Delilsiz iddialara cevap
Soner Yalçın'ın "Efendi–2" isimli kitabında yer alan asılsız iddialardan birinde şöyle deniliyor: "Said–i Nursî cemaati içinde dışarıya hiç sızdırılmamaya çalıştıkları bir 'cifir ilmi' vardı."
Cevap: Bu uçuk iddianın dayanağı nedir? Neden kaynak ismi verilmiyor. Böyle uluorta söylenen söze hiç itibar edilir mi? Edilirse şayet, kim bilir başkası da "Efendi"nin yazarı hakkında neler söyler, neler...
O takdirde, bu tür söylenti ve iddialara da inanmak mı lâzım gelir? Ki, yazar Soner Yalçın'ın kendisi de yer yer köpürüyor, hatta ateş püskürüyor, kişiliğiyle ilgili dolaşan söylentilere...
Peki, o zaman yaptığı bu sorumsuzluğa ne demeli?
Hem, cifir ilmi "cemaat içinde" niçin gizlensin ki?
Bilâkis, tersi bir durum söz konusu...
Kudsî temeli Kur'ân'a, Hadis'e dayanan, ilmî üstadlığını Hz. Ali'nin (ra) yaptığı, aynı ilmî çığırda büyük İslâm âlimlerinin yürüdüğü bir cifir ilmini, Nur talebeleri neden gizlesin?
Bunun geçerli bir mantığı olabilir mi?
Anlaşılıyor ki, sayın yazar—hakkında çok şey yazdığı—Said Nursî'nin Külliyatına zahmet edip de hiç bakmamış bile...
Baksaydı şayet, başta Birinci Şuâ olmak üzere, 8. Lem'a, 18. Lem'a, 28. Lem'a ve bilhassa Sikke–i Tasdik–i Gaybî isimli eserinde, cifir ilmi hakkında yeterince bilgi bulabilirdi.
Ayrıca, Said Nursî'nin "Rumuzât-ı Semâniye "isimli bir eseri de vardır ki, neredeyse baştan sona "huruf-u Kur'ân"a dair bilgileri ihtiva ediyor. Yazarın bundan da haberi yok.
Habersiz, bilgisiz; ama, iş ahkâm kesmeye gelince de üzerine kimse yok.
Sevsinler sizin ilimsellik–bilimsellik ilkenizi ve de "araştırmacı–gazetecilik" afra tafranızı.
Meğer, ne kadar da çürük ve esassız bir duvara yaslanmışsınız...
* * *
Saçma bir diğer iddia: "...Söylediklerine göre, bu hesabı (cifir hesabı) yapıp çok önceden Adnan Menderes'in öleceği tarihi bilmişlerdi! Bunu 'cifir ilmi'ne göre, Said–i Nursî hesaplamıştı; 1980–1990 yılları arasında Mehdi gelecek, inkârcı felsefeyle mücadele edip, 2001 yılında zafer kazanacak ve İslâmı yeryüzüne hâkim kılacaktı. Olmadı."
Cevap: Kendince "Said Nursî cemaati"ne mensup kişilerin fikirleriyle alay etmeye çalışan Soner Yalçın'a sormak lâzım: Bilgi kaynağınız nedir? Niçin belirtmiyorsunuz? Yoksa siz de "Söylediklerine göre..." diye başlayıp ipe sapa gelmez iddiaları sıralamayı marifet bilenlerden misiniz?
Evet, Said Nursî—Kur'ân'a dayanarak ve her defasında Allah'a sığınarak—eserlerinde ebced hesabı ve cifrî yorumlarla ileriye yönelik bazı tarihleri zikrediyor.
Ancak, iddiada yer aldığı şekliyle Mehdi hakkında 1980-1990-2001 gibi tarihler tamamen uydurma ve yakıştırmadan ibarettir. Aynı iddiayı sürdüren varsa, kaynak ismi belirtmek ve delilleri ortaya koymak durumundadır. Aksi halde Nursî'ye iftira edilmiş olur.
Böyle yanlış bilgiler isnad ederek, ardından da aynı katmerli yanlışlar üzerine birtakım hükümler bina ederek Said Nursî ve talebelerini karalamaya, küçük düşürmeye çalışmanın adı "ilmî araştırma" falan değil; başka bir şeydir. Onu söylemeye de terbiyemiz müsaade etmiyor.
Asılsız iddialara, kaynağından cevaplar vermeye devam...
Said Nursî ve cifir ilmi (2)
Üstad Bediüzzaman, Kur'ân'ın kısmî tefsiri olan Nur Risâlelerinde, yer yer ebced ve cifir ilmine de müracaat ederek bazı istihraçlarda (mânâ çıkarsamalarında) bulunmuştur.
Ağırlıklı olarak "bir derece mahrem" tuttuğu Birinci Şuâ, 8., 18. ve 28. Lem'a gibi eserlerinde kullandığı ebced ve cifir ilminin, hakikatte "makbul ve umumî bir düstur-u ilmî ve bir kànun-u edebî olduğu"nu ifade eden Üstad Bediüzzaman, bu gerçeğin pekçok delilinden nümûne için beş tanesini şöylece beyan ediyor:
Birincisi: Said Nursî, ebced ve cifir ilminin makbuliyeti noktasında öncelikli en büyük delili Kur'ân'dan ve Hadisten getiriyor.
Kaynağı belirtilen sahih hadislere göre, Benîisrail âlimlerinden bir kısmı Hz. Peygamber'in (asm) huzuruna gelmişler ve Kur'ân'daki—Elif, Lâm, Mim... gibi—"huruf-u mukataa"ya dair cifir ilmiyle sohbette bulunmuşlar. Sohbette "Yâ Muhammed! Senin ümmetinin ömrü azdır" diyen bu âlimlere, Hz. Muhammed (asm), sâir sûrelerin başındaki mukatta harfleri de okuyarak onları susturmuş. (Bkz: Birinci Şuâ, 24. Ayet, "İzahtan evvel mühim bir ihtar" bölümü. Ayrıca bkz: İbn-i Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’ani’l-Azîm: 1:38; Tefsîrü’t-Taberî, 1:71-72; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 2:722.)
Yine aynı kaynakta, "Herbir âyetin mânâ mertebelerinde bir zâhiri, bir bâtını, bir haddi, bir muttalaı vardır" şeklindeki bir başka Hadis-i Şerifi hatırlatan Üstad Bediüzzaman, bunun mânâsını da şu sözlerle tefsir ediyor: "'Bu dört tabakadan her birisinin (hadisçe tâbir edilen) fürûatı, işârâtı, dal ve budakları vardır' meâlindeki hadisin hükmüyle, Kur’ân hakkında nazil olan bu âyet-i kudsiye fer’î bir tabakadan ve bir mânâ-yı işârîsiyle de Kur’ân ile münasebeti çok kuvvetli bir tefsirine bakmak, şe’nine bir nakîse değil, belki o lisanü’l-gaybdaki i’câz-ı mânevîsinin muktezasıdır." (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 86.)
İkincisi: Said Nursî, cifir ilminin makbuliyetine ikinci delili Hz. İmam-ı Ali'den getiriyor. Onun okuduğu "Celcelûtiye" isimli kasidesi için "baştan nihâyete kadar bir nevi hesab-ı ebcedî ve cifir ile telif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış" diyor.
Üstad Bediüzzaman'ın ebced ve cifir ilmine dair sıralamış olduğu diğer deliller ile ilgili ifadeleri ise, aynen aşağıdaki gibidir.
Üçüncüsü: "Câfer-i Sâdık (r.a.) ve Muhyiddin-i Arabî (r.a.) gibi esrâr-ı gaybiye ile uğraşan zatlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, bu hesab-ı ebcedîyi gaybî bir düstûr ve bir anahtar kabul etmişler."
Dördüncüsü: "Yüksek edipler, bu hesabı, edebî bir kànun-u letafet kabul edip eski zamandan beri onu istimal etmişler. Hattâ letafetin hatırı için iradî ve sun’î ve taklidî olmamak lâzım gelirken, sun’î ve kastî bir surette o gaybî anahtarların taklidini yapıyorlar."
Beşincisi: "Ulûm-u riyaziye ulemasının münasebet-i adediye içinde en lâtif düsturları ve avamca harika görünen kànunları, bu hesab-ı tevafukînin cinsindendirler."
Sonuç: "...İşte, madem bu tevafuk-u cifrî ve ebcedî, bir kànun-u ilmî ve bir düstur-u riyazî ve bir namus-u fıtrî ve bir usul-ü edebî ve bir anahtar-ı gaybî oluyor. Elbette, menba-ı ulûm ve maden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı âyât-ı tekviniyesi ve edebiyatın mucize-i kübrâsı ve lisanü’l-gayb olan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, o kànun-u tevafukîyi, işârâtında istihdam, istimal etmesi i’câzının muktezasıdır." (A.g.e., s. 88.)
Yarın: İtirazlara cevap
29.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|