Uzun süredir alttan alta yürütülen yeni cephe oluşumu denemeleri, son altı aydır gün yüzüne çıkmaya başladı. Kızılcahamam’da Demirel’in yürüttüğü kulisler ve bazı isimlerin arka planda kısmen Demirel’le dirsek temasında bulunarak organize katkısı yaptığı toplantılar birer işaretti.
Ayrıca üç yıl öncesine döndüğümüzde, Rauf Denktaş’ın Ankara Ticaret Odası’nca ağırlanması, o günlerde ulusalcı cephe provasının yapılması da başka bir izdüşümün habercisiydi. Sinan Aygün’ün ev sahipliğinde; Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Recai Kutan, Doğu Perinçek ve MHP temsilcisi ile diğer AB muhalifleri aynı kareye oturmuşlardı.
Kıbrıs üzerinden ulusalcı cephe ve AB muhalifliği Atilla İlhan’la Devlet Bahçeli’yi, Mustafa Başoğlu ile Doğu Perinçek’i yakınlaştırmıştı. Daha arka planda ise seçimle gelen bir siyasî iktidara, AKP’ye hazımsızlık vardı. Bu hazımsızlık; bazen laiklik, bazen milliyetçilik, bazen de dinî hassasiyetler bağlamında farklı düşünce ve mizaç sahiplerinin muhalifler ittifakına dönüşüyor.
Amaç birliği olmayanlar, iktidarı kaybedenler, sadece istikbal birliği ve daha ötesi halktan alamadığı siyasî inisiyatifi başka yollarla, “Öcüler seni yer” mantığı ile belli hassasiyetlerin gölgesinde ve korkutarak tekrar iktidarı bölüştürecek mekanizmada yer almak istiyorlar.
İmtiyazın alışkanlık haline geldiği ihtiras odaklı siyasî hırs, zaafiyetlerden medet ummakta ve ülke yönetiminde başarısızlık beklentisine girmektedir. Bu hal, ilkesiz beraberliklere, siyasette yeni cepheleşmelere, puslu havada fırsat kollamaya sevk etmektedir.
Bu tür talihsizlikleri, siyasî boğuşmaları, meşrû siyasete ve iktidara müdahale zeminleri fazlasıyla yaşamış bir ülkeyiz. Artık bu tür bayat Bizans oyunları ile kamuoyunu meşgul etmenin zamanı geçmiştir.
Tarih, her doğru oluşuma ve harekete bir dönem şans verir. İkbal kapılarını açar. Kamu vicdanı bunu değerlendirir ve seçimde siyasîlerin karnesini doldurur. Siyasetçinin referansı halktır. Meşrû kavganın zemini seçimdir. Ankara-İstanbul hattındaki gayr-i memnun siyasî otokrasinin tezgâhları değil.
* * *
Bugüne kadar devam eden Demokrat Partisi çizgisi, hep mazlumun tarafında ve milli iradenin tecelligâhı olan meclis üzerinden siyaset yaptı. Darbelere maruz kaldığı dört müdahalede de, halkın sağduyusu ve meşrû müdafaa ekseninde sadece millete olan vicdan ve gönül borcu ile üç ihtilalde de ayakta kalmayı başardı. Her defasında helâl reylerle kendini toparladı ve emanetin sahiplerine müteşekkir kaldı.
Ne zaman ki, devlet eliti, sol propagandaların medyatik aktörleri ve bir kısım mahfillerin beslemeleri ile konjonktürel bağlara ve açılan yeni ağlara takıldı, gücünü de imajını da, sessiz kitlenin sağduyusunu da kaybetti.
27 Mayıs ihtilâlinden sonra Ekrem Ali Can’ın Yeni Türkiye Partisi’ni Adalet Partisi nasıl elediyse, 12 Eylül sonrası merkez sağın siyasî nüfuzunu zimmetine geçiren Anavatan Partisi’ni de Doğru Yol Partisi 1991 seçimleri ile elemiştir.
Aynı şekilde 1991 seçimleriyle, demokrat çizgi 12 Eylül kadrosundan da rövanşını demokratik yollarla almıştır. Benzer şekilde 28 Şubat mağduriyetinde aldığı puanı, sadece ekonomi gündemine dönerek, siyasî demeçlerini kısarak ve hakların sözcülüğünden biraz çelişkili beyanlara kayarak gerilemiştir.
Partinin temel felsefesine uymayan ve tam aşı tutmamış yönetim kadroları ile 28 Şubat sonrası temel özgürlüklerle ilgili yeterli direnç gösterilemediğinden, merkez sağ boşluğu oluşmuştur. Bu boşluğun tepki oylarını AKP kapmıştır.
DYP’yi 28 Şubat sürecinde bölen tavır, bugünün vebaline ortaktır. Ayrıca merkezden genel başkan takdiriyle meclise siparişle giren sözüm ona siyaset kademesinin DTP şemsiyesinde nasıl iktidar filesine ve hilesine takıldıklarını da biliyoruz.
Taşıma suyla değirmen dönmeyeceğine göre, dışardan partilere şırınga edilen fikir ve empozelerle de doku uyuşmazlığı giderilemez. Herkes kökleri üzerine büyür. Her felsefe ve parti misyonu, kendi sadık taban ve düşüncelerini güncellemeli. Yoksa ötekine benzeme ilkesizliği, siyasî kabızlığı daha da arttıracak ve mevcut hükümeti öne çıkaracaktır.
Deniz Baykal’ın sağa açılma macerası neyse, merkez sağın sol liderlerden, siyasetçi figürlerden ve fırsat kollayan yeni makosen meraklılarından medet umması da aynı maceranın, kargaşanın ve ilkesizliğin provasıdır.
Hakkını vermek gerekir. DYP, yeni siyasî cephe oluşumuna tavır koyma iradesini göstermiştir. Türkiye’yi iktidar karşıtı bir cepheleşmeye götürmek, “benden sonrası tufan” anlayışının ürünüdür. Türkiye, mutlaka tercihler içerisinde cepheleşecekse, bu cepheler; “demokrat olanlar ve olmayanlar” şeklinde olmalıdır.
Demokratlar kategorisine güç vermek, ilkeli sağduyunun talepleri ile paralel yürümelidir. Halkın gündemine bağlı kalmak ve meşrû AKP hükümetine karşı seçim ortamında rakip çıkmak, medenî ve kalıcı bir siyasetin temel esprisidir.
Haram oylarla, milletvekili transferleri ile siyasetin meşrû kuralları dışında perde arkası güç odakları ile iş birliği yapmanın, kısa süreli koltuk kapmaca oynamanın ve kargaşaya umut bağlamanın, ülkemize ve demokrasi kültürümüze ciddi zarar verdiğini hepimiz yaşadık, gördük.
Merkez sağ veya merkez kavramı, demokrasi eksenli bireyin özgürlükçü fikirlerini ve topluma duyarlı kodlarını muhafaza ederek birlik ruhunu ve AB sürecinde katılımını ve kalkınmasını sağlayabilir.
* * *
Beyin ölümü yaşayan Ecevit’in eşi Rahşan hanım, evinde eşinin geçmiş olsun kabullerini alması ve Gata’da hastane ortamında sabırla insanî duygularını yaşaması varken, merkez siyasete ve bloklaşmaya akıl vermekle meşgul.
Şair ruhlu Ecevit’ten sadır 30 yıllık kooperatifçilik hedefi, şimdilerde “siyasetçiler kooperatifine” döndü. Köy-kent hayaline benzer bir siyaset kenti kurulmak isteniyor. Halktan uzak görüşme seansları ile bütün siyasî gayr-i memnunları bir arada yaşatacaklar. Proje sorumlusu da Rahşan Ecevit.
Memleketin son manzarası bu. Çözüm Rahşan hanıma kaldıysa, yandı gülüm keten helva.
29.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|