Ortaokul 1. sınıftayken İttihad gazetesinin müdavimlerindendim. Yeni Asya’nın bir nevî nüvesini teşkil eden ve alt yapısını oluşturan bu muhteşem gazete, haftalık çıktığından dergi mesabesindeydi. Yeni sayısını iple çekerdim.
Yeni Asya Yayınları kurulmazdan önce de Mihrab Yayınları vardı. İlk kitaplar bu isim altında basıldı. Nefis kapak kompozisyonu ile herkesi celbederdi. Öylesine albeniliydi.
Pazartesi günkü gazetemizde bir taziye ilânıyla karşılaştım. Çocukluğumun ve gençlik çağımın bayan yazarlarından olan Zeynep Münteha Polat, Hak’ka yürümüştü. Yeni Asya gazetesinin müessisi rahmetli M. Nezihi Polat Ağabeyle akraba olduğunu da bu taziye ilânında öğrendim. Allah gani gani rahmet eylesin.
Basın hayatında hemen hemen bayan yazarlar yoktu o zamanlar. Büyük bir boşluk hissediliyordu elbetteki. Zaman zaman tek tük yazıları çıkardı bayan okuyucuların ama devamlı ve kalıcı değildi. Ve o günlerde Allah’ın bir lütfu gibi ortaya bir bayan yazar triosu çıktı. Mü’mine Güneş, Zeynep Münteha Polat ve Şule Yüksel Şenler... Bu üçlüyü bugünün muhafazakâr, mütedeyyin okuyucuları da, yazarları da çok iyi bilirler. Unutulmaz izler bıraktı o günkü neslin üzerinde.
Taziye ilânını okuyunca Eylül 1969 tarihli, İttihad matbaasında basılan, ilk şiir antolojimiz de sayılan “Hak Yol İslâm Yazacağız” kitabını hatırladım. l970’li yıllarda 10 liraya aldığım ve kapağı yıpranmasın, sayfaları yırtılmasın diye ince bir naylon torbayla ciltlediğim ve hâlâ öylece saklayabildiğim kitaptaki Mü’mine Güneş ablamın Z. Münteha ablama yazdığı şiir geldi aklıma: “Gönlünde imanın çiçekleri var. Sen ki bir bahar dalısın Münteha” diye başlayan şiiri. Ben o yıllarda okuduğumda, saflara yeni katılan Mü’mine Güneş’in Münteha ablaya ithafen yazdığı şiirdeki “İki yanık gönül ki seninle ben” mısraını hiç unutmam. Çünkü o günlerde başında örtüsü, elinde kalemiyle basın yayın hayatında yazarlık yapmak, hakikaten ateşten gömlek giymek gibiydi. O şartlarda hizmet etmek böylesi hanım kişilerin harcıydı aynı zamanda. Ancak böylesi hanım kişilerin yiğit, merdane ve yılmaz, sarsılmaz, sebatkâr kalemlerinin destekleriyle dayanabilirdi “er kişi”lerin kılıçları.
Merhume ablamızın mezkur antolojide yer alan “Nur yolcuları” şiirinin ilk kıtası, onun hangi bilinçle, hangi inançla ve misyonla kalemle savaş meydanına atıldığını zaten özetliyordu: “Ey insan dem vurma, cihaddan, harbden. / Kalemden bir kılınç var elimizde. / Fikir meydanında geçilir serden / İnnâ fetahnâ’nın müjdesi bizde…” diye haykırıyor ve Bedir’de, Uhud’da yaralı sahabelere yardıma koşan hanım sahabeleri andırıyordu bu haliyle.
Sanki bu şiirin devamında kendisini anlatmıştı. Üstadımızın cehdinden misaller taşıyordu. Varlığı biz okuyuculara huzur veriyordu. Dünyaya beş para değer vermediler.
O ve onun gibi mücahide yazarlar, Asrın Sahibini imtisâl ederek iman hastalarına şifa dağıttılar. Yaşanmaz denilen şartlarda sahabe-misâl İslâmı yaşadılar. Yazar oldukları için asla kibirlenmediler. Bu dâvâ uğrunda şevk ile yürüdüler ve bizlere şevk verdiler.
Silahı ikna, siperi haya, kalesi iman, zırhı tesanüd olan bu yazarlarımız cennetle müjdelenenler gibi sadaketle, teslimiyetle, fedakârlıkla yürüdüler bu kalemle cihad yolunda. Birer meş’ale oldular milyonlara.
Şöhret için yazmadılar, korkaklık göstermediler. Cesaret madeni imandan aldıkları şecaatle. Üstadlarının izinde gerektiğinde memleket memleket dolaştılar hanımlara tebliğ ve irşad için. Ve gönüllerde taht kurdular. Sonunda hizmet, külfet bitti, ücretlerini almaya, Rahmet-i Rahman’a kavuşmaya gittiler. Kendi şiirinde söylediği gibi “Cennet-i Firdevs’e Büşrâ var bizde”. Rabbim o ve onun gibileri Cennet-i Firdevs’ine dahil eylesin.
Ve onlar dağa taşa, ırmağa, göklere, yıldızlara ve her şeyden önemlisi gelen yeni neslin gönlüne “Hak Yol İslâm yazacağız” dediler. Ve Allah’ın inayetiyle yazdılar. Zafer onlarındır. Zafer Kur’ân’ın, hüsran Süfyan’ın oldu. Nur içinde yatsınlar.
29.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|