Zaman zaman gündeme gelir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin cesedi “denize atıldı”, “çöp kamyonuna atıldı” gibi yakıştırmalar yapılır. Halbuki devletin resmî kayıtlarında Bediüzzaman’ın kabri Isparta’dadır. Isparta kabristanındadır.
O dönemde Isparta kabristanına bir çocuk cesedi defnedilecek iken tabut ile bir ceset bulunuyor. Cesed çürümemiş. Sonra anlaşılıyor ki bu ceset, Said Nursî Hazretlerinin cesedidir. Talebelerine haber veriliyor, ceset bizce meçhul bir yere defnediliyor. Olay bu.
Said Nursî Hazretlerinin kendi isteği ve vasiyeti birkaç yerde var. “Kabrimin gizli olmasını vasiyet ediyorum” mânâsında talebelerine vasiyet ediyor.
Şimdi birkaç talebesinden başka kabrini bilen yok. Eserinde ise kabrinin kırılacağına önceden işaret ediyor:
“Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde...”
Çok ilginçtir. Hürriyet gazetesinin sürmanşetten verdiği haber, geniş yankı yaptı. Arkasından medyada çeşitli haberler yayınlandı. Birçok insan konuk olarak çağrıldı. Mesele enine boyuna müzakere edildi. Savaş Ay sonunda önemli bir tesbitte bulundu:
“Said Nursî de bizim insanımız, diğerleri de. Katılırsınız veya katılmazsınız o ayrı mesele ama bu ülkede yaşamış insan bizim insanımızdır.”
Geçmişte bu tip konular hep çarpıtılırdı. Ama artık öyle olmuyor. Objektif olarak ele alınan mesele her zaman gerçeği yansıtır.
Yaklaşık bir asra yakın bu milletin imanına çalışmış bir insan böylesine horlanmamalı idi. Ama oldu.
Yaşadığı dönemde bir başka ülkeye kaçmamış, “Mekke’de olsam dahi buraya gelmem lâzımdı. Çünkü en ziyade burada ihtiyaç var” demiştir.
29.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|