Acaba insan, aklı, vicdânı ve deneyimleriyle neyin ahlâkî, neyin gayr-i ahlâkî olduğunu bilemez, bulamaz mı? Tarih boyunca, bilhassa felsefî akımlar tarafından gündeme sürülmüş ve tartışıla gelmiştir bu nokta. Halbuki, insan aklı ve vicdânı etki altında kalıp her şeyi kuşatamadığından—üstelik akıl yalnızca bir ölçme-değerlendirme âletidir—ahlâkî normları tam, âdil olarak tesbit edemez. Beşer, duyguları ağır basar, hissîdir, taraflıdır. Kuşatıcı ve mükemmel ahlâkî değerler ortaya koyamaz. Karar ve değerlendirmeleri tarafsız olamaz, hissî, cibillî, indî/subjektiftir. Şu halde; insanın ulvî duygularını eğiterek geliştirmesi; negatiflerini terbiye edebilmesi, iyiye, güzele yönlendirebilmesi; huzûr ve mutluluğu yakalayabilmesi için kendisinden üstün bir merciin ahlâkî ölçülerine ihtiyacı vardır.
İnsanoğlunun aklıyla ortaya koyduğu ahlâkî değerlerin kabul edilmesini engelleyen bir handikap daha vardır. O da, insanın karihasının/zihninin, düşüncesinin, aklının mahsûlü ahlâkî normlar; kendisi gibi insan olan başkalarını bağlamaz. Çünkü, “O da benim gibi bir insandır; ben onun değil, o benim prensiplerime uysun!” diye düşünür. Bundan ötürüdür ki, beşerî ahlâk; felsefi ahlâk; deneyci (ampirist) ahlâk, akılcı (rastyonalist) ahlâk, akılcı-deneyci ahlâk diye kısımlara ayrılmış. Deneyci ahlâk da “hazcı, menfaatçı, egzistansiyalist/voroluşçu (tanrılı veya tanrısız varoluşçu) gibi değişik yaklaşım tarzları sergiler.1 Dolayısıyla, hangi ahlâk esas alınacaktır? Felsefî/akılcı ahlâk sistemlerinin birbiriyle çatışması, çelişmesi, birbirini inkâr etmesi ve çok çeşitliliği; onun kaynağının beşerî olamayacağının açık göstergelerindendir.
Öte yandan, ahlâkî kavramlar, davranışlar, hareketler çoğu zaman nisbî/görecelidir. Eski zamanda, bir devrede, bir bölgede, bir toplumda, hattâ bir âilede çirkin sayılan, başka birisinde iyi sayılabilir. Dolayısıyla, filozoflar, hattâ insanlar adedince ahlâk kıstasları ortaya çıkar. Bu da, karışıklığa ve banallığa sebep olabilir. Öyle ise, tüm zamanları, mekânları, toplumları, tabakaları kapsayacak temel ahlâkî kavramları ortaya koyacak mercî gereklidir. Bu da beşerüstü olabilir. O da ancak vahiydir.
Bir nokta daha kaldı: Akıl, dolayısıyla felsefenin vahiyden müstakil olarak bulmuş olduğu ahlâkî normlar, derinden derine vahyin izlerini taşır. Çünkü, vahiy, Hz. Âdem’le (as) başlamış, 124 veya 224 bin peygamber vasıtasıyla tekrar tekrar insanlığın gündemine getirilmiş, nihayet son ahlâk elçisi olan Hz. Muhammed (asm) ile olgunlaşmış, tamamlanmıştır. Semavî kitaplar, ahlâkî kıstasları da ihtivâ ederler.
Dipnot:
1- Doç. Dr. Yaşar Kandemir, İslâm Ahlâkı, s. 46-52
14.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|