Bir hükümdar, havadar, suyu bol ve çok güzel bir yere bir şehir kurar. Kanallar açar, ağaçlar diker, sonra halkına:
“Bu şehre doğru yarışın, önce varanlara en güzel köşkler verilecek. Her kim geri kalırsa bu köşklerden ve nimetlerden mahrum kalacaklar” der.
Sonra, hükümdar insanlar için bir yarış meydana yapar. Meydana uzun gölgeli, altlarından sular akan büyük ağaçlar diker. Bu ağaçlarda her çeşit meyveler ve dallarında çok güzel öten kuşlar vardır.
Sonra hükümdar insanlara bir elçisiyle şu haberi verir:
“Ey halkım! Bu ağaçlara ve gölgelerine aldanmayın. Bu ağaçlar yakında köklerinden sökülecek, gölgeleri gidecek, meyveleri kalmayacak, kuşları ölecektir. Sizin için kurduğum şehrin ise ne ağaçları kurur, ne gölgeleri kaybolur. Orada her şey, bütün nimetler devamlıdır ve sonsuza kadar bitmez. O şehirde hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın hatırından geçmeyen nimetler vardır” der.
İnsanlar bu şehri işitince onu aramaya çıkarlar. Yorgunluğun, sıcaklığın ve susuzluğun etkisi altına girdikleri bir sırada, yollarında bu gelip geçici ağaçlarla karşılaşırlar. O ağaçların altına inip gölgeleriyle gölgelenirler; tatlı meyvelerini yerler; kuşların nağmelerini dinlerler. Onlara:
Siz bu ağaçların altına dinlenmeniz ve hayvanlarınızı yarışmaya hazırlamanız için geldiniz. Hayvanlarınıza binmek için hazırlanın ve hazırlıklı bulunun. Boru ötünce yarışma için toplanılacak yere ulaşırsınız” denilir. Onlardan çoğu bu emre uymaz ve şöyle der:
“Biz bu koyu gölgeleri, bu tatlı suları, bu olgun meyveleri ve bu rahatlığı nasıl bırakırız? Bu sıcakta, bu yorgunlukla, bu uzak yolculuğa nasıl çıkarız? İnsanın içini dışına çıkaran bu tozlu ve susuz çölleri nasıl geçebiliriz? Biz peşin para ile uzun vadeli ve görmediğimiz bir malı nasıl satın alabiliriz? Gördüğümüz bir şeyi görmediğimiz bir şey için nasıl bırakabiliriz? Eldeki peşin bir kuruş, yarından sonra vaad edilen milyonlardan daha iyidir. Gördüğün şeyi al, duyduğun şeyi bırak! Biz bugünün çocuklarıyız. Bu hazır ve görülen haldir; bu hali uzak bir beldedeki görünmeyen bir hal için nasıl terk edebiliriz? Hem o beldeye ne zaman ulaşacağımızı da bilmiyoruz.”
Çok az kişi ise kalkıp hazırlanır ve şöyle derler:
“Vallahi bizim bu yerimiz, sökülmesi yakın olan bir ağacın altındaki yok olacak bir gölgedir. Ağacın meyveleri kalmayacak ve kuşları ölecektir. Devamlı bir gölgeyi ve ebedî mutlu bir hayatı isteriz. Ve madem sultan bunu vaad etmiştir, elbette onu verecektir. Bir ağacın gölgesinde dinlenen yolcunun oraya çadır kurup sıcağın ve soğuğun eziyet vermesinden korktuğu için orayı yurt edinmesi yakışmaz. Bir ağacın altını ancak akılsızların en akılsızı yurt edinir. O halde haydi yarışa! Acele edelim!”
Bu az sayıdaki kişiler sonra şunları da söylerler:
“Bu âlemdeki ölümün hükmü geçerlidir. Bu dünya devamlı kalınabilecek bir yurt değildir. Hazırlığımızı çabuk yapalım, çünkü ömürlerimiz yolculuklardan bir yolculuktur. Yarış atlarımızı koşturalım ve acele edelim. Zira onlar geri alınacak emanetlerdir. Geçici bir gölgenin altında oturup kalmayalım, çünkü bizler bu dünyada bir yolculuktayız. Her kim bu dünyada güzel yaşamak isterse, umudunu çöküp gidecek bir yere bağlamış olur. En güzel yaşayış bu âlemden ayrıldıktan sonra müsabakaya katılanların o pek şerefli yurdundadır.”
Sonra da yarışma için toplanılan yere giderler. Arkadaşlarının az olmasından korkmazlar. Oraya giderken hiç kimsenin kınamasından çekinmezler.
Onlar yarış meydanına giderken, geri kalanlar ağaç gölgesinde uyuyakalırlar. Ama çok geçmeden, ağacın dalları solar, yaprakları dökülür, meyveleri tükenir, suyu çekilir ve sonra ağaçlar kökünden sökülür.
Ağaçların altında kalanlar yakıcı ve kavurucu rüzgârın etkisi altında şaşkın şaşkın dolaşırlar. Ağaçların gölgesindeki yerleri ellerinden alındığı için üzülerek feryat ederler. Ağaçların bakıcısı sökülen ağaçları yakar. Ağaçlar ve etrafındaki bitkiler alev saçan bir ateş olur. Ateş ağacın altında bulunanları da kuşatır. Onlardan hiçbirisi ateşten kurtulamaz. Ateşin içinde kalanlar:
“Bizimle birlikte ağaçların altında gölgelenip sonra bizi bırakıp gidenler nerede kaldılar?” derler. Onlara:
“Başınızı kaldırın, onların makamlarını görürsünüz” denilir.
Başlarını kaldırdıklarında onları hükümdarın köşklerinde çeşitli nimetler içinde dinlenirken görürler. Onlarla beraber olmadıkları için acı ve üzüntüleri kat kat artar. O sırada kendileriyle arzu ettikleri arasına perde çekilir, acı ve elemleri daha da artar.
(Rahmet Öyküleri; İbn Kayyım el-Cevziyye’den)
www.muratciftkaya.com
25.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|