Gurur, nefsimizin kalb ve ruhumuza karşı kullandığı bir silâhtır. Nefsimizin başarılı olup, gururun dünyamıza hâkim olması demek, kalbin günah kirleriyle karalanması, ruhun yüce mahiyetlerinden ayrılması, insanın insanlıktan uzaklaşması anlamına gelmektedir. Bu durum, bir çok nefsanî duygu gibi gururun da bizim en önemli düşmanımız olduğu sonucunu ortaya koymaktadır.
İçimizdeki bir çok şeytanî duygu, bizi bizden ayırma maksadına hizmet etmektedir. Bu sebepledir ki hayatımız boyunca en çok mücadele etmemiz gereken düşman kendi iç benliğimizde yaşamaktadır. Öyle bir düşman ki, hep kendini dost, başkalarını da daha büyük tehlike olarak göstermekte, insanı yönelmesi gereken büyük hedeflerinden alıkoymaktadır. Başı ezilmesi gereken gurur mikrobu hayatımızı yönlendirmekte, bizleri kendine esir etmektedir.
Devlet yönetip, uçsuz bucaksız ülkelerin sultanı durumuna gelen padişahlar, gururun her an kendilerini yanlış mecralara sevk edebileceğini bildikleri için, devamlı kendilerini ikaz eden adamlar tutmuşlardır. Bu görevliler, tebaanın sultanı alkışladığı ve “Padişahım çok yaşa” bağırışlarının ayyuka çıktığı zamanlarda, padişahın yanı başında “Gururlanma padişahım senden büyük Allah var” diyeceklerdi. Böylece alkış ve ihtişamın nefse hoş gelen ve insanı gurura sevk eden tuzağına düşmeyeceklerdi bu inançlı devlet adamları.
Osmanlı Sultanlarının uygulaya geldikleri bir usûl olduğunu bildiğim bu durumun hangi padişahla başlayıp, hangi padişahla bittiğini doğrusunu bilmiyorum. Bu durum tıpkı Hz. Ömer’in (r.a) her an kendisine ölümü hatırlatan bir kişiyi görevlendirmesine benzemektedir. Hz. Ömer, kendisine ölümü hatırlatan bu kişinin görevine saçları ağarmaya başladığı zaman son vermişti. Çünkü artık ağaran saçlar kendisine ölümü hatırlatmaktaydı.
Ben bunları yazmaya başlayınca bile nefsimin isyanını içimde hissediyor ve bana “El âlem nelerle uğraşıyor, sen ne ile uğraşıyorsun” dediğini adeta duyuyor gibi oluyorum. Bana, “Dünyanın o kadar çok mevzu edilecek halleri vardır ki, sen tutmuşsun gururdan bahsediyorsun” demekte ve okuyucuların daha çok siyasî arenayı merak ettikleri vakıasını bana hissettirmeye çalışmaktadır.
İnsanların günlük ve siyasî meseleleri merak etmesi doğru olsa bile, gururun önemsiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Nefsimin bu konuda beni ikna edemeyeceğini düşünüyorum. Zira biliyorum ki gururlanmak, kibirlenmek insanî davranış şekilleri değildir. Bu durumlar, fakir ve aciz bir şekilde yaratılıp, devamlı, kudreti nihayetsiz bir Yaratıcıya ihtiyaç duyan bir insanın içinde bulunması gereken ruh haletleri değildir.
Gururlanan ve aczini ve fakrını anlayamayıp haddini aşan insanların büyük tehlikelerle karşı karşıya oldukları ve Yaratıcının kendileri için ortaya koymuş olduğu hayat şartlarından saparak nefis ve şeytanlara oyuncak oldukları bilinen bir gerçektir. İşimiz kolay değildir. O kadar çok yanılgılar hayatımızı sarmıştır ki, insanî gerçekleri görüp, şeytanî tuzaklara düşmemek oldukça zor bir durum arz etmektedir.
İnsanlığın medar-ı iftiharı olan Peygamber-i Zişanın (a.s.m) ifade buyurdukları gibi, “en büyük düşman olan nefs”in en büyük silâhının gurur olduğu ve gururla insanların maddî ve manevî kemâlâtlardan yoksun bir hale geldiği gerçeğini düşündüğümden, nefsimin bütün itirazlarına rağmen gururu her zaman gündemimde tutmak isterim doğrusu. Böyle durumlarda bizlerin kendi gücümüzle başarılı olamayacağımızı ve ancak Rabbimizin inayet ve merhametiyle başarılı olabileceğimizi her an hatırlamamız gerekecektir.
Bizler nefsin desiselerine karşı mücadele azmi içinde olunca, elbette nefsimiz de boş durmayacak ve ömrümüz boyunca bu gurur silâhını bizlere karşı kullanmaya devam edecektir. Rabbimize dua ve niyaz ederek bu korkunç düşmanla baş etme gayreti içinde olacağız inşallah...
10.07.2006
E-Posta:
[email protected]
|