Âlemlere rahmet olarak gönderilen Kâinatın Efendisi (asm), başka bir zaman, başka bir makamda da kendisinin “savaş peygamberi” olduğunu söylüyor. Hem de bunu, rahmet peygamberi olarak zikrettiği cümlenin akabinden “Ben rahmet peygamberiyim, savaş peygamberiyim”1 diyerek.
İlk bakışta rahmetle savaş bağdaşmıyor gibi. Hem barış peygamberi olacak, hem de savaş? Bunu nasıl anlamalı. Birbirine ters düşmez mi?
Düşmez. Çünkü bazan şartlar savaşı gerektirebilir. Tıpkı kangren olan uzvun kesilmesi gibi. İlk bakışta meselâ parmak gidecek, üzülüyorsunuz. Ama o kangren olmuş parmak kesilmezse el, el kesilmezse kol gidecektir.
Bir şerri, kötülüğü önlemek, saldırıya cevap vermek, silâh çekene silâhla mukabele etmek, âdetâ yaramazlık yapan çocuğa tokat atmak gibi birşeydir bu.
Demek bazan barışı ve huzuru sağlamak için savaş şartları doğabilir. O zaman savaş hem hedef, hem de savaş esnasında gösterilen şefkat itibariyle bir rahmet olur.
Hemen belirtelim ki savaş adı altında çapulculuk yapmak, kahramanlık gösterisinde bulunmak, gücü imha ve yok etmede kullanmak, sömürü aracı yapmak yoktur İslâmda. Hele hele barış ve güvenliği sağlamak adı altında savaşı sömürü âleti yapmayı İslâm kesinlikle yasaklamıştır.
Savaşa da bir çekidüzen vermiştir İslâm. O esnada da şefkat ve merhameti elden bırakmayacaktır mü’min.
Savaşta bile yersiz, haksız, merhametsiz imha ve ölümlere set çeken Allah Resûlünün (a.s.m.) kadınlara, çocuklara, savaşmayan sivil halka, mabedlere, din adamlarına, ağaçlara dokunmamayı, çevreyi tahrip etmemeyi emretmelerinde2 barış arayışlarını görmemek mümkün mü?
Maksat toprak almak değil, İlâ-yı Kelimetullah, insanları zulmetten, karanlıktan Allah’ı tanımanın aydınlığı içinde huzura kavuşturmak.
Zaman olur cerrahî bir müdahale hâline gelir savaş. Tıpkı cerrahî müdahale ile hastayı sağlığına yeniden kavuşturmak gibi.
“Ben rahmet peygamberiyim, savaş peygamberiyim”3 diye Türkçemize çevirdiğimiz cümlede “savaş” kelimesi yerinde “melhama” kelimesinin kullanılması da oldukça anlamlıdır. M-l-h kökünden gelen bu kelimenin bir anlamı da barıştır. Onun içindir ki ifade “Ben rahmet peygamberiyim, barış peygamberiyim” şeklinde de tercüme edilir. Nitekim Mekke’nin fethinde resm-i geçit esnasında Ensar’ın komutanı Sa’d bin Ubade, Ebû Süfyan’a duyururcasına, “Bugün büyük savaş günüdür” diye bağırdığında Allah Resûlü bundan hoşlanmamış, Ebû Süfyan’ın şikâyeti üzerine de, “Bugün Allah’ın, Kâbe’nin şanını yücelteceği bir gündür. Bugün merhamet günüdür”4 diye düzeltmiş, o fethi merhamet günü olarak ilân etmişti.
Bugün savaşı barış harekâtı adıyla yâd etmek literatüre girmemiş midir? Kıbrıs’ta Rumların zulümlerine karşı 1974’te Kıbrıs’a yaptığımız çıkarmayı da, “Kıbrıs Barış Harekâtı” diye yâd etmiyor muyuz?
Dipnotlar:
1- Müsned, 5:405.
2- Buharî, Cihad: 102, 143; Müslim, Fedâilü’s-Sahabe: 34.
3- Müsned, 5:405.
4- Vakidî, Meğazî, II:822.
5- Bakara Sûresi: 256.
02.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|