“Kavâid-i Şeriat-ı Garra ve desâtir-i Sünnet-i
Seniyye tamam ve kemâlini bulduktan sonra yeni icatlar ile o düsturları beğenmemek veyahut—hâşâ ve kellâ—nâkıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalâlettir, ateştir.”
Bediüzzaman Said Nursî
İslâm öncesi “Cahiliye” âdetleri vardı ve bunlar dört temel üzerine oturmaktaydı. Birincisi, imansızlık. İkincisi, ırkçılık. Üçüncüsü, müstehcenlik. Dördüncüsü ise istibdattı. İslâm bunları yasakladı ve buna geri dönüşü irtica olarak gördü. Din insanlığın kıyamete kadar her ihtiyacına cevap vermektedir. Dinin bu husustaki hükümlerini beğenmeyerek zamanla değiştirmeye çalışmak ve yerine yeni hükümler koymaya bid’at denilmiştir.
Kur’ân inanç ve ibadet hususunda dini tamamladı. Yüce Allah “Bugün dininizi tamamladım” buyurdu. Din tamamlandıktan sonra dine herhangi bir hususu ilave etmek de, dinden çıkarmak da bid’attır. İnanç ve ibadetle ilgili olmayan hususlar bid’at kavramına girmezler. Onlar insanlığın ihtiyaçları ve gelişimi ile paralel olan teknolojik gelişmelerdir. Bunların dinin ibadet ve inançları ile ilgisi yoktur. Dinin ibadet ve inancına yardım edecek şekilde kullanılması güzeldir. Ezanın daha uzağa ulaşmasını sağlayan minare ve hoparlör gibi vasıtalara bid’attır denemez. Hac ibadetini kolaylaştıran araba ve uçak için bid’attır denemez. Bunlar Allah’ın emrine uymayı kolaylaştıran vasıtalardır.
Bid’at daha önce mevcut olmayan, sonradan ortaya çıkan inanç ve amel anlamına gelen bir kelimedir. İslâm fıkhında ise Hz. Peygamber ve Ashâb-ı Kirâm dönemlerinde görülmeyen, bir benzeri olmayan ve İslâm’dan olmadığı halde sonradan ortaya çıkan ve ibâdet kabûl edilen görüş, inanç ve ameller ile sünnete aykırı davranışlara denilmektedir.
Kimi âlimlere göre bid’at, Hz. Peygamberden (asm) sonra meydana gelen her şeydir. Bu tarifi yapan âlimler kelimeye sözlük anlamından daha geniş bir anlam yüklemişler ve bu sebeple de sonradan çıkan amel ve inançları iyi ve kötü olmak üzere ayırmak mecburiyetinde kalmışlardır. Buna göre Kur’ân ve Sünnet’e muhâlif olmayan şeylere bid’at-i hasene; muhâlif olanlara ise, bid’at-i seyyie ismini vermişlerdir.1
Diğer âlimlere göre ise “Hz. Peygamberden sonra ortaya çıkan, din ile alâkalı olup bir ilâve veya eksiltme mahiyetinde olan her şeye bid’at denir.”2 Bu âlimlere göre önceki gruptakilerin “bid’at-i hasene” kapsamına soktukları şeyler haddi zatında bid’at değildir. Onlara bid’at ismini vermek yanlıştır. Çünkü bu gibi şeylerin Kur’ân ve Sünnet’te dayanakları vardır. Bunlara sonradan çıkmış şeyler nazariyle bakılamaz.
Bid’alar, nassların yanlış yorumlanması ve sünnetin terk edilmesi ile ortaya çıkmıştır. Sünnet terk edilerek yerine bir başka âdet koymak ve onun ile amel etmek bid’attır.3 Yine Allah’ın farz kıldığı ibadetlerin yerine yenilerini koymak, haram kıldığı hususları yeni adetler ile meşrû hale getirmek haram olan bidatlardır. Burada farzı terk ettirmek ve haramı başka isimler altında yaygın hale getirmek söz konusudur. Böylece bid’alar İslâm’ın hükümlerini ortadan kaldırarak yerlerine yeni âdetler koymuş olur. Bunun için Peygamberimiz (asm) “Bütün bidatlar dalâlettir. Bütün dalâlet yollarının sonu cehennemdir” buyurmuşlardır.
İmam-ı Rabbanî (ra) Mektubat isimli eserinin 186. Mektubunda bid’ayı “bid’at-ı hasene” ve “bid’at-ı seyyie” olarak ikiye ayırır ve şöyle der: “Sünneti ortadan kaldıran ve sünnetin yerine geçen âdetlere ‘bid’at-ı seyyie’ denir.” Peygamberimizin (asm) dinde ortaya çıkarılan yeni âdetlerden sakınmamız gerektiği konusundaki hadislerine yer verir. Söz konusu hadislerde Peygamberimiz (asm): “Sözlerin en iyisi, Allah’ın kitabıdır. Yolların en iyisi, Muhammed’in (asm) gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bidatlerin hepsi dalâlettir, sapıklıktır. Allah’tan korkunuz! Sözümü iyi dinleyiniz ve itaat ediniz! Ben öldükten sonra gelecek olanlar çok ayrılıklar göreceklerdir. O zaman, benim ve halifelerimin yoluna sarılınız! Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız! Çünkü bu yeni şeylerin hepsi bid’atdir. Bid’atlerin hepsi dalâletdir, doğru yoldan ayrılmaktır” buyurdular. İmam-ı Rabbanî’nin naklettiği bu hadise göre de bid’at sünneti ortadan kaldıran âdetlerdir. Sünnetin uygulamasını sağlıyor ve sünnete güç veriyorsa ona bid’at denemez.
İmam-ı Rabbanî, kıyas ve içtihadın bid’at olmadığını ifade eder. Çünkü bunlar her ne kadar Peygamberimiz (asm) zamanında yoksa da, sonradan dinin uygulanması ve anlaşılması için lâzım ve şart olduğunu belirtir. Yüce Allah’ın “Ey akıl sahipleri, iyi anlayın!” âyetinin kıyası ve içtihadı emrettiğini söyler.
Huzeyfe b. el-Yaman’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte: “Allah bid’at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, yardımını, şahadetini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi İslâm’dan çıkar”4 buyrulmaktadır. Buradaki bid’atlar ise inançta ve itikatta olan bid’alardır ki bunlar İslâm inançları yerine geçmiş ve inananları da yoldan çıkarmıştır. İnançta ortaya çıkan bir zaaf ve yanlış kanaat insanı dininden uzaklaştırır. Bu husus, Abdullah b. Abbâs’dan (ra) rivayet edilen bir hadisle şöyle ifadesini bulur: “Allah, bid’at sahibinin amelini, bid’atından vazgeçinceye kadar kabul etmez.”5 Ezanı aslı dışında okumak ve ibadeti ibadet dili dışında yapmak ve İslâm ahkâmının geçerliliğini kaybettiğine inanmak bu gibi bid’alardır. Yine Peygamberimizi (asm) sadece vahyi tebliğ eden bir elçi gibi görerek sünnetine değer vermemek ve ibadeti sünnetine aykırı şekilde yerine getirmeye çalışmak da bu nevî bid’alara girer. Kadınların baş açık namaz kılmalarına cevaz vermek gibi.
Bir zamanlar Kur’ân-ı Kerîm’i bir Mushaf içerisinde toplamak, hadisleri derleyip toplayarak kitap haline getirmek, camilerin yanında minare yapmak gibi hususlara da bid’at denerek karşı çıkıldığı olmuştur. Bu işler her ne kadar Hz. Peygamber’den (asm) sonra olmuş iseler de, bunlar bid’at kapsamına girmeyen güzel şeylerdir, İslâma aykırı olmadığı gibi bunlar İslâm’ın korunmasına yardımcı olan en önemli hususlardır.
Bediüzzaman Hazretleri, Peygamberimizin (asm) “Bütün bid’atlar dalâlettir ve bütün dalâlet yolları cehennemde son bulur”6 hadisine açıklık getirir. Bu hadisin, “Bu gün dininizi tamamladım ve din olarak İslâmdan razı oldum”7 âyetini izah ettiğini ifade eder. “Kavâid-i Şeriat-ı Garra ve desâtir-i Sünnet-i Seniyye tamam ve kemâlini bulduktan sonra yeni icatlar ile o düsturları beğenmemek veyahut–hâşâ ve kellâ—nâkıs görmek hissini veren bid’aları icad etmek dalâlettir, ateştir”8 der. Bid’anın, Şeriatın kanunları ve sünnetin prensiplerinin yerine konulan yenilikler olduğundan bahseder. Bu durumda Allah’ın emrini ve peygamberin sünnetini kaldırarak, onların yerine konulan âdetler ve prensiplerin bid’a olduğu anlaşılmaktadır.
—Devamı yarın—
Dipnotlar
1- Tahânevî, Keşşâfu İstilahâti’l-Funûn, (İstanbul 1984) 2: 133
2- Hayreddin Karaman, İslâmın Işığında Günün Meseleleri, (İstanbul 1982) 2: 248
3- Ahmet bin Hambel, Mişakâtu’l-Mesabih, 1:66
4- İbn Mâce, Mukaddime, 7:49
5- İbn Mâce, Mukaddime, 7:50
6- Müslim, Cuma, 43; Ebu Davud, Sünnet,5; İbn-i Mace, Mukaddime, 16, 23
7- Maide, 5:3
8- Lem’alar, (2001-İstanbul) s.105
02.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|