—Dünden devam-
Bediüzzaman, Lem’alar isimli eserinde sünnetin çeşitli mertebelerini sayar. Sünnetin bir kısmının vâcip olduğunu, bunun asla terk edilemeyeceğini ifade eder. Bunların muhkemât olduğunu ve asla değiştirilemeyeceğini belirtir.10 Bunlar ibadetlerin vaciplerini oluşturduğu bir gerçektir. Kurban kesmek vaciptir ve asla terk edilemez. Peygamberimizin (asm) uygulamaları dışında kurban ve diğer ibadetler yorumlanamaz ve bunun yerine bir başka şekil konulamaz. Yani hiç kimse “Kurbandan maksat et yemektir. Ben beş kilo et alır ve fakirlere veririm. Veya parasını dağıtırım” diyemez.
Sünnetin diğer kısmı ise nevâfil nevindendir. Bu da iki kısımdır. Birincisi ibadete tâbi olan ve ibadetlerin sünnetlerini oluşturan kısmıdır. Bediüzzaman’a göre “Bunların tağyiri bid’attır.”11 İbadet ile ilgili olan sünnetin yerine konulan ve sünneti ortadan kaldıran tüm âdetler bid’at sayılır. Sünnetin yapılmasına imkân tanıyan ve kolaylaştıran teknolojik âletler ve imkânlar sünneti ortadan kaldırmadığı için bid’a kavramına girmez.
Sünnetin adab kısmıyla amel eden ise Peygamberimizin (asm) nurundan feyiz alır ve âdetini ibadete çevirir. “Onlara muhalefete bid’a denilmez”12 diyor Bediüzzaman. Yalnız o feyizden ve o sevaptan istifade edemez.
Sünnetin içinde en önemlisi ise “Şeâir-i İslâmiye” denilen, İman ve Müslümanlık alâmeti olan âdetler vardır ki bunları değiştirmek tamamen bid’at kavramına dâhildir.13 Ezanı ibadet diliyle değil de ibadet olmaktan çıkaran tercüme dili ile okumak, “Selâmün Aleyküm” şeklindeki selâmı, Kur’ânî ve İslâmî olmaktan çıkaran, onun yerine konulmak maksadıyla söylenen “Günaydın”, “Tünaydın” gibi tâbirler tamamen bid’at kavramına dâhildir. Burada selâmı ibadet ve sünnet şeklinden çıkaran bir durum söz konusudur. Namazda sarık sarmak bu nevî bir Şeâir-i İslâmiye olduğu için bunun yerine konmaya çalışılan ve secdeye mani olan şapka da bid’a kavramına dâhildir.
Bediüzzaman Fatiha Sûresinde geçen ve daima Allah’tan istediğimiz “istikametli yolun”, “enbiyâ, sıddıkîn, şühedâ, evliyâ ve sâlihîn”in yolu olduğunu belirtir. Kurtuluşun ancak bu yola girmekle olduğunu ifade eden Bediüzzaman, hangi maslahat için olursa olsun bu yoldan ayrılmayı netice veren bu yolun köşe taşları hükmünde olan “Şeair-i İslâmiye”yi değiştirmeye çalışmanın tamamen bid’at olduğunu söyler. “Her bid’at dalâlettir” hadisinin bu hususu kesinlikle kastettiğini ifade eder.14
Bu bağlamda Bediüzzaman “Medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı şeref tanıdığı bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinat telâkki ettiği selef-i sâlihînin cadde-i nuraniyelerini terk etmeyi” bid’a olarak değerlendirir.15 Yine Bediüzzaman ehl-i bid’a olarak “Şeâir-i İslâmiye”yi tahrip etmeye ve değiştirmeye çalışanları kasteder. Onlara fetva veren âlimleri de “Ulemaü’s-sû’” olarak vasıflandırır.16
Tahribatçı ehl-i bid’ayı iki kısma ayıran Bediüzzaman bunlardan birincisini “din namına ve İslâmiyet’e sadakat namına dini milliyetle aşılayıp kuvvetlendirmek için” yeni icatlar peşinde koşanlar, diğerini ise millet namına “Milleti İslâmiyetle aşılıyoruz” diye yeni icatlar peşinde koşanlar olarak değerlendirir.17
Bediüzzaman ayrıca böyle “Bid’aların yaygın olduğu zamanda Sünnet-i Seniyeye ve hakikat-i Kur’âniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehit sevabını kazanabilir” hadisini de nakleder.18
SONUÇ
Bid’at, Kur’ân-ı Kerim’in nâzil olup bitmesi ve İslâm dininin tamamlanmasından sonra bunu yeterli görmeyerek yeni hükümler ile dine bir şeyler ilave etmek, bir şeyler çıkarmak ve dini değiştirmek demektir. Allah’ın emir ve yasaklarını beğenmeyerek yeni âdetler ile Allah’ın hükmünü kaldırmaya çalışmak, Peygamberimizin (asm) sünnetini beğenmeyerek sünnetin yerine yeni âdetler koyarak değiştirmek bid’attır. Bu da dinin inanç ve ibadet ile ilgili hususlarını kapsar. İnançta bozuk itikatlar ve düşünceler, ibadette ise bu nevî yeni âdetler bid’at sayılır.
Allah’ın emirlerini yapmayı kolaylaştıran, Peygamberin sünnetini güçlendiren ve dinin hükümlerinin pratikte uygulanmasına yardım eden yenilikler bid’at sayılmazlar.
Bu bağlamda, Resûlullah’a salât-ü selâm getirmek Allah’ın emridir. Bunun için dinî törenler yapmak ve mevlit okutmak, yemek yedirmek ve komşuları akrabaları bir araya getirerek sevgi ve muhabbet iklimleri oluşturmak ve bunu Allah’ı ve Resûlullah’ı (asm) anarak yapmak Allah’ın emrini yerine getirmeye çalışmak sayılır, bid’at sayılmaz. Bunu bid’at olarak görüp engel olmak aslında Allah’ın emri ve Resûlullah’ın sünnetini yerine getirmeyi ve Müslümanlar arasında sevgi ve muhabbet oluşturmayı engellemek anlamına gelir.
Vefat edenleri hayırla anmak ve onlara duâ etmek sünnette vardır. Bunun için mevlid okutup, kırkıncı, elli ikinci geceleri tertip etmek ve bunu Peygamberimizin (asm) emri doğrultusunda Kur’ân okuyarak ve duâ ederek yapmak ne güzel bir âdettir. Böylece İslâm ikliminin yaygınlaşması ve ibadet için Müslümanların bir araya gelmesi sağlanmış olur.
Allah için sadaka vermek, zekât ve fitre dağıtmak Allah’ın emri gereğidir. Ölünün ibadet borcunun affını Allah’tan umarak, orucun fidyesine kıyasen devir yapmak dinin bir emrini, Peygamberin (asm) bir sünnetini ortadan kaldırmıyor, bilâkis hayata tatbikini sağlıyor. Buna bid’at diye engel olmak yanlıştır. Müslümanlar bu vesile ile bir araya gelerek Kur’ân okumakta ve peygambere salât-u selâm getirmekte ve Allah’a duâ etmektedirler. Buna bid’at diyerek engel olmaya çalışmak doğru değildir. Bilâkis bu gibi adetleri çoğaltarak Kur’ân’ın okunması, peygamberin anılması ve duâ edilmesi için imkânlar sağlanması gerekir.
Ne gariptir ki camilerde müezzinin kametten önce cemaatten yeni gelenlerin sünnetlerini kılmalarına imkân sağlayan ve biraz sonra farzın başlayacağını bildiren üç ihlâs-ı şerifi açıktan okuyarak Fatiha ile bitirmesine bid’at diye karşı çıkılmaktadır. Peygamberimizin (asm) sık sık okunmasını tavsiye ettiği, Kur’ân’ın Tevhid hakikatini en güzel şekilde belirleyen ve bunun için Kur’ân’ın üçte birine denk olan bir zikri ifa eden bu okumanın ne derece mü’minlere faydalı olduğu açıktır. Karşı çıkanlar ‘Kur’ân’ı dinlemek gerekir, cemaatin bir kısmı namaz kılıyor’ diyebilirler. Hâlbuki bu husus farzın ve sünnetin kifaye kısmındandır. Bir kısım Müslümanlar dinlemiş olsalar diğerleri ibadetle meşgul olduğu için dinlemeyebilirler. Ama hiç kimse dinlemezse herkes günahkâr olur. Camide ise elbette dinleyen büyük bir cemaat vardır ve namaz kılan sonradan gelen birkaç kişidir. İhlâsların okunması onların da sevabı çok olan ilk tekbire imam ile yetişmelerini sağlaması açısından da önemlidir.
Dipnotlar:
10- Lem’alar, 105
11- Age, 105
12- Age, 105
13- Age, 105
14- Mektubat, (2001-İstanbul) s. 384–385
15- Mektubat, 402
16- Mektubat, 420
17- Mektubat, 424
18- Lem’alar, 229; Cem’u’l-Fevaid, 1:29; Münziri, Terğib ve Terhib, 1:41
03.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|