Peygamberimizi örnek alalım
Bizim öyle bir önderimiz, öyle bir yol göstericimiz var ki, onun gibisi bu dünyaya ne gelmiştir ne de gelecektir. O önder ki mü’min kardeşine tebessüm etmenin sadaka olduğunu, Allah’ın rızasının anne ve babanın rızası olduğunu, hiçbir babanın çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün birşey veremeyeceğini, küçüklerine merhamet etmeyenin, büyüklerine saygı göstermeyenin ondan ve onun ümmetinden olamayacağını söylemiştir.
İlk cümlelerde bile bu üstün ahlâk sahibinin Peygamberimizden başkasının olamayacağını tahmin etmişsinizdir. Evet, acaba onun kadar ümmetine ahlâklı olmayı öğütleyen bir önder daha var mıdır? Onun üstünlüğü onun güzel ahlâkıyla adeta simgeleşmiştir.
Bu örnekleri günümüze bir nebze olsun taşıdığımızda dünyadaki kaosun, yıkıcı zihniyetin, en ufak bir vicdan sızısı duymayan bir insan modelinin neden ve niçin ortaya çıktığını anlayabiliyoruz.
O ki bir insanı öldürmeyi, kâinatı yok etmeye eş tuttuğu ahlâkıyla İslâm dünyasının nasıl yükselip nasıl gerilediğini, insanların bunları öğrenmemekle, dinden kopmakla, dinî değerlerimize gerici zihniyet demeyle, insanlığın toplumsal refahının bozulmasındaki sebepleri kolayca keşfedebiliriz.
Acaba bir insan İslâmın gerçek inanç, gerçek ahlâk kaynağı olduğunu bilse kötülük yapabilir miydi?
Acaba bu ahlâkî çöküntünün dünya safhasında etkili olmasının sebebi nedir? Acaba yıllarını okuyarak geçirmiş bir mühendis meselâ; iki oğlunu da nasıl diri diri —tıpkı cahiliye devrindeki gibi— toprağa gömebiliyor? Bu ahlâkî çöküntünün sebebi nedir? Neden teknoloji dünyasında, ilim dünyasında Ebu Cehil’i ürkütecek olan vahşetlere şahit oluyoruz? Çare nedir, çözüm yolu yok mudur?
Çözüm yolu tozlu raflar arasında boğulmamak için çırpınan, birilerinin onu rafdan çekip kurtarmasıyla bütün âlemin kurtulmasına vesile olacak ilâhî bir reçetede saklı. Bu kurtuluş reçetesi bizi yaratan, bizi yoktan var eden, yüce Allah tarafından, ilk insandan itibaren göndermiştir. Çare ‘doğru İslâm’da.
Peygamberimizin yaşadığı coğrafya, İslâmı yaymaya başladığı bölge, o dönem ki cahiliye devrinin merkez noktasıydı. Dünyanın en büyük bilim adamları, profesörleri, psikologları sigara gibi küçük bir alışkanlığı küçük bir bölgede bile bıraktıramazken, o güzel ahlâk sahibinin devrinde, zor şartlar altında, birkaç yıl önce kızını diri diri gömecek kadar vahşileşebilen bir insanın yüce Allah’ın gönderdiği âyetlerden çok az bir kısmını bile duymasıyla o insanı bir melek kadar temiz ve adaletin kahramanı yapabiliyor. Bu devirde ilim sahibi, okumuş, gün görmüş insanların Allah’ın âyetlerini duyarak tam bir ahlâk sahibi olmaması neyle izah edilebilir? Böylelere ‘deli’ ünvanı verilse yeri değil midir?
İşte tüm bu ayrıntılardan sonra dünyaya bu fikirleri, bu insan hayatının vazgeçilmez kanunlarını pozitif anlamda anlatmak kalıyor. Bu da İslâm âleminin önce bunları kendi bünyesinde uygulaması, sonra da bütün dünyaya duyurması ile olabilir. Dünyanın herhangi bir yerinde Kur’ân-ı Kerim ile ilgili bir hüküm uygulandığında bunlardan bir tanesinin bile insanlar üzerinde negatif bir etki yaptığı görülmemiştir. Aksine bunu uygulayan toplumların geçmişte olsun günümüzde olsun aldıkları bu kararlardan dolayı ne kadar ilerleme kaydettiklerini görmek mümkündür.
|