Vücut binamızdan düşen hiçbir taş artık yerine gelemeyecektir. Geçmişte yaşayıp, zaman zaman yâd ettiğimiz hiçbir günümüzü tekrar yaşayabilmemiz mümkün olmayacaktır. Mazi sayfaları arasında kalan hatıralarımızdan aklımıza gelenler bazen bizleri derin düşüncelere daldırmaktadır.
Bir daha yaşamak istemediğimiz, hatta hatırlamak istemediğimiz günlerimiz yanında; hasretini duyduğumuz, “Keşke o günler geri gelseydi, keşke tekrar o günleri yaşayabilseydik” dediğimiz güzel günlerimiz de bulunmaktadır, geçmişin geri gelmesi mümkün olmayan derinliklerinde…
Geride bıraktığımız yıllar artınca, uzaklaştığımız, kaybettiğimiz dostlarımız daha da artmaktadır. Bir zamanlar genç dinamik olanların ihtiyarlık sınırları içine dahil olduğunu, sıhhatı yerinde olanların da hastalıklı günler geçirdiğini görüyor, bir kere daha bu dünya hanında misafir olduğumuzun idrakini yaşıyoruz.
Ebedî saadeti kazanmak için bizi ikaz eden mürşidleri dinlemeye çalıştığımız ve selef-i salihinin yolundan gitmek için çabaladığımız anlarda; karşımıza dikilen nefis ve şeytanlar bizleri manevî hazinelerden mahrum etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunlar acıma duygusu olmayan düşmanlar. Öyle olmasaydı hiç ebedî şekavetlere maruz kalmamız için büyük gayretler gösterirler miydi?
Geri dönmemizin mümkün olmadığı ve ömrümüzün kalan dakikalarını çok verimli geçirmemiz gerektiği gerçekleri gözümüzün önünde dururken, elbette dünya hayatının fani cihetine endeksli bir hayat yaşamamamız gerekir. Ama ne kadar gerçeklerden haberdar olsak da, yine de hızla akıp giden ömür dakikalarımızı boş şeylerle geçirdiğimiz zamanlarımız olmaktadır ne yazık ki…
Gerçekten çok aciz olduğumuzu, yapmak istediğimiz iyi işleri yapmaya muvaffak olamadığımız zamanlarda daha iyi anlıyoruz. O zaman bizim, kudreti kâinatı kuşatan Sultan-ı Kâinat olan Rabbimize ne kadar fazla muhtaç olduğumuzu daha iyi anlıyoruz. Maruz kaldığımız musibetleri def etmede aciz olduğumuz, yakalandığımız hastalıklardan kurtulmada çaresiz kaldığımız zamanlar bu dünyaya gönderiliş hikmeti ile ilgili gerçekleri daha iyi anlıyoruz. Çaresiz kalanların daha fazla duâya sarılması, dünyada kurtarıcı bulamayacaklarını anlayanların Rabb-i Rahîme yönelmesi örnekleri yaşadığımız hayatta ne kadar fazladır. Adeta insan için dünyadaki bütün sıkıntılardan kurtuluş sebeplerinin sükût etmesi bir uyanmanın başlangıcı olmaktadır. İmkânlardan çok istifade ettiğimiz sürece nefis bizi daha fazla kandırabilmekte, bizleri daha fazla insanî değerlerimizden uzaklaştırabilmektedir.
Musîbetlere maruz kalmadan, hastalıkların ıztırapları altında inlemeden önce uyanıp, ubudiyet canibine yönelerek aydınlık yolda ilerleyen insanlar en kârlı olanlardır. Nefis ve şeytanların dünya malı ve imkânlarıyla kandıramadığı insanlar en bahtiyarlarımızdan olmalıdırlar.
Akıl ve kalbi birleştirerek yaşayan, Allah’ın rızası dairesinde dünyanın imkânlarından istifade eden ve kulluğun huzurlu iklimlerinden çıkmayan insanlar, hem dünyalarını hem de ahiretlerini kurtarmış olurlar. Sıhhatı ve huzuru da, hastalığı ve sıkıntıları da İlâhî birer nimet bilen insanlar da zorlu imtihandan başarıyla çıkmanın yolunu bulmuşlardır.
İnsanlar kendilerine verilmiş olan manevî cevherleri tam değerlendirebilirlerse, hem dünyanın güzelliklerinden istifade etmenin zevkini yaşayacak hem de ebedî saadetin yaşanacağı ölümsüz dünyaları kazanacaklardır. Aksi takdirde hem dünya sille üstüne sille vuracak, hem de bir anlık yaşantısı dünyanın bütün lezzetlerinin üstünde olan güzelim dünyalarda yaşamak mümkün olmayacaktır.
12.06.2006
E-Posta:
[email protected]
|