Yozlaşma ahlâkı
Bütün çaba ve faaliyetler insanın mutluluğu ve onun yücelmesi içindir. Bu mutluluğu yakalamak sadece insanla değil, insanın etkilediği ve etkilendiği tüm çevre ile sözkonusudur. Toplumların mutluluğu, yükselmesi; ekonomiyle ölçülmüyor ve örtüşmüyor. İnsanın, gerek kendisiyle, gerekse toplumla olan ilişkisini mutlu sürdürmesi için ahlâk temeline dayalı bir yapıya ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç tarih boyu var olmuş, bundan sonra da var olacaktır.
İnsan, ahlâkî değerleri öne alan bir toplum yapısı içinde kendini huzurlu ve güvenli hissetmiş, böyle bir yapıya kavuşmaya çabalamış ya da hep arzulamıştır. Çünkü ahlâk toplumun temelidir. Ahlâk ve erdemin olmadığı yerde toplumda dejenerasyon başlar.
Din, dil, sınıf ve ırk ayırımcılığı, gelir dağılımındaki adaletsizlik, kültürel asimilasyon gibi daha pek çok neden ahlâkî yozlaşmaya sebep olmaktadır.
Ülkemizde ve insanlığın gündeminde yer alan ahlâkî dejenerasyon; kurumların, kurulların ve kişilerin birbirlerine karşı güvensizliğini artırmakta, suç oranlarındaki artışı ve huzursuzluğu getirmektedir.
Ahlâkın tek bir boyutu değil, tüm boyutları aynı derecede önemlidir. Birey ahlâkı, aile ahlâkı,—toplumsal ahlâk temelinde—ekonomik ahlâk, siyasal ahlâk, sosyal ahlâk, ekolojik ahlâk, eğitim-öğretim ahlâkı, sendikal ahlâk ve sorumluluk ahlâkı boyutlarının dikkate alınması son derece önemlidir. Birey ve aile ahlâkının yüksek olduğu toplumlarda bile eğer sistem ahlâkı tesis edilmemiş ise o takdirde bireylerin zaman içerisinde gayri ahlâkî davranış ve eylemlere yönelmeleri kaçınılmaz olabilir.
Toplumun önünde bulunanların—yani liderlik—ahlâkı, yönetim ahlâkı, insan ahlâkı ve sistem ahlâkı bir bütündür. Birinin mevcut olmaması sistem içinde bulunanların tümünün ahlâkının bozulmasına sebep olabilir. Tüm bu saydığımız unsurların tamamı önemlidir ve birbirini etkiler. Ancak tüm bu unsurların içinde “liderlik ahlâkı” özellikle önemlidir.
Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmamış olduğu bir toplumda; devlet adına güç ve yetki sahibi olan kişilerin ve bazı nüfuz sahibi özel kişi ve kurumların gayri ahlâkî davranışlarda bulunmaları toplumu derinden yaralamakta, ahlâkî çürümüşlüğü hızlandırmaktadır. Dilimizde “Baş başa bakar, baş padişaha bakar” diye bir söz vardır ve doğrudur. O sebepledir ki “Balık baştan kokar” diye bir de atasözümüz vardır. Çünkü ülkemizde, toplum idrakimizde liderlik önemlidir. Liderlik ahlâkının tesis edilmemiş olduğu bir toplumda bireylerin ahlâka uygun davranmaları beklenemez. Liderlik ahlâkının olmadığı herhangi bir aile, kurum-kuruluş, toplum ve devlet hayatında baştakilerin yani lider konumundakilerin uygunsuz tavırları sözkonusu olduğunda aşağıdakilere aynıyla değil katlanarak çoğalan olumsuzluklar şeklinde yansıyabiliyor.
Ekonomik yapının, sosyal yapıyı sarstığı inkâr edilemez bir gerçektir. Türkiye’de son dönemlerde kamu borçları hızlı bir artış trendine girmiştir. Kamu borçlarının sürekli artışı, borçlanmanın yöntem ve idaresi, borçlanma ile sağlanan kaynakların dağıtımı; politik ve toplumsal yozlaşmaların kaynağı olmadığını söylemek mümkün müdür?
Borçlanma ile sağlanan kaynakların uygun yerlere tahsis edilmediği, daha da önemlisi borçlanma ile sağlanan kaynakların politik ve toplumsal düzeni yozlaştırıcı bir mahiyete büründüğü şeklinde önemli iddialar ortaya atılmaktadır. Bu gün çalışıp üreterek sağlanan “kendi” kaynakları yerine, emeğe değer verilmeyen borçlanarak “tüketmenin” getirdiği toplumsal travmayı yaşıyoruz.
Ekonomik anlamda toplumsal yozlaşma, nasıl olmasın ki?
Vaktiyle ahlâkî kurallara büyük önem veren bir toplumda ekonomik dengesizlik, kaynakların âdil ve üretime yönelik olmayan bölüşümü... Vahşi kapitalizmin dayatmaları... “Ahlâk” değil, “iş bilmek” ve “işini kotarabilmek” temeline dayalı bir anlayışa dönüştürülerek övgü alabiliyorsa?..
Temel hedefi “insan” ve “insanlar-arası ilişkiler” olmaktan çıkan ve sadece “kazan” ama “nasıl kazanırsan kazan” anlayışına sürüklenen toplumda yozlaşmanın olmaması teknik olarak mümkün değil.
Ahlâkî yozlaşmada ekonomik etkenler yanı sıra politik ve toplumsal yozlaşma, “ahbap çavuş” ilişkisiyle yürütülen ekonomik olguların sonucu ortaya çıkan krizlerde daha derin hissedilmektedir. Yakın zamanda yaşanan Rusya ekonomik krizinde olduğu gibi, insanların bilgi becerileri değil, “et”inin öne çıkarılması, toplumda gözde meslekler olarak bilinen doktorluk, mühendislik gibi sıfatları taşıyanların bile fuhuş unsuru olarak kullanılması ne ile izah edilebilir?
İnsan, eylemlerinin sorumluluğundan sıyrılabileceğine dair bir temel kabul ile yaşarsa, hata yapmamak için özen göstermez. Ve daha çok hata yapar. İktisadî hayatta kaynak kullananlar, “Bir şey olmaz abi, gün gelir biri beni kurtarır” varsayımıyla hareket ediyorsa, kaynaklar hem kötü kullanılır, hem de büyük toplumsal adaletsizlikler doğar.
Ahlâklı bir toplum düzeni oluşturabilmek için sosyal yapıyı oluşturan tüm bireyler, meslek sahipleri ve onun temsilcileri ve diğer tüm kurumlar ahlâk ilke ve standartlarına uygun hareket etmeleri gerekir.
Bu gün istatistikler, “AB’ye entegre olamadık” ama ahlâkî yozlaşma, uyuşturucu, âdî suçlar yönünden AB ülkelerini aşıp, ahlâkî çöküntü açısından simge durumunda olan Harlem’in arka sokaklarını çoktan geçtiğimizi, ahlâkî dejenerasyonun ne anlama geldiğini, ürkütücü bir tablo şeklinde ortaya koymaktadır.
Peki bu noktaya gelmemizde toplum üzerinde estirilen olumsuz rüzgârların etkisi yok mudur?
Millet, evlâdına sahip çıkma derdinde iken birileri o toplumu ve toplumu bir arada tutan tüm değerleri “irtica” yaygaraları ile geriye itti. Ortaya çıkan boşluğu başka maksatları olanlar doldurdu. Ve sonuç ortada... Büyük bir manevî ve kültürel boşluk içinde kendini bulan genç nesil, tek çare olarak kendisine sunulan olumsuzlukları görüyor. Ya da tüm olumsuzluklar onun rahatça tüketmesi için önüne servis ediliyor.
Bu ahlâkî yozlaşmada medya ahlâkının sorumluluğu yoktur denebilir mi?
Ahlâkî değerlerin tahribi, magazin programlarında yıllardır sürdürülmektedir. Hatta haber programlarının bile bol bol ahlâkî yozlaşmayı sürdüren bir havası var. Birkaç gün önce bazı gazetelerde yayınlanan bu konudaki araştırma gerçekten düşündürücü. Bu haberlere göre, Türkiye’de yayınlanan 4 büyük gazetede 10 ay içinde yayınlanan toplam 18 bin 310 haberde yapılan bir araştırma “cinsellik içerikli haberlerin, diğer tüm haberlerden 15 kat daha fazla” olduğunu, “haberlerde kadınların kimlikleriyle değil bedenleriyle öne çıktığını, çocukların ise çoğunlukla ‘suç’ ile anıldığını” ortaya koyuyordu.
Öte yandan, yazılı ve görsel basında “moda ve televole” kültürü içinde dejenerasyon seansları yapılıyor. Belki bu tür yayınlar insanların hoşuna da gidiyor olabilir. Fakat bu tür yayınların aslında “güzel bir şey olmadığı”, seyredenler tarafından da tasvip edilmediği dile getiriliyor, topluma fayda sağlamıyor, olsa olsa ahlâkî yozlaşmayı artırıyor. Kendini var etme adına, “yozlaşma ahlâkını” topluma dayatıyor.
Ahlâkî yozlaşmayı önlemek için sosyal düzenin sadece bir alanında ahlâkı tesis etmek yeterli değildir. Meselâ bir toplumda iş ahlâkının oluşturulması, tek başına çok anlamlı olmayabilir. Ahlâkî yozlaşma; eğer sosyal yapı içindeki diğer kurumlarda sözkonusu ise ister istemez farklı alanlara da yayılma tehlikesi gösterir. Bu sebeple amaç, toplumu oluşturan tüm birey, meslek ve kurumlarda ahlâkı tesis etmektir.
Bunun için gerekli alt yapı mevcuttur. Bu sorunların aşılmasında dinî ve ahlâkî değerlerimiz Türkiye, evrensel boyutta insanlığı tehdit eden ahlâkî sorunların çözülmesine katkıda bulunacak yeterli materyale sahiptir.
Milletimizin sahip olduğu ahlâk ve seciyenin hatırlanması, onun uygulama zemini bulması bu alandaki sıkıntılarımızın çözümü için bir ilâç gerektir. Zira ahlâk sistemimizin temelini, bugün insanlığın ulaştığı evrensel değerlerin oluşumuna inkâr edilemez bir katkı sağlayan İslâm dininin kuralları oluşturmaktadır.
İnsanlık tarihi boyunca din, bütün insan hayatının ayrılmaz bir parçası olarak var olmuştur. İslâm dini, inanç ve öğretileriyle 14 asırdır insanlığı aydınlatan bir ışık kaynağıdır. İslâm; güzel ahlâk, kardeşlik, yardımlaşma, dayanışma, eşitlik, paylaşım ve özveri gibi yüksek insanî değerler üzerine kurulu bir dindir. Bu değerlerden hareketle İslâm; tarih içinde bilgi, sevgi, barış ve huzur medeniyeti meydana getirmiştir. Bu medeniyet; bilim, sanat ve felsefe alanında büyük başarılar gerçekleştirmiştir.
Bu konuda sahip olduğumuz kültürel değerlerin tümü modern çağın imkânları da kullanılarak harekete geçirilmeli, yeni bilgiler üretilmeli, üretilen bilginin insanlara süratle akışı ve doğru tanıtımı yapılarak toplumların hizmetine sunulmalıdır.
Bunun için;
Eğitim kurumlarına,
Basılı ve görsel yayın kurumlarına,
Başta sendikalar olmak üzere her kademedeki tüm sivil toplum örgütlerine,
Toplumda öne çıkan şahsiyet ve kanaat önderlerine,
En önemlisi “siyaset kurumuna” büyük görevler düşmektedir.
Dinî ve millî değerlerimizden, Bediüzzaman, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî, Ahmet Yesevî, Hacı Bektaş-ı Veli ve Yunus Emre gibi örnek şahsiyetlerin hayatlarından ve onların ahlâkî rehberliklerinden yararlanılmalı ve bu alandaki birikimin insanlarımıza kazandırılması için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
Ülkemizde merkezî yönetimden yerel yönetimlere, eğitim hizmetlerinden sağlık hizmetlerine kadar pek çok alanda ahlâk anlamında “yeniden yapılanmanın” gerekli olduğu konusunda herkesin hemfikir olduğu söyleyebiliriz. Ancak bunun için adım atıldığı ve eyleme geçildiğini söylemek ise mümkün değildir.
Her halde bu gün Türkiye’nin yapması gereken en önemli reformlardan birisi; “ahlâkî yeniden yapılanmanın” gerçekleştirilmesi; ahlâkî ilke ve standartların tüm kurumlarda, tüm mesleklerde ve toplumda kurumsallaştırılması ve uygulanır olmasıdır.
Karşı karşıya bulunduğumuz “ahlâk krizi”ni çözmek, yani “yozlaşma ahlâkını” sona erdirmek için her alanda ve her toplum kesiminde “toplam ahlâk devrimine” ihtiyacımız bulunmaktadır.
Bunun gerçekleştirilmesi için zaman gelmiş ve—altından kalkamayacağımız yeni sorunlara yol açmak üzere—geçmektedir.
|