Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Temmuz 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Âyetlerimizi akıllarınca boşa çıkarmak için birbirleriyle yarışanlara gelince, onlar için de kötü ve pek acı bir azap vardır.

Sebe’ Sûresi: 5

03.07.2006


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kim bir namazı terkederse, Allah'ın huzuruna Allah kendisine gazap etmiş olarak varır.

Câmi'ü's-Sağîr c: 3-3616

03.07.2006


Namaz hasenata fihristedir

Suâl: Avam-ı nastan, hakâik-i diniyeyi tabir eden ancak yüzde birdir.

Cevap: Tabir etmemesi, bilmemesine delil olamaz. Evet, çok defa lisan, insanın tasavvuratından incelerini tabirden aciz olduğu gibi, kalbindeki ve vicdanındaki inceler de akla görünmez. Hatta belagat dahilerinden Sekkaki gibi bir zat, İmruu’l-Kays veya başka bir bedevînin ibraz ettiği belâgat incelerini kavramamıştır. Maahaza, imanın var olup olmadığı sorguyla anlaşılır. Meselâ ami bir adama, Saniin, cihat-ı sittesiyle kabza-i tasarrufunda bulunan âlemin herhangi bir cihetinde mekân ittihaz etmesinin mümkün olup olmadığı hakkında bir sorgu yapıldığı zaman, “Hiçbir cihette değildir, olamaz” dese kâfidir. Çünkü, nef-yi cihetin, yani Saniin hiçbir cihette olamayacağı hakikatinin onun vicdanında sabit olduğuna delâlet eder.

İman, Sa’d-ı Taftazanî’nin tefsirine göre; “Cenâb-ı Hakkın, istediği kulunun kalbine, cüz-ü ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur” denilmiştir. Öyleyse, iman, Şems-i Ezeliden vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuâdır ki, vicdanın içyüzünü tamamıyla ışıklandırır. Ve bu sayede, bütün kâinatla bir ünsiyet, bir emniyet peyda olur ve her şeyle kesb-i muarefe eder. Ve insanın kalbinde öyle bir kuvve-i maneviye husule gelir ki, insan, o kuvvetle her musibete, her hadiseye karşı mukavemet edebilir. Ve öyle bir vüs’at ve genişlik verir ki, insan o vüs’atle geçmiş ve gelecek zamanları yutabilir.

Ve keza, iman, Şems-i Ezeliden ihsan edilmiş bir nur olduğu gibi, saadet-i ebediyeden de bir parıltıdır. Ve o parıltıyla, vicdanında bulunan bütün emel ve istidatlarının tohumları bir şecere-i tuba gibi neşvünemaya başlar, ebed memleketine doğru hareket eder, gider.

“Ve namazı dos doğru kılarlar.” (Bakara Sûresi: 3.) Bu cümlenin evvelki cümleyle bağlılığı ve münasebeti gün gibi aşikârdır. Lâkin bedenî ibadet ve taatlerden namazın tahsisi, namazın bütün hasenata fihrist ve örnek olduğuna işarettir. Evet, nasıl ki Fatiha Kur’ân’a, insan kâinata fihristedir; namaz da hasenata fihristedir. Çünkü namaz; savm, hac, zekât ve sair hakikatleri havi olduğu gibi, idrakli ve idraksiz mahlûkatın ihtiyarî ve fıtrî ibadetlerinin nümunelerine de şamildir. Meselâ secdede, rükûda, kıyamda olan melâikenin ibadetlerini, hem taş, ağaç ve hayvanların o ibadetlere benzeyen durumlarını andıran bir ibadettir.

İşârâtü’l-İ’câz, s. 46

Lügatçe:

avam-ı nas: İnsanların ilmi irfanı kıt, okuma yazması az olanı.

belâgat: Halin gerektirdiğine uygun söz söylemek.

cihat-ı sitte: Altı cihet; ön, arka, sağ, sol, alt, üst.

ilka: Koyma, bırakma.

şuâ: Işın.

kesb-i muarefe: Aşinalık kazanma.

savm: Oruç.

havi: İçine alan, ihtiva eden.

03.07.2006


Bir lâtife

İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edildiği yıllarda Bediüzzaman da oradadır ve işgal kuvvetlerine karşı cesur mücadelelerde bulunur. Bediüzzaman’ın bu kahraman mücadelesini yakından takip eden Ankara hükümeti, onu dâvet eder. Önceleri “Ben tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade, burayı daha tehlikeli görüyorum” diyerek bu dâvete yanaşmasa da, ısrarlı teklifler üzerine 1922 yılı Kurban Bayramından bir hafta kadar evvel trenle Ankara’ya gider. İstasyonda kalabalık bir halk topluluğu ve milletvekilleri tarafından karşılanır.

Zamanın Siverek Milletvekili Yüzbaşı Abdülgani Ensari ile Bediüzzaman arasında o günlere ait şöyle bir lâtife cereyan eder:

3 Temmuz 1922 Perşembe günü Kurban Bayramı arefesinde Bediüzzaman, Ensari’ye:

“Ensari! Yarın Said’in başını kesecekler” der.

Ensari de bu cümledeki inceliği ve tevriyeyi anlayamaz ve “Nasıl olur efendim?” diye telâş eder.

Bediüzzaman bu lâtifeyi ona şu şekilde izah eder: “Said kelimesinden ‘sin’ harfi kaldırılsa, yani baş harfi olan ‘sin’ kesilirse, geriye ‘iyd’ kalır ki, o da bayram demektir. Yarın kurban bayramıdır.”

(Bilinmeyen Taraflarıyla B.S.N., s. 258)

03.07.2006


Evrâd-ı Kudsiye'den

92. Allah’ım, bize Kur’ân’ın sırlarını kavramayı nasib eyle. Bize nurlarından elbiseler giydir. Bizi lütuf deryâlarına daldır. Üzerimize en güzel mârifetler yağdır.

93. Ey Nurların Nûru! Ey en ince şeyleri bilen ve kullarına karşı lûtuf ve keremi bol olan Latîf! Ey kullarının ayıp ve kusurlarını örten Settâr! Peygamberlerin kandili, evliyâların yıldızı, hâlis ve seçkin kullarının ay ve güneşi, cin ve insanların aydınlatıcısı, Doğu ve Batının ışığı olan Efendimiz Muhammed’e rahmet eylemeni; vücudumuzu irfan semâsına çıkarmanı, bedenimizi ihsan makamında sâbit tutmanı niyaz ediyoruz.

03.07.2006


Zübeyir Gündüzalp'in Kaleminden

İman ve Kur’ân hizmetkârları

Her asırda İslâmiyete hizmet eden güzide bir kavmi Cenâb-ı Hak, İslâmlar içinde meydana getirir. İşte bu zamanda da o kavim, Kur’ân’ın parlak ve nurlu tefsirini kendilerine mürşid ve rehber edinen talebelerdir. Bunlar Kur’ân’ın hakikatlarıyla iman merâtibinde (mertebelerinde) terakkî eden ve onları her tarafa neşredip mü’minlerin imanlarını kurtarmak hizmetinde canla başla çalışan, aşk ve şevkle gayret ve faaliyette bulunan Kur’ân ve iman hizmetkârlarıdır.

Hedefleri sadece iman ve İslâmiyeti kuvvetlendirmek ve yükseltmektir. Kur’ânî, dinî, imanî ve İslâmî hakikatları, tek kelime ile, İslâmiyeti bütün ruhuyla kavramak ve ona bağlanmaktır.

İslâm kardeşliğini, vahdet-i İslâmı (İslâm birliğini) parçalamak kasd-ı mahsusuyla birtakım dinsizler tarafından uydurulup neşredilen lâflara beş para ehemmiyet vermezler. Onların yolu mahza İslâmiyettir, bizatihî Kur’ân caddesidir. Bundan başka herhangi bir yol veya mezhep değildir.

03.07.2006


BİR KISSA, BİN HİSSE

Hama’da birkaç köylü bağların bahçelerin arasından giderlerken karşılarına birden kükreyen dev bir aslan çıktı. Köylüler donup kaldılar. Aslan kocaman cüssesiyle oradan oraya kükreyerek saldırıyordu.

Köylüler sessizce geri döndüler ve Hama’da, dergâhında talebe yetiştirmekte olan büyük evliyadan Seyyid Ali Hazretlerine şikâyet ettiler.

“Efendim, himmet edin. Yoldan geçemiyoruz” dediler. Seyyid Ali:

“Aslanı bir daha gördüğünüzde ezan okuyunuz. O inşallah çeker gider” dedi.

Köylüler tekrar yola koyuldular. Fakat aslan aynı yerde hırıltılar yayarak sağı solu pençeliyordu. Köylülerden birisi korku içinde ezan okudu. Fakat aslan hiç tınmadı.

Köylüler Seyyid Ali Hazretlerine yeniden döndüler. Seyyid Ali yine:

“Ezan okuyun. Korkmayın” dedi.

Köylüler tekrar yollarına döndülerse de, aslan yine oradaydı. Yine ezan okudular. Fakat aslanda yine gidecek göz yoktu. Yolun tam ortasında aç bir gözle bekliyordu.

Köylüler tekrar geri geldiler ve Seyyid Ali Hazretlerinden tekrar yardım istediler.

Bu defa orada dergâhta ders almakta bulunan talebelerden Ali Kazvani elinde olmadan fırlayıp kalktı ve aslanın yanına geldi. Ardından köylüler de geldiler.

Ali Kazvani aslanın karşısına geçti ve durdu. O anda yer mi yuttu, yoksa eriyip gitti mi, ne oldu bilinmez; aslan sır oldu, ortadan kayboldu.

Fakat kerâmet göstermek Seyyid Ali Hazretlerinin yanında kusur sayılırdı. Ali Kazvani’nin kerâmet göstermesine öylesine kızdı ki:

“Kerâmet göstermekle sen bizim yolumuzu ifşa eyledin. Artık bu dergâhta kalamazsın” dedi ve Ali Kazvani’yi dergâhtan çıkardı.

(Evliyalar Ansiklopedisi, 3/104)

Süleyman KÖSMENE

03.07.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004