AB dönem başkanı Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, bir sonraki güne sarkan gecenin yarısında, canlı yayın ile fiili müzakere sürecinin sonucunu kamuoyuyla paylaştılar.
Plassnik “sürecin geleceği adına kaliteli bir görüşme gerçekleştiğini” belirtiyor ve “yapılanların hem teşvik hem de uyarı niteliğinde olduğunu” sözlerine ekliyordu. AB genişleme komisyonu adına bir tespiti de, Olli Rehn yaptı. Espri ile karışık, “Avrupa’nın son yıllarda hep gece tarih yazdığına” değindi. Genişlemeden Sorumlu üye Olli Rehn “Delegasyonların tarama sürecinin devam ettiğini ve 18 başlığın tamamladığını” ifade ediyordu. “Olağan dışı bir şey olmadığını” anlatmaya çalıştı.
Gerek Plassnik, gerekse Rehn özellikle malların serbest dolaşımı, limanların Rumlara açılması ve gümrük birliği şartlarına uygun ek protokolün imzalanmasını çok net bir şekilde belirttiler. 12 Haziran süreç tarihi olarak belirlendiyse de, yine 13 Haziran kayda girmiş görünüyor. Belki de yine zamanı iki saat durduracaklar.
Ayrıca hazırlanan raporda, PKK terörü aleni kınanıyor. İnsan hakları konusunda gelişme isteniyor. Politik reformların geciktirilmemesi ve bunların ciddiye alınmasını isteyen Rehn’in mesajlarından, Kasım ayına kadar sıkı bir ödevler dizisi verdiklerini anlıyoruz. Vakıflar konusunda azınlık statüleri ile ilgili daha çok çalışma istiyorlar.
Abdullah Gül, müzakere başlığının açılmasını, “önemli bir kilometre taşı ve adım” olarak niteledi. Temkinli, ancak şu aşamadan memnun görünen hükümet, net uyarılar aldı. Somut adımların ve daha hızlı sonuçların beklendiğini ortaya koyan Rehn ve Plassnik’in beyanları, açıkça ikaz niteliğindeydi.
Abdullah Gül ise konuşmasında rahatlamakla beraber sınav teri dökmüş ve sonuçta sınıfı geçmiş bir yorgunluğun ve gerginliğin etkisi altındaydı. Kolay değil, saat 16.00’ya kadar sınav anını bekleyip, sonra gelen davetle üç saatlik yolculuk ve gece yarısına kadar devam eden maraton halindeydi. Gül, “Kıbrıs konusunun müzakerelerde dayanışmayı etkilememesini”, Rum tavrının “ilişkileri zehirlememesi” gerektiğine vurgu yaptı.
Birlikte kazanmaya dayalı beraberliğin temellerinin atıldığı fiili müzakere böylece başlamış oldu. Türkiye’nin müzakere fiilinin üzerinde durması, kendi geleceği ve demokrasi kültürünün tesisi açısından önemli bir açılımdı.
Bilim ve Araştırma faslının açılıp kapanması, AB genelinde de ortak zorlukları olmayan ve kısa içerikli bir madde olmasından kaynaklanan bir avantajdı. Her başlık ve eklenen müktesebat maddelerinin görüşmelere açık olduğu da herkesin malumu. Böyle olunca, prosedür açısından işleyişin doğru ve sonucun alındığı ortadadır. Ancak ertelenen konuların basıncı ve sıkışma stresi artacaktır.
Müzakereyi başlatıp, sürecin önünü kapatmadan ve “tren kazasına” fırsat vermeden yol almanın tatlı uyarısını yapmayı Avrupalılar ihmal etmedi. Nitekim Rehn’in beyanı da bu doğrultuda oldu.
Trafiğin çift yönlü işleyeceği düşünüldüğünde, karşılıklı anlayış, kavrayış, birbirini tanıma ve bütün ülkeler arası ilişkilerin normalleşmesinde herkese görev düştüğü de bir vakıa. Yine de parmağımızın AB’nin ağzında olduğunu da unutmayalım. Bizim temel yükümlülüklerimizden biri demokratik reformlar ise, AB süreci bunun domino etkisini yapan en önemli faktörlerden biridir.
Bu arada çok yalın ve sade bir gerçek var ki, o da her adımın bütün tarafların rızasını gerektirdiğidir. Somut adımlar atılmazsa, ilerleme kaydedilemeyeceği de tartışmasız bir doğrudur.
Türkiye, iç politikanın gerginleştirdiği ürkek tavırlardan çıkıp, AB müktesebatını acil kabul ederek kapsamlı bir ilerleme kaydetmelidir. Buna göre izleme raporu, belli aralıklarla önümüze konduğu göz önüne alınırsa, zamanı aşındırmanın ve süreyi yaymanın problemlerin düğümlenmesinden başka bir katkısı olmayacağı da aşikârdır.
Evet, 70 milyonun önce kendi içinde doyasıya müzakere kültürüne alışması ve iç ahengin avantajını kullanıp, bunu kendinden ve kamuoyundan emin bir devlet iradesi ile iddialarını sürdürmesi, AB yolunda daha sağlıklı hedefleri yakalayacaktır.
İnişli ve çıkışlı maceramızın hayırlı adımlarla bizi daha da disipline edeceğine inanıyoruz. Kıbrıs meselesi, içerdeki topal demokrasimizin ayıbını örten bir şal görevi görmemelidir. Tembel öğrenci psikolojisinden çıkıp, daha çok dersine çalışan ve medeni hakların insanca kriterlerini yaşatan bir ülke olmalıyız. Türkiye’de son dönemlerde cereyan eden olaylar, başlı başına Kıbrıs kadar Avrupa’yı tepkiye sevk eden ve kuşkulandıran mevzulardır.
Sonuç olarak; fiili müzakereler hayırlı olsun. Uzun soluklu bir maraton başladı. Problemleri yoğunlaşarak aşmak, geleceğe bırakılacak en güzel hatıralardır.
Hükümet, cesaretle ve kararlılıkla AB fikriyatının temel eksenlerini bir an önce tamamlamalıdır.
14.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|