Son günlerin/ayların ‘sihirli’ kelimelerinden biri de ‘mutabakat’ oldu. ‘Bir işi anlaşarak yapma’ anlamına gelen bu kelime, hem siyasilerin, hem de işadamlarının kelime hazinesini süslüyor. En çok kullanıldığı yer de, cumhurbaşkanlığı seçimi ve başörtüsü yasağıyla ilgili tartışmalar...
Hükümet cenahı, “Tek başına iş başına geldiniz, başörtüsü yasağı hâlâ ne diye devam ediyor?” sorularına karşılık; “Biz bu konuyu ‘mutabakat’la çözeceğiz’ diyorlar. Cumhurbaşkanlığını ‘en önemli mevki’ olarak görenler ise, “Kimin cumhurbaşkanı olacağına ‘mutabakatla’ karar verilsin” ısrarındalar.
Bu ısrarı en son dillendirenlerden biri de TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı. Sabancı, konuyla ilgili görüşlerini açıklarken, “Cumhurbaşkanlığı en yüksek makamımız. Hassas bir makam. Cumhurbaşkanlığı seçimine daha zaman olmasına rağmen, ekonomik ve siyasî istikrar bozulmamalı, gerilim arttırılmamalıdır. Cumhurbaşkanlığı makamına, uzlaşmacı bir yaklaşımla, kimin oturacağının belirlenmesini istiyoruz. İş dünyası için Cumhurbaşkanlığı makamına kimin oturacağından çok, nasıl oturacağı daha önemli” demiş. (Hürriyet, 6 Haziran 2006)
Tabiî ki işlerin ‘uzlaşma/mutabakat’la yapılması herkesin menfaatinedir. Ancak, bundan daha da önemlisi, ‘Kim ya da kimlerle uzlaşılacağı’ değil midir? “Cumhurbaşkanı uzlaşma ile seçilsin” diyenlerin, bu uzlaşma tarafları arasında acaba ‘millet’ var mıdır?
Yapılan seçimler bir anlamıyla milletle yapılan ‘mutabakat’ değil midir? Bu ‘mutabakat/uzlaşma’dan hareketle hükümetler iş yapar ve eğer başarılı olamazsa, yapılan ilk seçimde millet bu uzlaşmayı/mutabakatı bozar. Bu güne kadar böyle olmuştur ve bundan sonra da böyle olması beklenir.
“Cumhurbaşkanlığı makamı çok önemli, oraya gelecek kişi mutabakatla seçilsin” sözünün bir anlamı da, “Kimin cumhurbaşkanı olacağına karar verilirken, bize danışın” anlamı taşır mı? Söylenmek istenen bu mudur?
Tekrar ifade etmekte fayda var: İşlerin mutabakatla yapılması elbette çok önemlidir. Ama bu ‘önemli makamlar’a kimlerin geleceği konusunda mutabakat ararken, ‘millet’i dışlamak en büyük hatadır ve telâfisi de ne yazık ki imkânsızdır. Siyasî irade, “Mutabakata evet, ama milletin dışlanmasına hayır” demelidir.
“Türkiye’nin önünü tıkayan ve ufkunu karartan” başörtüsü yasağı için de aynı şey ileri sürülüyor. Ne yazık ki hükümet de bu ‘olta’ya vurulmuş görünüyor. “Bu yasağı ‘mutabakatla’ sona erdireceğiz” beyanının yansıması; yasağın daha da katılaşarak devam etmesi anlamına geliyor. Çünkü mutabakat yanlış yer ve kişilerde aranıyor. Siyasetçiler milletle seçim meydanlarında mutabakat yapmış durumda. Ama bu mutabakatı bir kenara bırakıp, “kurumlar arası mutabakat” arayışına girilmiş olması sadece yasak sebebiyle mağdur olanların sayısını arttırıyor.
Şimdi aynı şeyin cumhurbaşkanlığı seçimi için de gündeme getirilmesi, yaklaşan tehlikeyi haber veriyor. İstenen şey; milletin değerlerine yabancı belli çevrelerin dediğini yapmak veya yaptırmak.
“Mutabakat” adı verilen cilâlı tuzağa düşmeyelim...
*
THY’den ayran ikramı
“Toprak Dede” Hayrettin Karaca’nın gündeme getirdiği bir yanlış, kamuoyundan da haklı tepkilerin gelmesi üzerine sona erdi. Hatırlanacağı üzere Türk Hava Yollarının, yolcularına ‘ayran’ ikram etmemesi eleştirilmişti.
Pazartesi günkü Trabzon-İstanbul yolculuğumuz esnasında gördük ki—küçük bir ayrıntı da olsa—bu yanlıştan dönülmüş ve isteyene ‘ayran’ ikramı başlamış durumda. Yanlışta ısrar etmeyen THY’yi tebrik ederken, hata ve yanlış uygulamalar karşısında; ‘Bana ne!’ dememenin önemini bir defa daha hatırlatmış olalım...
07.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|