Çeşni
Gözlerini kırparken önümde yaz tatili,
İçimden gelen bir ses, “yaz” diyor “yaz”, tatili...
Ve işte yazıyoruz bir tatil havasında,
Çok
görmezsiniz bize bu kadar “az” tatili...
Her mesleğin, her işin kendine has “tatil” mânâsında bir hoş havası vardır. Fabrikada çalışan bir işçinin zor bölümden alınarak kolay bir bölümde geçici olarak çalıştırılması, onun için bir nevî dinlenmedir, nefes almadır. Hem de hoş ve “âtıl” kalmadan.
Çeşni’mizde ifade etmeye çalıştığımız da budur. Ciddî ve zor konulardan uzak, kalemi serbest bırakarak yazmak da bir nevî tatil olsa gerek.
Tatil, “âtıl” ve “atalet” kelimeleriyle aynı kökten gelir. Yani “âtıl hale getirme” gibi bir şey. Günümüz “tatil kültürü” ekseriyetle bu çerçevede seyreder. Bu anlayışa göre beynimiz ve vücudumuz olabildiğince az hareket etmeli. Uyuşukluk, gevşeklik, gayesizlik ve tembellik... en belirgin halleridir bu anlayışın. Yeter ki kalabalıklara uy, gerisine aldırma.
Şehrin kalabalığından kaçarak tatile gidenler, teslim olurlar başka bir kalabalığa. Hatta bazı piknik yerlerinde, geç kalan bir aile sofrasını serecek bir yer bulamaz. Kalabalığa teslim olur. Tanımadığı ailelerin sofralarının bitişiğine sofrasını serer, onların dizinin dibine diz çöker. Bunun da adı “tatil” olur, “eğlenme” olur, “dinlenme” olur..
***
Geçen Pazar biz de, Yukarı Avusturya Yeni Asya okurları olarak bir piknik yapalım dedik. İstanbul’da, Almanya’da yapılanlara özenerek.
İlgilenenlerden, “adak” sahiplerinden Allah razı olsun. Rabbimizin sonsuz kudret eserlerini doya doya seyretmemize vesile oldular. Yaklaşık on aile, on araba ile ormanlar içinde, dağ yollarında bir seyr ü sefer ki, dönüşü daha bir muhteşem oldu. Bardaktan boşanırcasına sağnak yağmur altında, ism-i Kuddüs’ün tecellîsini seyr ede ede yol alıyorduk. Gök gürlemeleri, çakan şimşekler ve boşalan yağmur altında sileceklerimiz aşkla görev yaparken, biz de geride bıraktıklarımızı hafızamızdan silmeye çalışıyorduk ama, silecekler kadar başarılı olamıyorduk. Yanan iki torba kömür, etleri pişirecek kıvama gelmişken, çaylarımız tam demini almışken, ateşi öylece yağmura teslim ederek, demlikleri yere dökerek arabalara sığınmamız, “Nasıl olsa ateş de gitti, çay da bitti” diyerek, yağmurun dinmesini beklemeden yola koyulmamız unutulacak gibi değildi. Üstelik son toparlanma işlerini yapan gençler sırılsıklam olmuşlardı. Neyse ki, dershanemize döndüğümüzde ne yağmur vardı, ne bulut... Selâhaddin Ağabeyin bahçesi de bu iş için bulunmaz bir mekânmış meğer...
Biz dersimizi almıştık.
***
Gurbetten sılaya uzanan yollar, tatil serüvenini öyle bir anlatır ki, fazla söze hacet bırakmaz.
Çile, meşakkat, özlem, sevinç, sıkıntı, keyif, tehlike ve macera... Ne ararsan mevcut.
Kazalar, ölümler, hırsızlıklar, yol kesmeler, tehditler, korkular... Saatlerce, bazan günlerce süren kuyruklar. Sıcakta bayılmalar, hastahanede ayılmalar.
Bazan da güzel bir seyahat mânâsında rahat ve keyifli bir kara ya da deniz yolculuğu... Ne çıkarsa bahtına.
Bazan da eğlenceli fıkralara bile girer. Şöyle ki:
Yüzlerce kilometre yol, tam gümrüğe yaklaşırken hanım haykırır:
– Eyvah, ocağı kapatmayı unuttum galiba!..
Beyi sakince tesellî verir:
– Telâşlanma hanım, nasıl olsa geri döneceğiz. Zira pasaportlar evde kalmış...
02.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|