini bir küçük Medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç dört zat birleşsin ve bu heyet bulundukları hâneyi küçük bir Medrese-i Nuriye ittihaz etsin” tavsiyesine uyanlar birlikte Risâle okumanın ilk uygulamalarını evlerinde ve işyerlerinde yaparlar.
Böylece evlerini ve işyerlerini ‘küçük bir Medrese-i Nuriyeye’ çevirirler.
Bunu yapanlar ‘ders’ tabir edilen bu toplu okuma fasıllarına iştirak edenlerin, müteakip derslere de kendi istekleriyle gelmelerine ve yaşayışlarındaki olgunlaşmaya bakarak başarılı oldukları kanaati taşıdıkları zaman yeni merhaleye hazırlanırlar.
Nur hareketinin işleyişindeki bu merhale, mahallinde haftanın muayyen günlerinde, evlerde veya o maksatla tutulan dairelerde Nur dersleri yapılıyorsa iştirak etmek, eğer öyle bir faaliyet yoksa ilk fırsatta başlatmaktır.
Birlikte hareket ettikleri aile fertleri, akrabaları, arkadaşları ve komşuları ile bu merhaleyi de gerçekleştirdikten sonra sıra, hâli vakti müsait olanlarla birlikte haftada bir mahallin merkezî derslerine iştirak etmeye gelir.
Bediüzzaman’ın “Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş on dakika dahi olsa Risâle-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakîki talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar olurlar” şeklindeki teşvik ve tebşirleri, onların dünyasında okumayı herkesin her hâl ü kârda yapılabileceği hayatî bir faaliyet hâline getirir.
Onun için kendini Nur hareketine mensup hisseden veya onların muhitine yakın olan insanlar, ferdî okumaya zaman ayırmanın yanı sıra, haftanın muayyen günlerinde yapılan mahallî ve merkezî derslere gitmeyi de mânevî bir vazife bilirler.
Bediüzzaman’ın en yakın talebelerinden biri olduğundan onun okumaya verdiği değeri çok iyi bilen ve ondan fiilen okuma dersi alan Zübeyir Gündüzalp’in ‘Şimdi oku, kabirde okuyamazsın’ şeklindeki tavsiyesine uyanlar bütün ömrünü bir nevî okuma zamanı olarak telâkki ederler.
Bu itibarla onların nazarında hayatın her anı yeni bir okuma zamanıdır.
Hal böyle olunca geriye sadece okumak kalıyor.
Okumak, ama nasıl?
***
Her kitabın, türüne göre farklı bir okunuş tarzı vardır.
Kitabın türü san’at eseri de olsa, fikir eseri de olsa genellikle bir kişi tarafından alınıp okunduğundan bu tarz, okuyan kişinin içinde bulunduğu hâlet-i ruhiyeye ve yaşadığı şartlara göre değişir.
Fakat Risâle-i Nur Külliyatı gibi geniş muhtevalı, büyük hacimli eserlerin okunuş tarzını şartlar veya hissiyatlar değil eserler tayin eder. Bilhassa yazılı kültürümüzün, yazılmasının yanı sıra müşterek de okunan belki de tek eserler topluluğunun okunuş tarzı kendine has özellikler taşır.
Nitekim Külliyatın müellifi Bediüzzaman Said Nursî bu tarzı “Siz onların mütalâasını kıymettar bir ibadet olan tefekkür nev’inde telâkki ediniz. Ve onlardaki ilmi envar-ı imandan ve marifetullahdan tasavvur ediniz ki usanç vermesin. Hem sizde ve müstemiînde iştiyak olduğu zaman okuyunuz” şeklinde ifade etmiştir.
Nur Talebeleri zaten Risâleleri bu telâkkî ve tasavvur içinde okuyorlardı.
Fakat Risâle-i Nurların hızla intişar etmesinin yolunun çok okunup iyi anlaşılmasından geçtiğini düşünen Nur müdebbirleri; bilhassa Nurlarla yeni muhatap olan insanların iştirak ettiği müşterek okumalarda, okuyanın da, dinleyenlerin de iştiyak duyacağı şartları sağlama cihetine gittiler.
Bu maksatla, Risâlelerin ekseriyeti dağlarda ve kırlarda yazıldığından o bahisleri öyle yerlerde okumanın insanın tefekkür ve tasavvur hassalarını hareketlendireceğini de nazara alarak kır dersleri ve okuma programları ihdas ettiler.
Böylece günün bazı vakitlerinin ve haftanın muayyen günlerinin yanı sıra yılın bazı mevsimleri de ferdi okumaların, toplu derslerin ve müşterek mütalâaların yapıldığı hususî okuma zamanları addedildi.
Genellikle okullar tatile girdikten sonra başlayan ve Haziran, Temmuz, Ağustos ayları boyunca devam eden bu faaliyetler her yıl muntazaman tekrarlandığından yaz ayları tam bir okuma mevsimi hâline geldi.
Bu yıl da Haziran ayında başladı bu mevsim.
Bilhassa üniversitesi bulunan illerde çeşitli adlar altında yapılan mezuniyet günleri ile üniversitenin eski ve yeni mezunları, o mahalde mukim olanlarla birlikte toplanıp kırlara gittiler.
Gün boyu temiz havada ve güzel manzaralar içinde mekâna münasip bahisler okudular, farklı mütalaalarda bulundular. Hususî okumaları müteakip birlikte yemekler yediler, maçlar ve yarışmalar yaptılar.
Bu sayede hem meşrû dairede eğlenip dinlendiler hem eski hatıralarını yâdedip yeni maceralar yaşadılar ve uhuvvet bağlarını kuvvetlendirerek şahs-ı mânevî olmanın kuvve-i mânevîyesini hissettiler.
Temmuzla birlikte okuma programları girdi devreye.
İnsanın bedenini dinlendirirken ruhunu ihtizaza getiren okuma ikliminin bu safhasında değişik yaş gruplarına ayrılan talebeler on beş, yirmişer kişilik gruplar hâlinde bir araya geldiler. Belli bir program dahilinde ve tecrübeli eğitimciler nezaretinde bol bol kitap okuyup mütalaalar yapıyorlar.
Bu programlar genellikle bahçeli evlerde, yazlıklarda ve benzeri âsûde yerlerde yapıldığından, iştirak edenler yalnız kitap okumakla kalmıyorlar. Çevre gezilerine çıkıp yüzme, yürüme, koşma, yarışma gibi sportif faaliyetler de yaptıklarından kendilerini her yönden geliştiriyorlar.
Bilhassa ilköğretim seviyesindeki çocuklar bu vesile ile ilk defa evlerinden dışarıya çıkıyorlar. Pek çoğu ilk defa çıplak ayakla taşa, toprağa, suya basıyor ve tabiatla iç içe yaşamanın hazzının hissediyor.
Bazıları, o zamana kadar ancak pazardan, manavdan aldıkları meyveyi, sebzeyi ilk defa bahçede ağacıyla ve köküyle birlikte görüyor. Meyveyi dalından koparıp sebzeyi yaprakları arasından almanın hazzını hissediyor.
Pek çoğu ufku ilk defa bu kadar geniş, gökyüzünü böylesine berrak görüyor. Geceleri yeni yıldız kümeleri, gündüzleri de farklı bitki türleri tanıyor. Arılardan kaçıp kelebekleri kovalarken yeni kuş sesleri, böcek hışırtıları duyup çiçek kokuları hissederek tabiî hayata biraz daha âşina oluyor.
Bunların yanı sıra, onlarca akranı ile günlerce bir arada yaşamanın mesuliyetini hissedip mutluluğunu tadıyor. Onları yakından tanıyarak bazıları ile mesafeli dururken bazıları ile daha sonra da devam edecek samîmî arkadaşlıklar kuruyorlar.
Ağustosta sıra ailelere ve meslek guruplarına gelecek.
Onlar da her gün muntazaman hususî ve umumî okumalar yapacaklar, bazı bahisler hakkında müzakerelerde bulunacaklar. Memleket ve beşeriyet meseleleri üzerinde hararetli sohbetler edecekler, siyasî ve içtimaî fikir alış verişinde bulunacaklar.
Neticede bir okuma mevsimi daha bitecek ama yaşananlar hatıraları süslemeye, öğrenilenler hafızaları zenginleştirmeye devam edecek.
***
Zîra, onların da üç kitap birden açılacak önlerine.
Kur’ân’ın kâinatı, Risâle-i Nur’un da Kur’ân’ı tefsir etmesi hasebiyle onlar da kâinat kitabını, Kur’ân’ı ve Risâle-i Nurları birlikte okuyacaklar.
Okudukça arzdan arşa çıkacak, mavera ile masiva arasında muhayyel seyahatler yapacaklar ve hayatın mânâsını daha iyi anlayıp, kâinatı tanıyarak hilkatin sırlarına vakıf olacaklar.
Tabi merhum Hasan Feyzi’nin işaret ettiği okuma inceliklerine de riayet edip ‘güzel okudukları’ takdirde:
“Güzel oku, her zerrede coşkun birer mânâ var.
Dert ehline bu mânâda canlar sunan edâ var.
Vermek için parlaklığı gamlı gönül evine.
Bir bak hele, her cilâdan üstün olan cilâ var.
Hünerdir ki; yaprak atlas, toprak elmas olmalı.
Çünkü bir bak ne yaprakta, ne toprakta beka var.
Kısa görüp denizleri damlalara çevirme,
Hakikatte her damlada gizli birer derya var.”
02.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|