Bu söz İran’da bulunduğumuz süre içinde görüştüğümüz zatlardan birisi olan Et’telaat Gazetesi Dış Politika Yayın Yönetmeni İsmaili Beye ait.
Zihnimde takıldı kaldı bu cümle: “İran, Irak’a benzemez…” Neydi farklı kılan İran’ı?...
Niyetim sizleri “Ben İran’dayken…” diye başlayan cümlelerle sıkboğaz etmek değil şüphesiz. Ama dünya ve ülkemiz gündeminde İran var bu aralar ve önümüzdeki günlerde de savaş kapısına-kapımıza dayandığından hep olacak sanırım...
Gün geçmiyor ki, “İran, Irak olmasın!” konulu bir seminer, panel düzenlenmesin, gazetelerde İran üzerine yeni yazı dizileri başlamasın… Bu yazı dizilerini de, gezi sonrası ön yargılardan büyük ölçüde temizlenmiş temkinli bir muhabbetle, “İranî mi oldun?” dedirtecek bir hassasiyette takip etmeye çalıştığımdan, yazılar üzerine yorumlarımı da bu arada aktarırım diye düşünüyorum.
Âlem-i İslâm siyaseti üzerine ahkâm kesmek vazifem değil, çapımı da aşar. Ama gündemi takip ederken, algılarınızı tıpkı radyoda dinlemek istediğiniz bir istasyonun frekansını ararken yaptığınız gibi, Risâle-i Nur frekansına ayarlayıp da, her kafadan çıkan farklı sesleri Risâle süzgecinden geçirerek zihninize aldığınızda aklınızın karışması bir tarafa, her şeyin tam da yerli yerinde olduğunu hayretle müşahede ediyorsunuz. Puzzle parçaları gibi…“Gördükleriniz, hangi açıdan baktığınıza bağlıdır” diye bir söz vardır ya aynen öyle.
Bunu her zaman, her olayda yapabilmeyi başarabilsem, başarabilsek!
Yazı dizilerini takip ederken, şu hakikat zihnimde daha da netleşti: “İnsan neyi görmek istiyorsa, onu görüyor, onu işitiyor. Bu nedenle her zaman hakikatin peşinde olmak gerek.”
Sözgelimi takip ettiğim yazı dizilerinden birinde kadın gazeteci gazetenin iki sayfasını tamamen iki İranlı hayat kadını ile yaptığı görüşmeye ayırmış. Oysa ki, İranlı kadınların zengin düşünce, fikir dünyası, bu sohbetin konusunu aşar!!!
Bir diğerinde, kadın gazeteci camideki sohbeti ağlayarak dinleyen kadınların “Hz. Hatice’nin katli” ne üzüldüklerini söyleyecek kadar dine yabanî… Ailenin, dini eğitimi küçükken evlâdına vermemesi nelere mal oluyor!
TV’deki “Sihirli Annem”in tiryakisi olup, mü’minlerin annesi Hz. Hatice’nin hayatından bihaber minik meleklerimizi, çocuklarımızı hatırlıyorum yazıyı okurken…
MEDYA NİNNİLERİ
Evet, kaynaklarda 2500 yıllık bir medeniyete sahip olduğu belirtilen kadim komşumuz İran, “özgürlük ve adalet götürülmesi gereken ülke” konumunda değil, zaten kendisini öyle de görmüyor. Irak ile çarpışmak zorunda kalıp, komşularınca büyük ölçüde bırakıldığı 8 yıllık savaş akabinde halk birbirine daha da sıkı bağlarla bağlanmış. Sadece kendi ülkelerindeki fakirleri değil, Filistinli mültecilerin haklarını, dünyanın dört yanındaki felâketzede Müslümanların maddî sıkıntılarını dert edecek kadar da duyarlılar... Et’telaat Gazetesinden Kasımzade, işgal öncesi Irak’ın kaç kez bölünmenin eşiğine geldiğini, bunu engellemek için ülke olarak verdikleri zorlu uğraşları anlatmıştı… Ama netice ortada…
Şehitler Vakfı’nda görsel yayınlar biriminde Saddam’la ilgili hazırlıkları sürmekte olan belgeselde, Amerika’nın Saddam’ı nasıl destekleyip, palazlandırdığını ve kullandıktan sonra da buruşturulmuş bir mendil gibi nasıl kenara attığını ibretle seyretmiştik…
“İnsan, nisyanla malûl” her şeyi unutuyoruz, medyamız da efsunlu felsefesiyle uykunun dozajını, ninnilerinin frekansını gün geçtikçe arttırıyor…
İnanç birlikteliğini görmezlikten gelen politikalar, inananları ipi kopan bir tesbihin taneleri gibi nasıl da dört bir yana savuruyor…
CEP TELEFONU VE PEPSİ
Irak üzerine bir fotoğraf sergisi açan iki Türk gazeteci ile yapılan röportajda ilginç bir tesbite rastlıyorum. Amerika’da çektiği bir Irak karesiyle ödül de alan gazeteci unutamadığı bir olayı anlatıyor: Bir Iraklıya “Batı size ne getirdi?” diye soruyor. Aldığı cevap şu: ”Cep telefonu ve Pepsi”
Soru da cevap da, unutulacak gibi değil…
KENDİ TEKNOLOJİNİ KENDİN ÜRET
İran kendi teknolojisini kendi üretiyor. Bilimsel araştırmalarda, genler üzerine yapılan çalışmalarda, nano teknolojide büyük adımlar atmış durumdalar. Şu an tartışılmakta olan nükleer enerji teknolojisi de kendi genç bilim adamlarının alın terini taşıyor. Batı ülkeleri, Irak savaşı sırasında yedek parça fiyatlarını yükseltiverince, kendileri çalışıp üretmeye başlamışlar.
Gezideki son gün ev sahipliğimizi yapan İcazi Beyin ekibimize gülerek anlattığı bir olayı hatırlıyorum: Tahran’da yapılan uluslar arası bir teknoloji fuarında, Almanya standında çok beğendikleri bir makineye binlerce Euro istenince, benzerini kendileri yapmışlar. Hem de çok daha ucuza mal ederek… Bir sonraki yıl, Almanya makine değil, makinelerin fotoğraflarını sergileyerek katılmış fuara…
Tabiî kaynaklar açısından zengin, kendi teknolojisini kendisi üreten, refah ve eğitim seviyesi yüksek, son zamanlarda İslâm kimliğini daha ön plana çıkaran bir İran, Müslüman ülkeler üzerine oynanmak istenen oyunu bozuyor…
Bize düşense şu sözlere kulak vermek: “Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Al-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu mânâsız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlûb ettikten sonra, o aleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıtai kudsiye mabeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz’i meseleleri bırakmak elzemdir.”
Bediüzzaman Said Nursî,
Lem’alar, 4. Lem’a
26.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|