|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
.... Mü'min erkek ve mü'min kadınlara ise tevbe nasip ederek günahlarını bağışlayacaktır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.
Ahzâb Sûresi: 73
|
26.06.2006
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Kim ki, Allah yolunda bir harcamada bulunursa, kendisi için bunun yedi yüz katı sevap yazılır.
Câmiü’s-Sağir, c. 3, No: 3608
|
26.06.2006
|
|
Nefisleri esir eden fitne
Birden İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme
Âhirzamanın fitnesinde en dehşetli rolü oynayan tâife-i nisâiye ve onların fitnesi olduğu hadisin rivayetlerinden anlaşılıyor. Evet, nasılki tarihlerde, eski zamanlarda “amazonlar” namında gayet silâhşör kadınlardan mürekkep bir tâife-i askeriye olarak hârika harpler yaptıkları naklediliyor. Aynen öyle de:
Bu zamanda zındıka dalâleti, İslâmiyete karşı muharebesinde, nefs-i emmarenin plânıyla, şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki; açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamaya, fuhuşhâne yolunu genişlettirmeye çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebâir ile yaralıyorlar. Belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar. Birkaç sene namahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar Cehennemin odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadâkatı kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasip kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına belâ bulur. Hattâ bu hâlin neticesi olarak, o âhirzamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riâyetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahipsiz, kıymetsiz bir sûrete gireceği, hadisin rivayetinden anlaşılıyor.
Madem hakikat budur. Ve madem her güzel, güzelliğini sever ve elinden geldiği kadar muhafaza etmek ister ve bozulmasını istemez. Ve madem güzellik bir nimettir. Nimete şükredilse mânen ziyadeleşir. Şükredilmezse değişir, çirkinleşir. Elbette aklı varsa, hüsün ve cemâlini; günahları kazanmak ve kazandırmak ve çirkin ve zehirli yapmak ve o nimeti, küfran ile medar-ı azap bir sûrete çevirmekten bütün kuvvetiyle kaçacak. Ve o fâni, beş on senelik cemâli bakîleştirmek için, meşrû bir tarzda istimâl ile o nimete şükredecek. Yoksa ihtiyarlıkta uzun zaman istiskale mâruz kalıp, me’yûsâne ağlayacak.
Eğer terbiye-i İslâmiye dâiresinde, âdâb-ı Kur’âniye zînetiyle o cemâl güzelleştirilse; o fâni hüsün, mânen bâki kalacağı ve Cennette hûrilerin cemalinden daha şirin ve daha parlak bir tarzda kendine verileceği hadiste kat’iyetle sabittir. Eğer o güzelin zerre miktar aklı varsa, bu güzel ve parlak ve ebedî neticeyi elinden kaçırmayacak.
Gençlik Rehberi, s. 33
Lügatçe:
tâife-i nisâiye: Kadınlar taifesi.
kebâir: Büyük günahlar.
istiskal: Ağır bulup, hoşlanmadığını anlatma.
me’yûsâne: Ümitsiz bir şekilde.
|
26.06.2006
|
|
Maksûd
Allah (c.c.), Maksûd’dur. Yani aranan, istenen, kast edilen, rızâsına ulaşılmak istenen, hedeflenen, muhabbeti maksat görülen, sevgisi kazanılmak arzu edilen, Kendisine dönülen, varılan ve varılmak istenen, hedef ve maksat tutulan tek varlık, kâinat Hâlıkıdır.
Maksûd ismi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Cevşenü’l-Kebîrde zikri geçen isimlerdendir.1
İnsanoğlunun vahim bir hata ile batıcı ve kaybolucu güzelliklere çok meylettiğini, oysa ruh ve kalbin bundan ellerini çekmeleri gerektiğini kaydeden Bediüzzaman Saîd Nursî, aslında rûhun kayboluculara yüz vermek istemediğini, kalbin geçici sevgililerden uzak durmak istediğini, vicdânın da fânilerden yüz çevirdiğini önemle vurgular ve kendi nefsine şöyle seslenir: “Sen dahi bîçâre nefsim! İbrâhîmvârî ‘Lâ uhibbü’l-Âfilîn (Batanları sevmem!)’ gıyâsını çek, kurtul.”
Bediüzzaman devamla, “Yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor! Biri çağır; başkaları imdâda gelmiyor! Biri talep et; başkaları lâyık değiller. Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar. Biri bil; mârifetine yardım etmeyen başka bilmekler faydasızdır. Biri söyle; Ona ait olmayan sözler, mâlâyâni sayılabilir. Hakîkî mahbûb, hakîkî matlûb, hakîkî maksûd, hakîkî mâbûd yalnız Odur” der.2
Bedîüzzaman’a göre, insan, nefesi tükenince, kafesi parçalanınca, sesi kesilince varılması ve ulaşılması gereken gerçek hedefin ve maksadın, Maksûd olan Cenab-ı Hak olduğunu anlayacaktır.3 Bütün Allah’a yönelenlerin ciddî talep ve duâları, bütün tövbekârların göz yaşartan tövbeleri Maksûd olan Cenab-ı Hakka ulaşmaktadır.4
(Risâle-i Nur’da Esmâ-i Hüsnâ)
Dipnotlar:
1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 255
2- Sözler, s. 198
3- Mektubât, s. 286
4- Sözler, s. 603
|
26.06.2006
|
|
‘Kuzca hatibi’ni rahmetle anıyoruz
Kuzca, Isparta’nın Sütçüler kâzasına bağlı yirmi kilometre kadar mesafede bir nahiyedir. Lâhika maktuplarında ‘Kuzca hatibi’ sıfatıyla geçen Hüseyin Arslan 1888’de doğmuş, 26 Haziran 1965’te vefat etmiştir.
Lâhika mektuplarında kendisinden şöyle bahsedilmektedir:
* “O Kuzca hatibi, Risale-i Nur’la tam alâkadarsa, Sabri benim bedelime ona selâm etsin.” (Kastamonu Lahikası, s. 87)
* “..Sabri, Kuzca hatibine, benim tarafımdan çok selâm etsin. Onu has talebeler içinde manevî kazançlarıma şerik ediyoruz. Hususî mektup yazmak âdetimiz olmadığından, ona ayrıca mektup yazamadığımızdan gücenmesin.” (Kastamonu Lahikası, s. 197)
Son Şahitler’de oğlu Hüsnü Yakup Aslan, babası Hüseyin Arslan’la ilgili olarak şu bilgileri vermektedir:
“Babam merhumun adı, Hacı Hatib Hüseyin Aslan’dır. Sütçüler Kuzca köy imamıydı.
“Babamın yazdığı Nur Risâleleri çok vardı. Pederin vefatından sonra bizim biraderler hepsini yakmışlar. Bu yakmanın sebebi ise; evi basar ve arayıp bizi sıkıntıya sokarlar diye...
“Peder, Üstad Bediüzzaman’la mektuplaşırdı. Barla’ya ve Isparta’ya gider gelir ve Üstadla görüşürlerdi. Vefat ettiği zaman Sağrak köyünün cami avlusuna defnedilmişti.
“Ben Üstad Bediüzzaman’a gideceğim diye haber verir ve veda eder giderdi. Ancak on beş-yirmi gün sonra tekrar geri dönerdi.” (Son Şahitler, c. 1, s. 314)
|
26.06.2006
|
|
Evrâd-ı Kudsiye'den
73. O kuluna şah damarından daha yakındır.
74. Allah’a îman etmiş, Ona kavuşmaya inanmış ve delillerini itiraf ve kabul etmiş, ilâh olma noktasında Onun dışındakileri inkâr etmiş ve Allah’a tevekkül etmiş olarak sabahladık.
75. Allah’ın, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, Arşını taşıyan melekleri şâhid tutarak, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, tek olup, ortağı olmayan Allah olduğuna şâhidlikte bulunuyoruz.
|
26.06.2006
|
|
Zübeyir Gündüzalp'in kaleminden
Rıfk ile davranmak
Cennete giren fazilet sahiplerine melekler sorarlar:
“Faziletiniz nedir?”
Onlar cevap verirler:
“Zulme uğradığımız vakit sabrederdik, bize kötülük edilince de, rıfk (yumuşak huyluluk) ile davranırdırk.” (Hadis meâli)
Allahü Teâlâ sertlik ve kabalığa vermediği ecir, sevap ve mükâfatları, rıfk ve mülâyemete verir. Rıfktan mahrum olan ev halkı, çok şeylerden mahrum kalırlar. (Hadis meâli)
Rıfktan, şefkatten mahrum olanlar, hayırdan, sevaplı amellerden mahrum kalırlar. (Hadis meâli)
Hiddete getirilince kızmayıp, hilm ve sabır gösteren kimse, Allah’ın sevgisine mazhar olur. (Hadis meâli)
|
26.06.2006
|
|
Ebû Hanife ve İmam-ı Şafiî’ye işaret etmesi
* Hem, nakl-i sahih-i kati ile, ferman etmiş ki:
“Eğer din, Ülker Takımyıldızında bile olsaydı, Fars’tan bazı kimseler ona ulaşıp alabileceklerdi” deyip, başta Ebû Hanife olarak, İran’ın emsalsiz bir sûrette yetiştirdiği ulema ve evliyaya işaret ediyor, haber veriyor.
* Hem ferman etmiş ki:
“Kureyş’in âlimi yeryüzünün tabakalarını ilimle dolduracaktır” deyip, İmam-ı Şâfiî’ye işaret edip haber veriyor.
Mektubat, s. 106
|
26.06.2006
|
|
BİR KISSA, BİN HİSSE
İzettin ibn-i Nuaym Hazretleri tasarruf sahibi büyük velilerdendi. Bir gün Hama Hükümdarı onu denemek için birkaç tulum şarap gönderdi.
Şeyh bu saygısızlığa kızdı, ama belli etmedi. Müritlerine:
“Tulumları açın.” dedi.
Müritler:
“Efendimiz. Bunlar şarap tulumlarıdır.” dediler.
Şeyh:
“Hayır. Dostun gıybetini yapmayın. Onlar bal tulumlarıdır. Tulumları açın.” dedi.
Müritler tulumları açınca gerçekten tulumların iyi cins bal ile dolu olduğunu gördüler. Şeyh bu balın bir kısmını müritlerine yedirdi. Bir kısmını da tulumların içinde Hama Hükümdarına geri gönderdi.
Hükümdara ayrıca bir tulumun içinde pamukla ateş gönderdi.
Hama hükümdarı şarap tulumlarının bala döndüğünü, pamuğun da ateşin yanında bir tulumun içinde yanmadan geldiğini görünce utancından kıpkırmızı kesildi.
Bu kerametten, kıskançlık ateşinin yumuşak huya zarar vermeyeceğini anlayan hükümdar, tövbe edip Şeyhten özür diledi.
|
Süleyman KÖSMENE
26.06.2006
|
|
|
|