Türkiye, NATO sonrası komünizme karşı yapılanan iç güvenlik ve dış tehdit algılamasının örgütlenme biçiminden kaynaklanan alan ve hedef değiştirme zorluğu yaşıyor. Komünizm veya aşırı sol yerine bölücü ve irtica demek, tehdit kriterleri ve sonuçları birbirine uymayan yanlış kıyasın karmaşıklığı ile bizi karşı karşıya getiriyor.
Güneydoğuda bir terör var. Bunun sonuçları ve katliama dönüşen vahşet tabloları, derhal bertaraf edilmeli. Sivil otoritenin emrinde, güvenlik çözümleri bulunmalı. Bununla birlikte, bu neticeleri doğuran yanlış politikalar, göç ve sefalet ile gayr-i insani geçim endekslerinin en dip noktasındaki yetersizlikler için hızlı ve kalıcı tedbirler beraberinde alınmazsa, tahrik tedhişi besler, baskı tepkiyi arttırır ve bumeranga döner.
Ayrıca, toplumun değerlerine ve inancına teorik laiklik tartışmasının gerçekle çatışan ve halkın inanç sistemini reddeden dar gözlüğüyle bakıp, hukukta karşılığı olmayan “irtica” ile tanımlarsanız ve buna iç tehdit değerlendirmesi derseniz, NATO’nun savunma sistemini ülke içinde nasıl uygulayacaksınız?
Üstelik Batı demokrasileri, 1950’de başlayıp 1980’lere uzanan süreçte gladyo türü amacını kayıt dışı tutmuş ve reflekslerini uluslararası aygıtların mizansenlerine göre belirlemiş bir yapıyı tasfiye ettiler.
Temiz eller operasyonu, sadece ekonomik kayıt ve gelir arttırıcı vergilendirme ile üreten toplumu denetlemek için olmamalı. Aynı zamanda tetik tutanın inisiyatifine kapalı ve kanunîaçıklığın denetime tabi mekanizması içinde devlet cihazının doğru işleyip, sadece düzenleyici ve rahatlatıcı bir güvencenin parçası olması sağlanmalıdır.
Halkın tercihlerine sürekli şerh koyan, savaş sonrası yeni ülkenin fırsatlarını tekelleştiren ideoloji ile darbeler eşliğinde tepki anayasalarının halkın yerine rejimi öne çıkarması, siyasetin ritmini bozmuştur. Devleti yöneten iradenin ikide bir darbelerle tırpanlanması, bir kısmının hayatına mal olması, halkı ürkek ve direnemeyen bir konuma sokmuştur.
Hiçbir toplum, özellikle bizim gibi devlet kurumsalına fazla bağlı bir halkın, darbe yapan kendi ordusu ile karşı karşıya gelemeyeceği de bir vakıa. Nitekim anketlerde orduya güvenilmesi, bir kurumsal kabullenmedir. Çünkü kendi evladı görev yapmaktadır.
Halkın bu olumlu yaklaşımı, kurumdaki yetkilerini milli iradeye karşı kullanan, ayrıştırıcı davranışlar sergileyen ve daha ileri gidip milletin emanetlerini ve elindeki silah, teçhizat ve dokümanı başka amaçlarla kullanan kanun dışı yapılanmaları asla hoş görmez.
Benzer şekilde anayasal kuruluşların, başta yürütmeyi temsil eden hükümet olmak üzere, yargı organlarının, Cumhurbaşkanlığı ve diğer kuruluşların, şahsi tutum ve davranışları ile subjektif yorumlarına göre devleti biçimlendirme tarzları, demokratik bir olgunluğu ve halkın önceliklerini ifade etmiyor.
Danıştay baskınında, daha cenaze kaldırılmadan cinayete siyasi bir slogan bulma garabeti, en tepedekilerin aşırı coşkulu (!) beyanları ile ortamı germiştir. Keza bundan siyasi bir rant bekleyen sözüm ona ucuz polemikçilerle tahrikçiliğe basın yayın organlarında devam eden bir kısım medya da sınıfta kalmıştır.
Hakkın, hukukun ve toplumsal ahlâkın tarihsel referansları ile modern devletin aynı amaca yönelik bireye değer atfetme kültürü içinde demokratik hazmı elde etmek, her sağduyu sahibi sorumluların öncelikli ev ödevidir. Demokratik sonuçları benimsemeyip, siyasi bir husumetle kamu otoritesini belli fikir ve akımların rejim savunmasına alet etmek ve halkı incitmek, huzura indirilmiş en büyük darbedir.
Gelinen noktada, herkes şunu anlamalıdır: Artık kutsal kurumlar değil, kutsal değerler vardır. İnsanların inançları ve kabulleri vardır. Ülke birliği ve demokratik düşünce içerisinde herkesin bir birbirini ötekileştirmeden ve değişime zorlamadan beraberce ortak paydanın hakkını verme tercih ve sorumluluğu vardır.
Ya karanlık ilişkilerden ve sonuçlarından arınmış bir ülkesi olacağız, ya da top yekun ahlâkî dejenerasyona “dur” diyecek bir dürüstlüğün yemini ve millete sadakati olacağız.
Ya mutlu olacağız, ya da mutluluğu öğreneceğiz. Ya birlik olacağız, ya da birliği bozanlara karşı işbirliği ve düşünce birliği yapacağız.
Ya ilkeli olacağız, ya da ilkeli olacağız. Ya demokrasiyi tam anlamıyla özümseyeceğiz, ya da demokrasiyi hazmedeceğiz.
Ya ile başlayan iki seçenek de bizim için olumludur. Tersini düşünmek, kendimize, halkımıza ve ülkemize haksızlık olur.
Temiz eller, temiz vicdanlar ve temiz yönetimlerin şeffaf göstergelerini bekliyoruz. Sağ-sol, Alevi-Sünni, Kürt-Türk, laik-antilaik, zengin-fakir, inanan-inanmayan ayırımı yapmadan, kaliteli insanların sivil ve demokratik dayanışmasını temin etmeliyiz.
Herkes hesap vermeli ve yanlış hesap Bağdat’tan dönmeli.
07.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|