Serin ilkbahar rüzgârları yerini kavurucu güneş ışınlarına bırakınca, nefsimizin isyanları da hemen sahnede görünmeye başlar. Oflamalarımız, puflamalarımız her gün şikâyet dolu dakikaların geçmesine sebep olmaktadır. Bu mevsimde maddî imkânı yerinde olanlar dünyanın Cenneti hatırlatan köşelerini aramaya başlamakta, diğer bazı insanlar da şikâyet mânâsındaki ifadeleri her fırsatta dile getirmeye devam etmektedirler.
Yaz koşuşturmaları ve şikâyet hallerinden dolayı çoğunlukla derin gaflet halleri ortaya çıkmaktadır. Bu sıralarda dünya hayatının daha sıkıntılı haletlerini yaşayanları bir düşünebilseydik belki nefsimizin şikâyetlerine engel olur, içinde bulunduğumuz durumdan dolayı Rabbimize şükrederdik.
Sıcak yaz günlerinde Cehennemin dünya sıcaklığıyla kıyaslanmayacak ısısının varlığını hatırımıza getirebilseydik, belki o zaman sıcaklardan şikâyet yerine Rabbimizin bizleri Cehennem ateşinden koruması için duâlar eder, ubudiyet vazifelerimizi eksiksiz yapmanın imkânlarını arardık.
Bir düşünebilsek, bu sıcak yaz günlerinden çıkarabileceğimiz sayısız dersler olduğunu anlayabileceğiz. Yeter ki nefsimizin aldatmalarına kanmayalım. Meselâ sıcak Arabistan ve Afrika çöllerinde yaşayan insanları düşünebilirsek, hallerimize şükretmemizi gerektiren çok nimetler içinde yaşadığımızı anlarız.
Meselâ, suya muhtaç, yiyecek bir şeyler bulmakta oldukça zorluk çeken dünyanın değişik bölgelerindeki hemcinslerimizin içinde yaşadığı zor şartları aklımıza getirir ve insanî duygularımızı hayatımız üzerinde etkili kılabilseydik, içinde yaşadığımız şartların hiçbirisinden şikâyet etmememiz gerektiğini anlardık.
Daha ötelere gidebiliriz. Bir inanan insan olarak ibretler alabilmek için, hayalen Arabistan kıt'asına, İslâm nurunun Allah’ın yüce Resulü vasıtasıyla Mekke semalarını aydınlattığı ilk yıllara gidelim. Ve orada Bilâl-i Habeş ve onun gibi iman nuruna kavuşan sahabilerin, şirk bataklığı içinden çıkmak istemeyen Ümeyye bin Halef ve onun gibilerin zulümlerine nasıl maruz kaldıklarını, kitapları açıp okuyalım.
Arabistan’ın kavurucu güneşi altında susuz bırakılan o iman kahramanlarının bütün dayanılması zor işkencelere rağmen nasıl direndiklerini bir düşünelim. Düşünelim ve bizlerin ne kadar dünyanın güzel imkânları içinde bulunduğumuzu bir değil binler kere gözlerimizin önüne getirelim.
Allah’ın Resûlü (asm) gibi, kâinatın onun yüzü suyu hürmetine yaratıldığı bir büyük insanın hangi şartlar içinde hayat sürdüğünü de öğrenmemiz lâzım. Öğrenelim ve kendi hayatımızla insanlığın medar-ı iftiharı olan Yüce Nebî’nin yaşantı biçimlerini kıyaslayalım. Eminim ki böyle bir kıyaslama yapabilirsek oldukça mahçup olacak ve bu dünya hayatında yaşadığımız hiçbir haletten dolayı şikâyet etmememiz gerektiğini anlayabileceğiz.
Bu “dayanılması zor” diye ifade ettiğimiz sıcakların bizim için ne kadar büyük nimet olduğunu ve Allah’ın bize lütfettiği nimetlere ne kadar şükredersek yine karşılığını veremeyeceğimizi anlayabilmemiz için, her an kafamızı avucumuzun içine almalı ve nefsimize gerçekleri kabul ettirene kadar bu tefekkür halimizi bozmamalıyız.
Evet, her zaman hatırlanması gereken bir gerçeği tekrar hatırlıyor ve hatırlatıyorum ki, bizler ciddî bir imtihandan geçmekteyiz. Şeytanın, zavallı insanları yoldan çıkarmada oldukça başarılı olduğu zamanımızda, öyle basit sıkıntılardan şikâyet edersek, dünyanın zevk ve sefası içinde yüzen insanları emsâl kabul edip dünyevî zevklerin peşine düşersek nasıl kazanabileceğiz bu zorlu imtihanı?
Bir anımızı bile boş geçirmeden Rabbimizin bizlere bahşetmiş olduğu nimetlere ve güzelliklere karşılık şükretmemiz gerekmektedir. Bize insan olmayı, bize İslâm olarak iman nurlarıyla tanışmayı, bize sıhhat ve afiyetler içinde günlerimizi geçirmeyi nasip eden Rabbimize karşı kulluk görevlerimizi yerine getirmeden, hangi yüzle karşılaştığımız zorluklardan dolayı şikâyet edebiliyoruz?
03.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|