Eski başbakan Bülent Ecevit, bir aydan fazla zamandır hastanede, koma halinde yatıyor.
Eşi Rahşan Ecevit ise, siyaset sahnesinde adeta cirit atıyor. Hatta, siyasetle geçmişte hiç olmadığı kadar ilgileniyor bile denilebilir.
Siyasette izleyeceği yolu bugün yarın açıklayacağı söylenen Rahşan Hanımın, Deniz Baykal'dan Süleyman Demirel'e kadar hemen bütün politikacılardan randevu talebinde bulunması bekleniyor.
Gidecek ve önlerine yeni siyasî projeler serecekmiş...
Kocası ölümle hayat arasındaki o "incecik çizgi" üzerinde dururken, bir hatun kişinin siyasetle bu derece alâkadar olmasını neyle izah edeceksiniz?
Hani, eski başbakanlığı zamanlarında söylenirdi ya: "Bülent Ecevit ülkeyi yönetmeye, Rahşan Hanım da Ecevit'i yönetmeye çalışıyor."
Demek bu söylentinin doğruluk payı varmış ki, Bülent Beyin sukûtuyla birlikte, Rahşan Hanım depara kalkmış bulunuyor.
Haksızlık etmeyelim
Geçen haftalarda bu konuda yine birşeyler yazmış ve gidici gözüyle bakılan Bülent Ecevit'in, bu ülke insanı için geride bir tek eser bırakmadan dünyaya veda edeceğinden söz etmiştik.
Aynı gün Mersin'den bir faks mesajı çeken arkadaşımız Hüseyin Küçükoğlu, Ecevitler'e haksızlık ettiğimizi belirterek şu eserlerini sıralıyordu:
* 1974'te "anarşistlerin affı"nı netice veren af kànunu.
* 2001'den itibaren kapkaç ve hırsızlık faaliyetlerine tavan yaptıran "Rahşan affı."
* 1978–79 yıllarında milletin anasını ağlatan ekonomik kriz: Yokluk, kuyruk, karaborsa...
* 2001'de Anayasa kitapçığının fırlatılmasıyla patlak veren derin ekonomik kriz: Yatırım, finans ve döviz borsasının tepetaklak olması.
* 32 yıldır halledilemeyen ve hemen her platformda diplomatik krize yol açan Kıbrıs meselesi.
Evet, arkadaşımızın da hatırlattığı gibi, Ecevitler'e haksızlık etmemek için, onlardan geriye kalan ve yakın tarihte iz bırakan bazı eserlerini de burada zikretmiş olduk.
Köykent, Kentköy'e dönüştü
Bizlerin unuttuğu Ecevitler'e ait harikulâde bir eseri de, Akşam gazetesi yazarı Engin Ardıç hatırlattı.
Evet, bu eserin dünyada eşi menendi yok. Zaten olmadığı için de, Engin Ardıç, bu ucûbe proje ile iğneleyici üslupla dalgasını geçiyor.
Ardıç, 21 Haziran günkü "Bülent, iyileş de köykent kuralım" başlıklı yazısında, çalıştığı gazetenin haberine dayanarak şöyle ironik bir değerlendirmede bulundu:
"Ecevit'in şu ünlü 'köykent projesinin' nereye vardığını görelim.
"Örnek köykent, yani Ordu'nun Mesudiye ilçesinin Çavdarlı köyü ve onunla birleştirilen dokuz köy berbat durumda.
"Seçimde de Ecevit'e oradan tek oy çıkmamıştı... Çünkü oy verecek olanlar çoktan yorganı, bakracı toplayıp gerçek kentlere göçmüşlerdi.
"Sağlık ocağı boş, üç bin kitaplık kütüphanede inekler otluyor, helikopter pistinde meşe ağacı çıkmış, orman ürünlerini işleyip Arjantin'e kalas satmayı düşleyen kooperatif iflâs etmiş, köy ebesi işsiz kalmış, doğum yokluğunda ara sıra tansiyon ölçüyor, ama büsbütün çıldırmamak için Internet'e giriyor!
"Acaba birtakım vatan ve millet düşmanları mı baltalamışlar Köykent'i, yoksa sosyoloji bilimi mi Ecevit'e sillesini vurmuş? ...Değerli devlet büyüğümüz lise mezunu olduğu için sosyoloji biliminden habersizdi...
"Köy, kentin zıddıdır. Bir yer köy olursa kent olmaz, kent olursa köy olmaz. Bunu bilmeyen, üniversite birinci sınıfta çakar. Sınıfta çakmazsa, seçim sandığında çakar. 'Köykent' kelimesi... 'sıcak kar' kadar, 'kuru yağmur' kadar 'absürd' bir kavramdır.
Köylüyü, ancak şehire gelip 'sanayi işçisine' dönüştüğü zaman kurtarırsınız. Ya da köye makineleşmeyi ve kapitalist tarımı götürdüğünüz, sağlık hizmeti falan filan da bunun yan ürünü, kaçınılmaz sonucu olarak gittiği zaman.
(Aksi halde) ....ortaya Ecevit'in eğitimsiz düşlerindeki Köykent değil, bugünkü acı gerçek, yani Kentköy çıkar!
"Bugün 'Köy Enstitüleri yeniden açılsın' diyen budala var, ama Ecevit'in Köykent abukluğuna, Ahmet Necdet Sezer'i 'Üçüncü Adam' ilân etmeye çalışan faşistler bile inanmıyor."
Günün Tarihi
İnkılâpçı padişah, ıslâhatçı valiye yenildi
24 Haziran 1839: Nizip Bozgunu. Osmanlı ordusu, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşaya bağlı kuvvetlerce bozguna uğratıldı.
Yedi sene önce Osmanlı hükümeti ile Mısır Valisi Kavalalı arasında yapılan “Kütahya Antlaşması” maddeleri her iki tarafı da memnun etmiş değildi.
Memnuniyetsizlik, itimatsızlığı netice verdi. Taraflar birbirini kollamaya, cephelere yığınak yapmaya girişti.
Gerginlik, sonunda patlak verdi. Kavalalı, 80 bin kara ve 50 bin kadar da deniz kuvvetiyle Anadolu içlerine doğru harekete geçti.
Osmanlı kuvvetleri de hemen aynı seviyede idi. Ancak, emir komuta kademesine yeni giren ecnebi subaylar sebebiyle, Osmanlı ordusundaki Müslüman askerlerin itaat etmekte tereddüt geçirmesine sebep oldu. İşte bu tereddüt eseri, tâlim zaafı ve Sultan II. Mahmud'un kanlı inkılâpçılığı gibi daha başka sebeplerle de birleşince, Osmanlı ordusu üstün bir varlık gösteremeyerek Nizip’te bozguna uğradı ve Kavalalı’nın kuvvetleri karşısında perişan bir vaziyete düştü.
Mağlûbiyet haberini alan Sultan Mahmut ise, bir kaç gün sonra (1 Temmuz) kederinden öldü.
* * *
Evet, 1808'de tahta oturan Sultan II. Mahmut, Osmanlı padişahları arasında en katı bir inkılâpçıydı.
Sarık yerine fes, şalvar yerine pantolon ve daha bir dizi kılık–kıyafet değişikliği yapmanın yanı sıra, başka alanlarda da inkılâp hareketlerine imza atan Sultan Mahmut, ayrıca çok kan döktüğü için, dindar halk ve hatta subaylar tarafından da pek sevilmezdi.
Mısır Valisi Kavalalı M. Ali Paşa ise, inkılâpçılık yerine ıslahatçılık metoduyla hareket ediyordu. Orduda bir takım yenilikler yaptı, günün şartlarına göre ordusunu ileri derecede modernize etti. Tabiî, yine Sultan Mahmut gibi kırmadan, dökmeden, ortalığı kan revan içinde bırakmadan.
24.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|