Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Haziran 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

O, yere gireni de, yerden çıkanı da, gökten ineni de, göğe yükseleni de bilir. O çok merhamet edici, çok bağışlayıcıdır.

Sebe’ Sûresi: 2

29.06.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Önce selâm veren Allah ve Resûlüne daha yakındır.

Câmiü’s-Sağir, c. 3, No: 3611

29.06.2006


Açık saçıklık, aile hayatını zehirliyor

Sanemperestliği şiddetle, Kur'ân, men ettiği gibi; sanemperestliğin bir nevî taklidi olan sûretperestliği de men eder. Medeniyet ise, sûretleri kendi mehâsininden sayıp, Kur'ân'a muâraza etmek istemiş. Halbuki gölgeli, gölgesiz sûretler, ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riyâ-i mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki; beşeri zulme ve riyâya ve hevâya, hevesi kamçılayıp teşvik eder. Hem Kur'ân, merhameten, kadınların hürmetini muhâfaza için, hayâ perdesini takmasını emreder; tâ hevesât-ı rezîlenin ayağı altında o şefkat mâdenleri zillet çekmesinler, âlet-i hevesât, ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler. Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki, âile hayatı, kadın-erkek mâbeyninde mütekâbil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki, açık saçıklık samimi hürmet ve muhabbeti izâle edip, âilevî hayatı zehirlemiştir. Hususan, sûretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukût-u ruha sebebiyet verdiği, şununla anlaşılır: Nasıl ki, merhûme ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrip eder; öyle de, ölmüş kadınların sûretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan sûretlerine hevesperverâne bakmak, derinden derine, hissiyât-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrip eder.

Sözler, s. 374

***

Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mâbeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünkü, açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebîye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından daha iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samimî muhabbet ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gayet çirkin ve gayet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir.

Lem'âlar, 24. Lem'a, 3. Hikmet

Lügatçe:

sanemperestlik: Puta tapıcılık.

sûretperestlik: Görünüşe çok ehemmiyet vermek, sûretlere, resimlere çok düşkün olmak.

zulm-ü mütehaccir: Taşlaşmış zulüm.

riyâ-i mütecessid: Cesed haline girmiş gösterişlilik.

heves-i mütecessim: Cisimleşmiş heves.

mâbeyn: Ara, arasında.

izâle: Ortadan kaldırma, yok etme.

sukût-u ruh: Ruhun alçalışı.

29.06.2006


Risâle-i Nur’da ilm-i cifr ve ebced hesabı-2

—Dünden devam—

Said Nursî Kur’ân âyetlerinden cifr ilmi yardımıyla işaretler çıkarılmasını Kur’ân’ın bir mucizesi olarak yorumlar. Âyetlerin ifade ettiği mânâlar değişik derecelerdedir. “Her bir âyetin mânâ mertebelerinde bir zahirî, bir batınî, bir haddi, bir muttalaı vardır.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 86) Bu derecelerin de füruatı, işaratı, dal ve budakları vardır. (İhya-ü Ulumi’d-din, 2:184, 174, 175) Buna göre âyetler sadece zahiri mânâdan mürekkep değildir. Zahirdeki mânâsından başka bir de işârî mânâsı vardır. Cifr ilmi bu işârî mânâlara ulaşabilmek için bir araç işlevine sahiptir. Ezelî bir ilim sahibinin kelâmı olduğu için insan idraki ancak yaşadığı olaylarla âyetlere mânâ yükleyebilmekte veya itikadın derecesine göre âyetleri anlamlandırabilmektedir. Âyetlerin her asra bakan yönü olduğu için, maziden haber vermesi gibi, gelecekten haber vermesi de Kur’ân’ın mucizeliğinin ve belâgatının gereğidir.

Kur’ân-ı Kerim’in Allah kelâmı olduğunu ispatlayan özelliklerinden birisi de insanların henüz muhatap olamadığı olaylara ışık tutması ve geçmişte olmasına rağmen insanların henüz bilemediği olaylardan açıkça bahsetmesidir (Peygamber kıssaları, ilk yaratılışla ilgili bilgiler, gelecekte vuku bulacak olaylar, tarihî vakıalar gibi) Bunlar 25. Söz’de maziye ait ihbarat-ı gaybiye, istikbale ait ihbarat-ı gaybiye ve hakaik-i İlâhiyeye ve hakaik-ı kevniyeye ve umur-u uhreviyeye ait ihbarat-ı gaybiye olarak adlandırılır. Kur’ân-ı Kerim’deki âyetlerin birçoğu zahiren nazil olduğu anın olaylarına işaret etmekte, işarî olarak da başka mânâları anlatmaktadır. Ancak insanın bakış açısının ve muhatap olduğu olayların az olması bu âyetlerin tam olarak anlaşılmasını engeller. Benzer yaklaşım hadisler için de söz konusudur. Zira bazı hadisler de insanların henüz bilemediği veya yaşamadığı olaylara işaret etmektedir. Hz. Peygamber gaybaşina nazarıyla (gaybı bilmeye alışık) bazı olayları gerçekleşmeden izn-i İlâhî ile bilmekte ve hadis-i şerifinde o olaya işaret eden remizler saklamaktadır.

Kastamonu Lâhikası’nda geçen, Fil Sûresi’nin cifrî yorumu âyetlerin günümüzde cereyan eden olaylara işârî olarak bakan bir yönünün de olduğunu anlamak bakımından faydalıdır. Söz konusu mektup “işarat-ı Kur’âniye’nin bu zamanımıza tevafuk eden bir şuâı” diye başlar. Fil Sûresi, Habeş Kumandanı Ebrehe’nin Kâbe’ye saldırısını ve ebabil kuşları tarafından onun bu saldırısının geri püskürtülmesini anlatmaktadır. Bediüzzaman, Fil Sûresi’nin zahiri mânâsının Ebrehe’nin Kâbeye saldırısını anlattığını, bu sûrenin işarî mânâsının ise sonraki asırlarda Fil Vakıasına benzer olaylara işaret ettiğini söyler. Sûrenin “Onlara ateşten pişirilmiş taşlar attılar” meâlindeki âyetinin hesab-ı ebcedî ile 1359 (milâdî 1940) ettiğini söyler. Bu tarihte İkinci Dünya Savaşı cereyan etmektedir. Bediüzzaman’a göre bu âyet, dünyayı dine tercih eden ve nev-i beşeri yoldan çıkaran medeniyetçilerin başlarına semavî bombalar ve taşlar yağdırılmasına tevafuken işaret etmektedir. (Kastamonu Lâhikası, s. 173)

Asr Sûresi’nin ilm-i cifr metoduyla yorumlanmasında da asrımıza işaret eden mânâlar görülür. Buna göre Asr Sûresi her asra baktığı gibi bu asrımıza da bakmaktadır. “Yemin olsun asra. İnsan muhakkak hüsrandadır” âyetinin cifr hesabıyla makamı 1324 etmektedir. (Milâdî 1906) Bu dönem ise Balkan ve Trablusgarb Savaşına, Birinci Dünya Savaşı’nın alt yapısının oluşmaya başladığı yıllara, şeâir-i İslâmiye’nin tahrip edildiği dönemlere rastlamaktadır. “Ancak iman eden, güzel işler yapan müstesna...” âyetinin cifri makamı 1358 etmektedir. Bu dönem de İkinci Dünya Savaşına rastlamaktadır. Bu dönem belki de insanlık tarihinin en karanlık günleridir. Bu hasaret zamanının tehlikelerinden kurtulmanın tek çaresi ise “iman etmek” ve “güzel işler” yapmaktır. Bediüzzaman’a göre hasaretin tek sebebi şükürsüzlük, küfür ve küfran, fısk ve sefahettir. (Kastamonu Lâhikası, s. 157)

Netice-i meram: Cifr ilmi ve ebced hesabı İslâm medeniyetinde sıklıkla kullanılmış ve makbul kabul edilmiştir. Yazının başlarında da belirtildiği üzere günlük hayatın çeşitli alanlarında kullanılmış, adeta kültürel bir motif haline gelmiştir. Ulema ve mutasavvıflar arasında da âyet ve hadislerin işârî mânâlarını ortaya çıkarmak için kullanılmış olan sistemlerdir. Hadis-i Şerifler içinde de işârî mânâlar mevcuttur. Hz. Peygamber gayb aşina nazarıyla gelecekteki olaylara Allah’ın izniyle muttali olmakta ve hadis-i şerifinde o olaya işaret etmektedir. İşte cifr ilmi ve ebced hesabı bu işârî mânâyı ortaya çıkaran bir işlev görmektedir. Pek tabiîdir ki, bu hesaplama yöntemleri ilim erbabının elinde kullanıldığı sürece hakikate anahtar olabilecektir. Aksi halde Bediüzzaman’ın da belirttiği gibi sû-i istimale medar olabilecektir.

—SON—

29.06.2006


Matlûb

Allah (c.c.), Matlûb’tur. Yani istenen, aranan, sevilen, hedef tutulan, varılmak istenen, kendisine dönülen, bütün kullarınca rızâsı aranandır.

Matlûb ismi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Cevşenü’l-Kebîrde geçer.1

Hakîkî Matlûbun yalnız Cenab-ı Hak olduğunu kaydeden Bedîüzzaman, “Yalnız biri iste; başkaları istenmeye değmiyor. Biri çağır; başkaları imdâda gelmiyor. Biri talep et; başkaları lâyık değiller” diye hatırlatır.2 Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, insan duâ vesîlesiyle her şeyden önce yalnızlığına ve vahşetine bir çâre bulmaktadır.3 Duâ bir ibâdettir. Kul her istediğini duâda dile getirebilmekte, Cenâb-ı Hak ise her duâya cevap vermektedir. Ama, Allah’ın duâyı kabûl etmesi ve kulunun isteğinin aynısını verip vermemesi Onun hikmetine bağlıdır. Onun Rahmetine îtimat etmeli, şefkatini ittiham etmemelidir.4

Bedîüzzaman’a göre insan, bitmek tükenmek bilmeyen ihtiyaçları, istek ve arzûları konusunda Allah’tan başka şeylere mürâcaat ve minnet etmekle ve boyun eğmekle yanlış kapı çalmakta, boşuna yorulmaktadır. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı Onun yanında, her şeyin dizgini Onun elindedir. Her şey Onun emriyle halledilmektedir. Onu bulan insan, her isteğine kavuşmakta, her matlûbunu bulmakta, hadsiz minnetlerden ve korkulardan kurtulmaktadır. Allah’ı bulmanın yolu, Ona îmân etmektir. Îmâna nâil olan insan rûhu, mânisiz, müdâhalesiz, engelsiz, her hâlinde, her arzûsunda, her isteğinde, her anda ve her yerde O rahmet hazinelerinin Mâliki ve saadet defînelerinin sahibi Cemîl-i Zülcelâlin ve Kadîr-i Zülkemâlin huzuruna girip, bütün ihtiyaçlarını arz eder ve rahmetini bulup kudretine istinat ederek sonsuz bir ferah, sevinç ve saadet elde eder.5

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mecmuâtü’l-Ahzab, 2: 254

2- Sözler, s. 198

3- A.g.e., s. 288; Mektûbât, s. 291, 192

4- Sözler, s. 287; Mektûbât, s. 289; Mesnevî-i Nuriye, s. 190

5- Mektûbât, s. 219

29.06.2006


‘Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak’

* Hem, nakl-i sahih-i kati ile, ferman etmiş ki:

“Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. İçlerinden birisi fırka-i nâciyedir.”

“Onlar kimdir?” dediler. Buyurdu ki:

“Bana ve Ashabıma tâbi olanlardır” deyip, ümmeti yetmiş üç fırkaya inkısam edeceğini ve içinde fırka-i nâciye-i kâmile, Ehl-i Sünnet ve Cemaat olduğunu haber veriyor.

* Hem ferman etmiş ki: “Kaderiye fırkası, bu ümmetin mecûsîleridir” deyip, çok şubelere inkısam eden ve kaderi inkâr eden Kaderiye taifesini haber vermiş. Hem çok şûbelere inkısam eden Râfızîleri haber vermiş.

* Hem, nakl-i sahih-i katî ile, İmam-ı Ali’ye (r.a.) demiş: “Sende, Hazret-i İsâ (a.s.) gibi, iki kısım insan helâkete gider: Birisi ifrat-ı muhabbet, diğeri ifrat-ı adâvetle. Hazret-i İsâ’ya, Nasrânî, muhabbetinden, hadd-i meşrudan tecavüzle—hâşâ—’ibnullah’ dediler. Yahudi, adâvetinden çok tecavüz ettiler, nübüvvetini ve kemâlini inkâr ettiler. Senin hakkında da, bir kısım, hadd-i meşrûdan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir. Onların bir lâkabı vardır ki, onlara Rafizî denir” demiş. “Bir kısmı, senin adâvetinden çok ileri gidecekler. Onlar da Havâriçtir ve Emevîlerin müfrit bir kısım taraftarlarıdır ki, onlara ‘Nâsibe’ denilir.”

Mektûbât, s. 106-107

29.06.2006


Evrâd-ı Kudsiye'den

79. Allah’ım, yüzlerimizi Senden gelen bir hayâ duygusuyla, kalblerimizi Senden gelen bir sevinçle doldur.

80. Allah’ım bizi, cömert ve karşılıksız veren eyle; cimri, yerinde sayıp ilerlemeyen, söz götürüp getiren, kendini beğenen ve arayı bozan eyleme.

81. Allah’ım, oburluktan, kıtlıktan, haddini aşmaktan, geçim sıkıntısından, kötü zandan, sarhoş edici içkilerden, bolluk içinde oyalanmaktan, şerirlikten, zan ile hükmetmekten, karanlık fitnelerden ve geçim darlığından Sana sığınırım.

82. Allah'ım, bugünümüzün başını hayır ve iyilik, ortasını kurtuluş, sonunu ise başarı eyle! Onu bizim için saâdet, şehâdet, tevbe, bağışlanma ve îman ile neticelendir.

29.06.2006


Zübeyir Gündüzalp'in kaleminden

Allah, dereceleri ne ile yükseltir?

Peygamberimiz (asm), sahabelerine sordu:

“Allahu Teâlâ’nın şerefleri ne ile kıymetlendirdiğini ve dereceleri ne ile yükselttiğini size bildireyim mi?”

Ashab cevap verdi:

“Buyur, bildir yâ Resûlallah.”

Hz. Peygamber (asm) buyurdular:

“Sana karşı cahilâne hareket edildiği zaman halim ve yumuşak olursun, sana zulmedenleri bağışlarsın, sana vermeyenlere sen verirsin ve senden alâkasını kesenlerle sen alâkalanırsın.”

Allahu Teâlâ rıfk sahibidir, her hayırlı işte rıfkı sever. (Hadis meali)

29.06.2006


Nurdan Bir Kelime

Ateş

Ateş unsuru, kâinatın bütün kısımlarını istilâj etmiş pek büyük bir unsurdur. Bir damar gibi kainatın yaratılışından başlayarak her tarafa dal budak salıp gelen şu şecere-i nariyeye nazar-ı hikmetle dikkat edilirse, bu şecerenin başında, yani sonunda büyük bir meyvenin bulunduğu anlaşılır. Evet, toprağın içinde büyük ve uzun bir damarı gören adam, o damarın başında kavun gibi bir meyvenin bulunduğunu zannetmesi gibi, alemin her tarafında damarları bulunan şu şecere-i nariyenin de Cehennem gibi bir meyvesinin bulunduğuna bilhads, yani sür’at-i intikal ile hükmedebilir.

İşârâtü’l-İ’câz, s. 180

29.06.2006


BİR KISSA, BİN HİSSE

Abdurrahman b. Ebi Akil (ra) anlatıyor:

Peygamber Efendimiz’e (asm) giden Sakif oğulları kabilesi heyeti içinde ben de vardım. Peygamber Efendimiz’e (asm) varınca arkadaşlarımızdan birisi:

“Ya Resulallah! Niçin Rabbinden Süleyman Aleyhisselâma verdiği mülkü sana da vermesini dilemiyorsun?” diye sordu.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (asm) gülümsedi ve buyurdu ki:

“Sizin peygamberiniz için Allah katında Süleyman’ın mülkünden daha hayırlı şeyler vardır. Hiçbir peygamber yoktur ki, Allah onu gönderirken kendisine bir dilekte bulunmasını söylememiş olsun. Bu peygamberlerden kimisi Allah’tan dünyayı istemiş, Allah ona dünyayı vermiştir. Kimisi, milleti kendisini dinlemediği için milletine bedduâ etmiş, bu yüzden onlar helâk olmuşlardır. Ben ise, dileğimi ahiret için saklamış bulunuyorum ki, o gün ümmetime şefaat edeyim.”

(Buhari)

Süleyman KÖSMENE

29.06.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004