Ağzınızı, dilinizi oynatıyorsunuz, güzelim harfler, kelimeler, sözler dökülüveriyor. Ne kadar harika değil mi? Gerçekten Bediüzzaman Hazretlerinin, “Hitap çiçeğini açtı” dediği gibi muazzam bir olay. Mucize! Hayvanların da dilleri var, aynı şartlar onlar için de söz konusu, ama konuşamıyorlar, “Vermeyince Mabud neylesin Mahmud” misâli.
Biz konuşuyoruz, herkes konuşuyor diye herhalde olayı basite indirgeyemeyiz. İrademizi kullanmak, havayı harflerin mahrecine göndermek, dili oynatmak birer sebepten başka nedir ki? Sebeplerin hemen hepsi varken lallerin konuşamamaları da konuşma fiilinin aslında bizim işimiz olmadığını, bizim irademizle gerçekleşmediğini göstermiyor mu?
O söz ve kelimelerin yok olmayıp havada birer nüshasının kaydolunması, radyo ve televizyonlarla milyonlarca yere ulaştırılması da ayrı bir mu’cize. Kâinatı insana lâzım, lâyık ve herşeyi içinde bulunduran, asırlarca gizli kalıp fikirlerin birleşmesi sonucu ihsan edilen bir nimet ve ziyafet sofrası hâline getiren Allah’ın bu nimetine karşılık bizlerden şükür istediğini de düşünmeli değil miyiz?
Bu nimetin şükrü ise onu sonsuz bir irade, hikmet, rahmet ve ihsan olarak görüp Kur’ân ve hakikatlerini ilân etmekle olur.
Evet, bu nimete şükür Kur’ân’ın okunması ve hakikatlerinin ilân edilmesi yoluyladır. Keyfvârî şeylerin beşte biri geçmemesi gerektiğini söyleyen Bediüzzaman Hazretleri, radyoların kahvehane gibi umuma açık yerlerde sandık kutuları gibi büyükçe olduğu, tek tük bulunduğu bir dönemde, gün gelip Kur’ân hakikatlerinin kuvvetli bir izahı olan Risâle-i Nurların da radyo diliyle ilân edileceğini müjdelemişti.
Üstadı gören, yanında kalan, sohbetlerinde bulunan talebelerinden Ahmet Gümüş, Üstad Hazretlerini Çam Dağında 1955 Haziran ayında ziyarete gittiğinde, onun, Kur’ân hakikatlerinin dünyaya yayılacağını, radyo diliyle Risâle-i Nurların ilân edileceğini müjdelediğini anlatıyor. Zübeyir, Sungur, Ziya Arun ve Ceylân Ağabeylerin de bulunduğu bir anda, öğle namazını kıldıktan sonra onu huzuruna aldığını ve şunları söylediğini bildiriyor:
“Kardeşim, biz kendi kendine hareket edenlerden değiliz, biz inayet altındayız. 1400 sene evvel mübarek bir ümmî ve öksüzün eliyle o zamanın krallarının, sultanlarının muhalefetine rağmen, bütün dünyada ilân edilen İslâmiyet nasıl yayılmışsa, Risâle-i Nur da Hz. Ali’nin Celcelutiye’sinde bildirdiği gibi, gizliden gizliye inkişâf edecek, ona müştak Risâle-i Nur Talebeleri vasıtasıyla da dünyaya Kur’ân’ın hakikatları ilân edilecektir. Nasıl ki, önce kalemle sonra teksirle olduğu gibi, yakın bir zamanda matbuat ve radyo vasıtasıyla olacaktır.’”
Bizzat Üstadın kontrolünden geçerek hazırlanan Tarihçe-i Hayat’ta da bu müjde teyit ediliyor: “İnşaallah bir zaman gelecek, Risâle-i Nur Külliyatı altınla yazılacak ve radyo diliyle muhtelif lisanlarda okunacak ve zemin yüzünü geniş bir dershane-i Nuriyeye çevirecektir.”1
Bu müjdeler bir bir gerçekleşmiyor mu?
Dipnotlar: 1- Tarihçe-i Hayat, s. 147.
14.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|